Peygamberimize Bildirilen Gerçekler
Peygamber (s.a.v.) Efendimize bildirilen hakîkatler üç kategori teşkil ederler.
Mevlana Hazretleri Mesnevi’de buyurur ki:
“Eğer, Peygamber Efendimizin bildiklerini bir kişi bilmiş olsaydı, ne niyaz etmeye, yalvarmaya gönlünde bir güç bulabilirdi, ne bedeninde oruç tutmaya, namaz kılmaya bir kuvvet kalırdı.” (c.2, 1913)
PEYGAMBERİMİZE BİLDİRİLEN HAKİKATLER
Peygamber Efendimize bildirilen hakîkatler üç kategori teşkil ederler:
Bunlardan birinci kategoriye girenler, Peygamber Efendimiz ile Cenab-ı Hakk arasında “ebedî bir sır” olarak kalmıştır. O yüce Peygamber, bunlardan bir zerresini bile hiçbir ferde nakletmemiştir. Bunu ifade sadedinde:
“–Allâh’a yemin olsun ki, eğer benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belânızı def etmesi için) Allâh’a yalvar yakar olurdunuz.” (İbn Mâce, Zühd, 19) buyurmuşlardır.
Çünkü bu kategorideki gerçekler, ancak “nûr-i nübüvvet” ile kavranabilir. O salâhiyet, Hazret-i Peygamber’den gayrisinde mevcut olmadığı için, bu bilgiler, insanlık âlemine ebedî bir meçhul olarak kalmıştır. Bu husus, “meskûtun anhâ”dandır.
Peygamberimize bildirilen gerçeklerin ikinci kategorisinde yer alan bilgiler, insanlar arasında müstesna bir idrak ve iz’âna mâlik olan mahdûd insanlara intikal ettirilmiştir. Bunlar umûm için değildir. Böyle mahdud olan istidadlı kimseler için, biz, Hazret-i Ebubekir’le Hazret-i Ali’nin muhatab alındığını bilmekteyiz. Ayrıca Peygamber Efendimizin Ebû Hureyre’ye ve Huzeyfetu’l-Yemân’a da birtakım sırlar tevdî ettiğini bilmekteyiz.
Bu kategorideki fikirler, ledünniyâta aid “tasavvufî bilgiler”dir. Bundan dolayıdır ki, tarîkatlar -silsile itibariyle- ya Hazret-i Ebûbekir’de veyahut da Hazret-i Ali’de nihayetlenirler. Bu kategorideki bilgiler, “havass” içindir. Bunlar, sadırdan sadıra nakledilegelmişlerdir. Bu keyfiyet, kıyâmete kadar da devam edecektir. Bunların birtakım kitaplara intikal eden kısmı ise bir meyvenin hâricî kabukları mesâbesindedir. Öz, “kâl” değil; “hâl”dir, yani söz değil keyfiyettir.
Peygamber Efendimize Cenab-ı Hak tarafından bildirilen bilgilerin üçüncü kısmı ise umûm içindir. Bunlar şer’î gerçeklerdir. İşte bu gerçeklerin muhatabı, bütün insanlıktır. Çünkü, peygamberimiz bir kavme veya bir zamana mahsûs olmak üzere gönderilmemiş, bütün insanlığa karşı risâletle me’mur kılınmıştır. Bundan dolayıdır ki, bi’setinden kıyamete kadar bütün insanlık, “ümmet-i Muhammed”dir. Lâkin bunlar da ikiye ayrılır. O muazzez varlığın davetini kabul edenlere “ümmet-i icâbe”; reddedenlere ise “ümmet-i gayr-i icâbe” veyahut “ümmet-i dâvet” denir. Dâvet, bütün insanlığadır.
Mevlânâ da bu gerçeğe yukarıdaki beyitlerinde işaret etmekte ve anlatılan birinci kategorideki bilgilere vukûfiyetin, beşerin tâkatini aşacağını ve bu sebeple onun acze mahkûm olacağını ifade etmektedir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ab-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları
YORUMLAR