Peygamberimizi Harekete Geçiren Ayetler
Peygamber Efendimizi (s.a.v) bir daha oturmamacasına harekete geçiren ve ömrünün son anına kadar yerine getirdiği ilahi emirler nelerdir?
Müddessir sûresinde şöyle buyruluyor: “Ey bürünüp sarınan (Rasülüm!) Kalk ve (insanları) uyar. Sadece Rabbini büyük tanı. Elbiseni temiz tut. Kötü şeyleri terk et. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. Rabbinin rızasına ermek için sabret.” (74/1-7)
Bu âyetler Mekke döneminin ilk başlarında, vahyin inkıtaa uğramasından sonra nazil olmuştur. Tefsirde belirtildiğine göre, Rasûl-i Zîşân Efendimiz Hira mağarasında inzivaya çekilmiş iken bir ses işitti. Etrafına baktı, bir şey göremedi, mübarek başını kaldırdığında yerle gök arasında bir kürsüde Cebrâil (a.s)’i gördü. Hâne-i saadetlerine geldiklerinde “Beni örtünüz” buyurdular. İşte bundan sonra Müddessir sûresinin ilk yedi âyeti nâzil oldu. “Oku”emriyle başlayan heyecan “kalk ve insanları uyar” fermanıyla yenilenmiş oldu.
Şimdi Efendimiz’e verilen emirleri maddeler halinde sıralayarak “Onun eliyle tutuşturulan bir meş’aleyi bir adım ileri taşıyabiliriz?” sorusuna cevap arayalım istiyoruz:
KALK VE UYAR
Kalk ve (insanları) uyar. Bu cümle tefsirde şöyle açıklanıyor: “Sana büyük bir vazife verilmiştir. Kendilerine dayanılmaz bir azap gelmeden evvel, çevrende gaflet içinde bulunanları uyar. Onları bir gün muhakkak karşılaşacakları korkunç akıbetle ilgili ikaz et. Onlara de ki; “Siz sağır ve kör sultanın saltanatında yaşamıyorsunuz. Ne yaparsanız yapın, hesabının sorulmayacağı bir ortamda değilsiniz!”
“Bir gün hesap vereceğim” duygusunu hep canlı tutmak ve gücümüz yettiğince bunu hatırlatmak durumundayız. Çünkü ekseriyetle insanların hatası “Her an her şeyi gören ve bilen Kudret Sahibi’ne hesap vereceği” gerçeğini unutmasından kaynaklanıyor…
SADECE RABBİNİ BÜYÜK TANI
Sadece Rabbini büyük tanı. Herkesin müşrik olduğu bir vasatta verilen bu ilâhî emrin manası şöyle olmalı; Sen hakikati söylüyorsan Allah yâr ve yardımcın olacaktır. O takdirde bütün dünyanın buna karşı çıkmasının bir önemi yoktur.
Allah’ın büyüklüğünü bilmek ve bildirmek, O’nun dışında hiç kimsenin buna layık olmadığını söylemek aslî misyonumuzu teşkil ediyor.
ELBİSENİ TEMİZ TUT
Elbiseni temiz tut. “Elbiselerini kirden arındır ve temiz tut. Çünkü beden ve elbise temizliği ruh temizliğini beraberinde getirir. Temiz bir ruh, pis bir beden ve elbise içinde rahat edemez. Bu sebeple Allah Rasûlü (s.a.v) elbise ve beden temizliğine dair bütün ayrıntıları insanlara öğretmiştir. Bu emri aynı zamanda elbiselerin ahlakî ayıplardan da arındırılması şeklinde anlayabiliriz. Müslüman’ın elbisesi temiz ve düzgün olup, riya ve gösteriş gibi manevî kirlerden de uzak bulunmalıdır.
KÖTÜ ŞEYLERİ TERK ET
Kötü şeyleri terk et. Burada “kötülük” olarak tercüme edilen âyet-i kerimedeki “rücz” kelimesi, çirkin ve pis olan her şeyi kapsamaktadır. Buna akîdede, düşüncede, ahlakta, amelde ve bedende bulunabilecek her türlü kötü şey dahildir. Şu halde çevresindeki her türlü kirlenme yaygın ve baskın hale gelse bile, Müslüman bunları terk ederek temiz kalmaya gayret edecektir.
