'peygamberimiz'e Muhabbet' Bize Neler Kazandırır?
Cenâb-ı Hak, bütün mahlûkâtı ve bilhassa insanı muhabbet meyliyle donatmıştır. İlâhî bir imtihan dershânesi olan bu âlemde insan, muhabbetini Hakk’a ve hayra yönelttiği nisbette mânen seviye kazanır.
Rûhun huzur ve sükûna kavuşacağı aslî ve nihâî muhabbet merkezi, onu kendi rûhundan insana lutfeden Allah -celle celâlühû-’dur. Bu yüzden nihâyeti Hakk’a varmayan, sonu O’na ulaşmayan, yanlış adreslerde aranıp çıkmaz sokaklarda hebâ edilen bütün fânî muhabbetler, rûh için beyhûde bir yorgunluk ve sıklet sebebidir.
Mevlânâ Hazretleri, kulun bu gafletini ne ibretli bir misâlle ifade eder:
“Kuzunun kurttan kaçmasına şaşılmaz. Zîrâ kurt, kuzunun düşmanı ve avcısıdır. Asıl hayret edilecek şey; kuzunun kurda gönül kaptırmasıdır!..”
Bu bakımdan, muhabbetin asıl merkezi olan Allah Teâlâ’yı unutmadan, bütün fânî muhabbetleri ilâhî muhabbete basamak kılacak bir gönül kıvâmına sâhip olmak îcâb eder. Bu, insanın yaratılışının muktezâsıdır.
SEVEN SEVDİĞİNİN HERŞEYİNİ SEVER
İlâhî muhabbete götüren en doğru ve kestirme yol da, Allâh’ın Habîbi, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’a muhabbetten geçmektedir. Bu muhabbetin tezâhürü ise O’na itaat etmektir. “Seven, sevdiğinin her şeyini sever.” düstûrunca, Peygamber Efendimiz’e her bakımından bağlılık ve itaat şarttır. Zîrâ bu bağlılık ve itaat, Hakk’a muhabbetin bel kemiğini oluşturur.
Fahr-i Kâinât Efendimiz’e duyulan muhabbet; ibâdetlere huzur, beşerî davranışlara nezâket, ahlâka incelik, gönüllere rikkat, sîmâlara nûrâniyet, lisanlara rûhâniyet, nazarlara derinlik olarak akseder. Zîrâ bütün bu güzelliklerin tahsil edileceği en feyizli menbâ, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir.
İLAHİ AŞK DERSİ ONDAN TAHSİL EDİLİYOR
Hakîkaten gönüller, ancak o Varlık Nûru’nun rûhâniyeti etrâfında aşk ile yanan bir pervâne hâline geldiğinde O’nun gönül iklîminden ilâhî aşk dersini kâmil mânâda tahsil edebilir. Nitekim Peygamber Efendimiz’e olan muhabbetimizin derecesini mîzân etmemiz için Mevlânâ Hazretleri, kâinattaki muhabbet tecellîlerinden birkaçını şöyle misâl verir:
“Aşk uğrunda nice pervâne ateşe atıldı. Alevler içinde kanat çırpıyor, yanıp kavruluyordu da hâl lisânıyla: «Sen de benim gibi ol!» diyordu.”
“Mum, hem yanıyor hem de ağlıyordu. Kendini ateşe, ıztırâba vermişti. Fakat gözleri yaş dökerken etrafa ışık saçıyordu. Yine o mum: «Bu dünyâda kazanç elde etmek için altınlar, gümüşler saçsan, bunlar sana ne fayda sağlar? Mânevî kâr elde etmek istiyorsan, benim gibi yanmaya, erimeye bak!» diyordu.”
İşte böylesine derin bir muhabbetle sevmemiz gereken Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm-, ömrü boyunca; “ümmetî, ümmetî…” diyerek yaşadı. O’nun, ümmetine olan muhabbet ve şefkati, yavruları üzerine titreyen, onlara kolkanat geren müşfik bir annenin sevgisiyle kıyaslanamayacak derece üstündü. Ümmetinin âkıbetini kendisine öyle dert edinmişti ki, bu uğurda çektiği çileleri ifâde sadedinde; “…Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere mâruz kaldım…” buyurmuştu. (Tirmizî, Kıyâmet, 34/2472)
Kaynak. Osman Nuri Topbaş, Gönül Bahçesinden ÖYLE BİR RAHMET Kİ, Erkam Yayınları