Peygamberimizin 3 Vazifesi
Peygamberlerin vazifeleri nelerdir? Cenâb-ı Hak, Peygamberimizin (sav.) üç mühim vazifesine dikkat çekiyor...
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Ey insanlar!) Andolsun ki, kendi içinizden size bir Peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor, sizi tezkiye ediyor (kötülüklerden arındırıyor), Kitâb’ı ve hikmeti tâlim edip bilmediklerinizi öğretiyor.” (el-Bakara, 151)
HZ. PEYGAMBER’İN (SAV.) ÜÇ VAZİFESİ
Bu âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in üç mühim vazifesine dikkat çekiyor:
- يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا : Allâh’ın âyetlerini okuyup dîni tebliğ etmek.
- وَيُزَكّ۪يكُمْ : İç âlemleri tezkiye etmek; duyguları temizlemek.
- وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ : Bu rûhî terbiye neticesinde Kurʼân-ı Kerîmʼin derinliklerini; kâinat, hâdisat ve vukuâtta sergilenen ilâhî sır ve hikmetleri öğretmek.
Bilindiği üzere, Peygamber Efendimizʼin ümmetini İslâmʼa ve tevhid inancına dâveti; gelen vahyi okuyup tebliğ etmesiyle başlamıştır. Ancak bu vazife, insanları nihâî hedefe ulaştırmada ilk merhaledir.
Tevhid dâvetinin asıl maksadına ulaşması ise, nefisleri küfür, şirk, nifak, riyâ, kibir ve haset gibi mânevî kirlerden tamamen arındırıp, ihlâs, takvâ, huşû ve huzûra erdirmekle mümkündür.
Bu hususta Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri şöyle buyurur:
“Tandırdan elbisene bir kıvılcım sıçrasa, hemen onu söndürmeye koşuyorsun! Peki dînini yakacak olan bir ateşin, yani kibir, haset ve riyâ gibi kötü sıfatların kalbinde durmasına nasıl müsâade edebiliyorsun?!”[1]
İşte tezkiye, bütün duyguların îman süzgecinden geçirilerek arındırılması, âdeta rafine edilip temiz ve hâlis bir hâle gelme safhasıdır.
İbn-i Abbas -radıyallâhu anh-, âyet-i kerîmelerde geçen “tezkiye/temizlenme” ifâdesini; “Kişinin «Lâ ilâhe illâllah!» demesidir.” şeklinde tefsir eder.[2] Zira tezkiyede ilk adım, kalbin küfür ve şirkten temizlenmesidir.
Nitekim kelime-i tevhîde, önce “nefy” ile başlanır. Yani “Lâ ilâhe” diyerek kalpten, âdeta put hâline gelmiş olan bütün nefsânî hevesler ve çirkin huylar çıkarılır. Sonra “isbât”a geçilir. Yani “illâllah” demek sûretiyle, bir nazargâh-ı ilâhî durumunda olan kalp, Allah Teâlâ’nın tevhid nurlarıyla doldurulur.
Şâir bu gerçeği ne güzel ifâde eder:
Sür çıkar ağyârı dilden, tâ tecellî ede Hak;
Pâdişah girmez saraya, hâne mâmûr olmadan…
“Gönül sarayından, Allah’tan gayrı ne varsa hepsini sürüp çıkar. Zira; güzel, bakımlı ve temiz olmayan bir saraya pâdişah teşrif etmez.”
Bu kalbî temizlik safhasından sonra ise, uyulması gereken ilâhî emir ve nehiyleri beyân eden “Kur’ân-ı Kerîm’in tâlimi” merhalesi gelir.
Kur’ânʼın tefekküründe derinleşebilmek de, bu kalbî temizliğe ulaşmakla mümkündür. Zira Kur’ân-ı Kerîm, asıl temiz bir kalp ile okunup idrâk edilebilir.
Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- şöyle buyurur:
“Eğer kalpleriniz tertemiz olsaydı, Allâh’ın kelâmına doyamazdınız.” (Ali el-Müttakî, II, 287/4022)
Bu bakımdan evvelâ iç âlemin bâtıl fikirler ve süflî duyguların tesirinden kurtarılıp sahih bir îtikad, yani düzgün bir inanç ve güzel bir ahlâk ile tezyin edilmesi şarttır. İşte bütün bu merhalelerden sonra kul; “hikmet” tecellîlerine, yani hâdisât, vukuât ve eşyanın bâtınî ve sırrî hakîkatlerine mazhar olmaya başlar.
Dipnotlar:
[1] Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 239. [2] Kurtubî, el-Câmî, XX, 22.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Müslümanın Kendisiyle İmtihanında Tasavvuf, Erkam Yayınları
YORUMLAR