Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye Ne Zaman ve Niçin Hicret Etmiştir?

Hicret ne demektir? Peygamber (sav.) Efendimiz Mekke’den Medine’ye ne zaman ve niçin hicret etmiştir?

İslam tarihinde Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye göç etmesine “Hicret” denir.

PEYGAMBERİMİZİN MEKKE’DEN MEDİNE’YE HİCRETİ

Müşriklerin baskı ve zulümlerinin devam etmesi üzerine Peygamberimiz (sas.), 622 yılında Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicret etmelerine izin verdi. Müslümanlar gruplar hâlinde Medine’ye göç etmeye başladılar. Din uğrunda, doğup büyüdükleri yurtlarını, mal ve mülklerini bıraktılar. Medine’de yanan ümit ışığına koştular.

Mekke’de Peygamberimizle (sas.) birlikte Hz. Ebubekir, Hz. Ali (ra.) ve birkaç Müslümandan başka kimse kalmamıştı. Peygamberimiz (sas.) bütün güçlüklere rağmen görevini yapmış, Peygamberliğinin 13 yılını Mekke’de tamamlamış bulunuyordu.

Müşrikler, (putlara tapanlar) Peygamberimize (sas.) ve Müslüman olanlara çok eziyet ettiler. İslamiyet’i kökünden yok etmek için “Dâru’n-Nedve” denilen yerde gizlice toplandılar. Ebû Cehil’in teklifi üzerine Peygamberimizi (sas.) öldürmeye karar verdiler. Bu korkunç kararı uygulamak üzere her kabileden birer genç seçtiler. Seçilen bu silahlı gençler, Peygamberimizin (sas.) evini kuşattılar ve dışarı çıkmasını beklemeye başladılar.

Müşriklerin gizlice aldığı bu ölüm kararı, Allah tarafından Cebrail aracılığıyla Peygamberimize (sas.) bildirildi ve hicret etmesine izin verildi. Peygamberimiz (sas.), kendi yatağına Hz. Ali’yi (ra.) yatırarak, evini saran müşriklerin arasından çıktı. Allah, Peygamberini korudu. Eli silahlı müşrikler onu göremediler.

Yol hazırlıkları yapıldıktan sonra, Peygamberimiz (sas.) ve Hz. Ebubekir geceleyin Mekke’ye bir buçuk saat mesafede olan Sevr dağına gittiler ve orada bir mağarada gizlendiler. Sabah olunca Peygamberimizin (sas.) evden çıktığı anlaşıldı. Bunun üzerine Müşrikler her tarafı aramaya başladılar. Muhammed’i kim bulursa ona yüz deve mükâfat verileceğini vaat ettiler.

Peygamberimizi (sas.) arayanlar yoldaki izleri takip ederek mağaranın önüne kadar geldiler. Mağaranın girişine bir örümceğin ağ germiş olduğunu gördüler. Mağaranın içine girip aramak istediler ise de içlerinden biri, “içeriye insan girseydi, burada örümceğin ağı ve güvercinin yuvası olmazdı” deyince dönüp gittiler.

Müşrikler mağaranın önüne geldikleri sırada Hz. Ebubekir endişelenerek,

—Bizi görecekler Ya Resulallah, dedi.

Peygamber (sas.) Efendimiz,

—Üzülme, Allah bizimle beraberdir, diye karşılık verdi.

Mağaranın ağzına örümceklerin ağ germesi, orada biten bir ağacın dallarına güvercinlerin yuva yaparak yumurta bırakması birer mucizedir. Yüce Allah, sevgili Peygamberini (sas.) bu mucizelerle korumuş, mağaranın ağzına kadar gelen düşmanları gizli bir kuvvet geri çevirmiştir.

Peygamberimiz (sas.) ve Hz. Ebubekir mağarada üç gün kaldıktan sonra Medine’ye gitmek üzere yola çıktılar. Onları takip etmekte olan Süraka adında bir pehlivan izlerini buldu. Bütün gücüyle atını üzerlerine sürdü. Onlara iyice yaklaştığı sırada atının ayakları sürçtü, kendisi de yere yuvarlandı. Yeniden toparlanarak var kuvvetiyle atını tekrar ileri sürdü. Fakat bu defa atının ayakları dizlerine kadar kuma battı. Olduğu yerde çakılıp kaldı. Gizli bir kuvvet atını geri çekiyordu. Süraka bu durumu görünce korktu. Yaptığına pişman oldu. Peygamberimizden (sas.) af diledi ve geri döndü. Arkadan gelenlere de, “Ben buraları aradım, kimse yoktur” diyerek onları geri çevirdi. Süraka daha sonra Müslüman olmuştur.