İYİLİKLERİ ÇOK GÖRÜP BAŞA KAKMA
Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. Bunun manası şudur: “İhsanda bulun, cömert ol, iyilik yap. Ancak bunların hepsi de sadece ve sadece Allah rızası için olsun. Allah için bir iş yaptığında sakın “ben şunu yaptım” deme.”
Bütün bunlardan anlaşılan o ki, Allah yoluna davet etmek üzere yola çıkanlara dil uzatan çok olur. Ancak İslam’ı yaşamak ve yaşatmak gibi bir derdi olan insan, önüne çıkarılan bütün zorluklara Rabbinin rızasına ermek için sabretmek durumundadır. Hiçbir engel, onu doğru bildiğini usûlünce söylemekten alıkoymamalıdır…
Birbirine yakın zamanlarda nazil olan ve biri huzur-ı ilâhîye durmak için gecelerde kıyamı, diğeri İslam’ı tebliğ için gündüzleri kıyamı emreden Müzzemmil ve Müddessir sûrelerinin ilk âyetlerini birlikte değerlendirirsek, konumuzu teşkil eden âyetlerle ilgili şunu diyebiliriz: Müzzemmil sûresi âyetleri Allah’ın büyüklüğünü ilan etmek üzere Rasûlullah (s.a.v)’ı ayağa kaldırıyor. Hz. Hadice (r.anha) gibi, Hz. Ali (k.v) gibi en yakınlarından başlayarak insanları İslâm’la buluşturuyor. Sonra Selman’lara, Süheyb’lere kadar uzatıyor mübarek ellerini. Ve yüzyıllar ötesine, “kardeşlerim” dediği mü’minlere sesleniyor…
Bu vesileyle kendimize şu soruları sorabiliriz: Rasûlullah (s.a.v)’ı heyecanlandıran âyetleri hangi duygularla okuyoruz; vaktimizin, imkânlarımızın ne kadarını “Allahu ekber” lafzını gönüllere nakşetmek uğrunda harcıyoruz? İnsanların imansızlık ve imkânsızlık içinde kıvranması ne kadar uykularımızı kaçırıyor? Bir Müslüman olarak konuşmamızda, duruşumuzda İslâm’ın öngördüğü nezaket ve nezafeti ne kadar gözetiyoruz?
Bu ve benzeri sorular yüreğimizi sızlatmadıkça, konumuzu teşkil eden âyetlere tam manasıyla imtisal ettiğimizi söyleyebilir miyiz?
OKU/DÜŞÜN
Fâtır sûresinde şöyle buyruluyor: “Sonra Kitab’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışırlar. İşte büyük fazilet bundadır.” (35/32)
Burada Allah Kelamı’na vâris kılınanların üç halinden söz ediliyor: kendilerine zulmedenler, ortada olanlar ve Allah’ın izniyle hayırda yarışanlar…
Kendilerine zulmedenler günahkar mü’minlerdir. Çünkü onlar, günah işleyerek kendi nefislerine haksızlık etmişlerdir. Bununla birlikte Allah’ın kitabına vâris olmaktan çıkarılmamışlardır.
Orta yolu tutanlar Kitab’a vâris olmanın şartlarını eksik olarak yerine getirenlerdir. Bunlar, Allah’ın emirlerine riayet etmeye çalışırlarsa da, bazen gevşek davranarak günah işlerler. Muktesitlerin sayıları birinci guruptan az, üçüncü guruptan çoktur.
Allah’ın izniyle hayırlarda yarışanlar ise vâris olanların başında gelir. Çünkü onlar, bu husustaki şartları yerine getirirler. Kitap ve sünnet çerçevesinde yaşayarak bildiklerini tebliğ ederler. Hayır yarışında öne geçmeye çalışırlar, bilerek günah işlemezler ve bir hata ettiklerinde derhal tövbe ederler. Bunlar, birinci ve ikincilerden az oldukları için en son zikredilmişlerdir.
Hayırda yarışan azın azından olabilmek için âyet-i kerimede zikredilen üç sınıftan hangisine yakın durduğumuza bakmak durumundayız.
Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, 2011 - Mart, Sayı: 301, Sayfa: 026