Peygamberimiz Münafıkları Neden Öldürmedi?

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- münafıklarla arasındaki perdeyi hiç yırtmamıştı. İşin en mühim tarafı da burada işte… Neden Peygamber Efendimiz, münâfıkları öldürmemiş, isim isim açıklayıp onları îlân etmemişti? Aradaki perdeyi yırtsa, acaba neler olurdu?

Medîne’de müslümanların yaşadığı en zor zamanlardan biriydi. Kıtlık baş göstermişti. Sahabîler, açlığı daha az hissetmek için karınlarına tek taş bağlarken, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- karnına iki taş sarıyordu. Mekkeli müşrikler, Uhud Savaşı’nın üzerinden iki yıl geçmeden yeni bir taarruza yeltenmişlerdi. Müslümanlar, Selmân-ı Fârisî Hazretleri’nin tavsiyesi üzerine, savaş taktiği olarak hendek kazmışlar, hendek biter bitmez, dinlenme, güçlerini toplama fırsatı bulamadan düşmanı karşılarında görüp savaş pozisyonu almışlardı.

On bin civarı müşrik ordusunun karşısında üç bin civarında açlık ve yorgunluktan bîtap düşmüş müslüman ordusu vardı. Kureyza Yahudileri, düşmanla birlik olmayacaklarına dair anlaşma yaptıkları hâlde, verdikleri ahdi çiğneyerek düşman saflarında yer alınca müslümanlar bu kez içerden de düşmanın saldırısına uğramış ve dört taraftan kuşatılmıştı.

MÜNAFIKLARLA YAŞANAN İMTİHAN

Huzeyfe -radıyallâhu anh-, muhârebenin sadece bir gecesini şöyle anlatır:

“Biz bir tarafta saf bağlamış, oturuyorduk. Ebû Süfyan ve ordusu üst tarafımızda, Kureyza Yahudileri de alt tarafımızda idiler. Bunların Medîne’deki çoluk çocuğumuza baskın yapmalarından korkuyorduk. Hiç böylesine karanlık, böylesine fırtınalı bir gece geçirmemiştik. Rüzgâr sanki ıslık çalıyor, karanlıkta hiçbirimiz uzattığı parmağını bile göremiyordu! Münâfıklar:

«-Evlerimiz emniyette değildir!» diyerek Rasûlullah’tan izin istediler.

Hâlbuki, evleri tehlikede değildi. İzin isteyenlerin hepsine izin verildi. İzin alanlar, beklemeden sıvışıp gidiyorlardı. Biz üç yüz küsur civarında kalmış idik. Tek tek Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında nöbet tuttuk. Sıra bana gelmişti. Üzerimde ne düşmana karşı koyacak bir kalkanım, ne de soğuktan korunmak için bir elbisem vardı; sadece zevcemin verdiği, dizlerimi geçmeyen yün bir örtü vardı.”

Sa’d bin Muâz Hazretleri, bir kısım münâfığın Rasûlullah’tan müsaade istediğini görünce:

“-Yâ Rasûlâllah! Bunlara izin verme!.. Vallâhi, biz ne zaman bir musibete uğrasak, sıkıntıya girsek, onlar hep böyle yaparlar!..” demekten kendini alamayıp, soluğu münâfıkların yanında almıştı:

“-Biz sizden her zaman böyle hareketler mi göreceğiz? Ne zaman bir musibete uğrasak, bir sıkıntıyla karşı karşıya gelsek, siz hep böyle yapar durursunuz!” diyerek onları azarlamıştı.

MÜNAFIKLARIN VE YAHUDİLERİN MÜSLÜMANLARA VERDİKLERİ HAYAL KIRIKLIKLARI

Açlık, yorgunluk, münâfık ve yahudilerin ihanetlerinin verdikleri hayal kırıklıkları ile birlikte dört taraftan kuşatan düşmana mukâvemet göstermek, sahabe efendilerimizi iyice mecalsiz bırakmış, endişe ve telâşları artmıştı. Müslümanlar arasında fitne çıkarma, onların morallerini bozma, mâneviyatlarını yıpratma fırsatı yakalayan münâfıkların bir kısmı ise, izin almamış, kalpleri târumâr edici fitnelerini artırmışlardı. Hendek kazılırken Efendimizin verdiği mûcizeyi ağızlarına dolayıp:

“-Muhammed, size, Kayser’in ve Kisrâ’nın hazinelerini vaad ediyor! Hâlbuki şu anda hendek içinde hapsolmuşuz. Korkudan abdest bozmaya bile gidemiyoruz! Vaad ettiği nerede, biz nerede? Allah ve Rasûlü, bize aldanmaktan başka bir şey vaad etmiyor!..” diyerek mâneviyat bozucu telkinlerde bulunuyorlardı. Kalpler, ağır bir takvâ imtihanından geçiyordu.

Bozgunculuk çıkarmaları ve ihanetleri bâriz bir şekilde ortada iken Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlarla arasındaki perdeyi hiç yırtmamıştı. İşin en mühim tarafı da burada işte… Neden Peygamber Efendimiz, münâfıkları öldürmemiş, isim isim açıklayıp onları îlân etmemişti? Aradaki perdeyi yırtsa, acaba neler olurdu?

Kaynak: Fatma Hâle Sağım, Şebnem Dergisi, 145. Sayı

https://www.islamveihsan.com/munafik-kime-denir.html

https://www.islamveihsan.com/munafiklarin-ozellikleri-nelerdir.html

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.