Ebû Cehil, Süraka’nın böyle yaptığını daha sonra öğrenince onu kınamış, bunun üzerine Süraka Ebû Cehil’e şöyle demiştir: “Atımın ayaklarının yere nasıl battığını görseydin, sen de Muhammed’in peygamberliğine iman ederdin.”

Sevgili Peygamberimiz (sas.) bir hafta süren tarihî yolculuğunu tamamlayarak bir pazartesi günü Medine yakınındaki Kuba köyüne ulaştı. Burada büyük bir sevgi ile karşılandı.

Peygamberimiz (sas.) burada on günden fazla kaldı. Kuba Mescidini yaptırdı. Mescid yapılırken mübarek elleriyle taş taşıdı. Bir işçi gibi çalıştı. İslam tarihinde yapılan ilk mescid budur. Peygamberimizden (sas.) üç gün sonra Mekke’den ayrılan Hz. Ali de burada Peygamberimize yetişti.

Peygamberimizin Medine’de Karşılanması

Beraberindeki Müslümanlarla birlikte Peygamber Efendimiz bir cuma günü Kuba’dan Medine’ye hareket etti. Salimoğulları yurduna geldikleri zaman öğle vakti olmuştu. Peygamberimiz Cuma namazının farz kılındığını Müslümanlara bildirdi. Orada ilk Cuma namazını kıldılar. Peygamberimizin (sas.) kıldırdığı ilk cuma namazı budur. İlk cuma hutbesini de burada okumuştur. Peygamberimiz (sas.), ilk cuma hutbesinde Allah’a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:

“Ey İnsanlar! Sağlığınızda ahiretiniz için hazırlık yapın, Muhakkak biliniz ki hepiniz ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Cenab-ı Hak ona soracak, ama nasıl soracak? Tercümanı yok, bizzat diyecek ki: ‘Sana benim Peygamberim gelip de tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, sana lütuf ve ihsan ettim, sen kendin için ne hazırladın?’

O kişi de sağına soluna bakacak bir şey göremeyecek, önüne bakacak cehennemden başka bir şey göremeyecek. Öyle ise her kim kendini bir yarım hurma ile de olsa ateşten kurtarabilecekse hemen o hayrı işlesin. Onu da bulamazsa bari güzel söz ile kendini kurtarsın. Çünkü bir iyiliğe on katından yedi yüz katına kadar sevab verilir. Allah’ın selamı, rahmet ve bereketleri üzerinize olsun.”

Peygamberimiz (sas.) namazdan sonra Medine’ye doğru yoluna devam etti. Medineliler bir bayram sevinci içinde bu şerefli misafiri karşılamak için yolun iki tarafına sıralanmışlardı. Peygamberimiz (sas.) geçerken “Buyurun Ya Resulallah” diyorlar, mini mini yavrular da “Allah elçisi geldi” diye sevinç çığlıkları atıyorlardı. Evlerinin damları üzerine çıkan kadınlar: “Hoş geldiniz” diyorlardı. Peygamberimiz evlerin önünden geçerken bütün ev sahipleri: “Buyurun Ya Resulallah” diyor ve devesinin yularına sarılarak onu misafir etme şerefine nail olmak istiyorlardı.

