Peygamberimiz (s.a.v) Gençlere Değer Verirdi

Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) gençlere verdiği değerler...

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- aynı zamanda gençlerin fikirlerine de değer verirdi. Mekkelilerin Medîne’ye saldırmak üzere büyük bir orduyla geldiğini haber alınca, Medîne’de kalıp savunma harbi yapmanın daha uygun olacağını düşünmüştü. Fakat Bedir Gazvesi’ne katılamayan genç sahâbîler, büyük bir iştiyak ve heyecan içinde düşmanla yüz yüze savaşmayı istediler. Bunun üzerine muhârebenin Uhud’da yapılmasına karar verildi.

Allah Rasûlü’ne büyük bir aşkla bağlanan gençler, hayatlarının en büyük inkılâbını yaşadılar. İslâm’dan önce bir hiç iken, îmân ile şereflendikten sonra her biri birer yıldız insan hüviyeti kazandı. Vaktiyle ilgisizliğe terk edilmiş nice genç insan, Peygamber Efendimiz’in tedris ve terbiyesi sâyesinde, dünyaya yön veren örnek şahsiyetler hâline geldi. Âdeta ölülerden diriler çıktı, kömürden elmas elde edildi.

İslâm’dan önceki Ömer, kendi kızını elleriyle diri diri toprağa gömen, merhametsiz ve haşin tabiatlı bir insandı. İslâm’dan sonra aynı silüet içinde, fakat gözü yaşlı, gönlü muhabbet ve şefkat dolu, yerdeki karıncayı dahî incitmekten sakınan bir Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- oldu.

“–Fırat’ın kenarında bir kuzu zâyî olsa, bu sebeple Allâh’ın beni hesâba çekmesinden korkarım.” diyerek kendisini derin bir nefis muhâsebesine tâbî tuttu. Geceleri sırtında un çuvalı ile mâtemlerin civârında gezer oldu.

Diğer bir misâl de Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh- Hazretleri’dir. Bu güzîde sahâbî, Bedir’de yere yıkılan Ebû Cehil’in üzerine çıkıp göğsüne oturduğunda, can vermek üzere olan azgın müşrik:

“–Çok yüksek ve sarp bir tepeye çıktın ey zavallı koyun çobanı!” diye ona hakaret etmişti. (İbn-i Hişâm, II, 277)

Yani o, mâzîsi itibârıyla insanlar tarafından hakir görülen “basit bir koyun çobanı” idi. Hidâyete kavuşup Rasûlullâh’ın terbiyesinden geçince, gönlü deryâ hâline geldi, inceldi, derinleşti. İşte, büyük bir hukuk ekolü olan meşhûr Kûfe Mektebi, bu şanlı sahâbînin eseridir. Şu anda hangi İslâmî ilim dalına baksak, en başlarda onun ismini görürüz.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.