Peygamberimiz (sas.) hiç kimseyi kırmak istemediğinden onlara şöyle diyordu:

“Deveyi kendi hâline bırakınız, onun nereye gideceği kendisine emredilmiştir. Emrolunduğu yere gidecektir”

Yoluna devam eden deve, boş bir arsada çöktü. Fakat durmadan kalktı. Biraz daha gittikten sonra tekrar çöktü ve bir daha kalkmadı. Peygamber (sas.) Efendimiz,

“İnşallah konağımız burasıdır” diyerek devesinden indi. Buraya en yakın ev, Hâlid b. Zeyd’in, yani Ebû Eyyûb Ensârî’nin (ra.) evi idi. Hz. Peygamber (sas.) onun misafiri oldu. Ebû Eyyûb Ensârî’nin (sas.) evi iki katlı idi. O, Peygamberimizi (sas.) üst katta misafir etmek istedi. Ancak Efendimiz (sas.), kendisini ziyarete gelenlerin ev sahibini rahatsız etmemesi için zemin katta kalmayı tercih ettiler. Peygamber (sas.) Efendimiz, Mescid-i Şerif’in yanında kendileri için odalar yapılıncaya kadar yedi ay bu evde kaldı.

Sevgili Peygamberimizi (sas.) evinde misafir etme şerefini taşıyan bu ünlü Sahabi Ebû Eyyûb Ensârî hazretleri, 675 yılında İstanbul’u kuşatan İslam ordusuna katılmış ve surlar dışında şehit olmuştur. Peygamberimizi evinde misafir eden ve halkımız tarafından “Eyüb Sultan” olarak anılan bu peygamber dostu, İstanbul’un Eyüp semtindeki türbesinde yatmaktadır.

Medine halkı, Peygamberimizi (sas.), Ebû Eyyûb Ensârî’nin (sas.) evinde akın akın ziyaret ettiler. Bu sırada Yahudi bilginlerinden Abdullah b. Selâm geldi. Peygamberimizin (sas.) mübarek yüzüne dikkatlice baktıktan sonra,

“Bu yüz, yalancı yüzü değildir” diyerek Müslümanlığı kabul etti.

Peygamber (sas.) Efendimiz, devesinin ilk defa çöktüğü arsayı sahiplerinden satın aldı ve oraya bir mescid yaptı. Medine’de “Mescid-i Nebi” olarak bilinen ve Müslümanlar tarafından ziyaret edilen mescit, Peygamber (sas.) Efendimiz’in yaptırdığı bu mescittir.

Bu mescid yapılırken Peygamberimiz (sas.), bir işçi gibi çalışmış, sırtında kerpiç taşımıştır. Mescidin temelleri taştan, duvarları kerpiçten idi. Mescidin inşası bittikten sonra çevresine bitişik birkaç oda yapıldı ve Peygamber (sas.) Efendimiz, misafir olarak bulunduğu evden buraya taşındı. Mescidin ilk şekli böyle sade ve mütevazı idi.

Peygamberimizin (sas.) müezzini olma şerefini taşıyan Hz. Bilal-i Habeşî’nin tatlı sesiyle Medine ufuklarında yankılanan ezan seslerini duyan Müslümanlar, bu çağrıya uyarak camiye koşuyor, iki cihan güneşi Hz. Peygamber’in (sas.) arkasında cemaat olmanın, namaz kılmanın huzur ve mutluluğunu yaşıyorlardı.

Mescitte önceleri minber yoktu. Peygamber (sas.) Efendimiz, bir hurma kütüğüne yaslanarak cemaate hitap ederdi. Daha sonra üç basamaklı bir minber yapıldı ve Peygamberimiz (sas.) hutbelerini bu minberden irat etti. Bu sırada bir de mucize meydana geldi. Şöyle ki: Efendimiz bir cuma günü hutbesini bu minberden irat etmeye başlayınca daha önce dayanarak hutbe okuduğu hurma kütüğünün, Peygamberimizden (sas.) ayrı kaldığı için yavrusundan ayrı kalan bir devenin feryadı gibi inlemeye başladığı duyuldu. Bunun üzerine Peygamberimiz (sas.) minberden inerek bu hurma kütüğünü kucaklayıp okşadı ve kütüğün inlemesi kesildi. Peygamberimiz (sas.), “Eğer ben onu kucaklamamış olsaydım, kıyamet gününe kadar hep böyle inleyip duracaktı.” (İbn-i Mace, I, 454.) buyurdu.

Kaynak: İslam İlmihali, Diyanet

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZİN MEKKE’DEN MEDİNE’YE HİCRETİ

Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye Hicreti

PEYGAMBERİMİZİN HAYATI

Peygamberimizin Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.