Peygamberimizin Ahde Vefası

Peygamber efendimiz, kötülük gördüğü kişilere karşı bile iyilik yaparak gönüllerini yumuşatır. İyilik gördüğü kişileri de ihmal etmez, iyiliklerine karşı ise mutlaka en güzel şekilde mukabele ederdi. 

Allâh'ın Rasûlü, fetihten sonra Mekke’de on beş gün kaldılar. Bu arada Ensâr’dan bâzıları endişelenmişler, Hazret-i Peygamber’in bir daha Medîne’ye dönüp dönmeyeceklerini düşünüyorlardı. Çünkü Allâh Teâlâ, O’na doğup büyüdüğü mübârek ve mukaddes yerin fethini nasîb etmişti. Safâ Tepesi’nde duâ etmekte olan Hazret-i Peygamber, Ensâr-ı Kirâm’ın bu tedirginliklerini sezdiler. Duâları bittikten sonra onların yanına gelerek:

“–Konuştuğunuz nedir?” diye sordular.

Onlar da endişelerini dile getirince, Allâh'ın Resûlü büyük bir vefâ örneği sergileyerek şöyle buyurdular:

“–Ey Ensâr! Öyle bir şey yapmaktan Allâh’a sığınırım. Ben sizin memleketinize hicret ettim. Hayâtım hayâtınız; ölümüm de sizin yanınızdadır.”

Bu ifâdelerden sonra Ensâr’ın endişesi zâil oldu. (Müslim, Cihâd, 84, 86; Ahmed, II, 538)

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN HAMD VE ŞÜKRÜ

Rasûl-i Ekrem Efendimiz Mekke’nin fethi sonrasında Allâh’a karşı şükrünü ve hamdini daha da ziyâdeleştirerek:

سُبْحَانَ اللهِ وَبِحَمْدِهِ أَسْتَغْفِرُ اللهَ وَأَتُوبُ اِلَيْهِ

“Ben Allâh’ın zât-ı sübhânîsini her vechile, yâni zâtında, sıfatlarında, fiillerinde, isimlerinde şânına yaraşmayan eksiklik şâibelerinden tenzîh ve takdîs ederim. O’na lâyık her türlü övgü ve tâzîmât ile hamd ederim. Allâh’tan beni bağışlamasını diler ve günahlarıma tevbe ederim.” zikrini, namazlarında, özellikle rükû ve secdelerde çokça okumaya başlamıştı. Hazret-i Âişe (r.anha) bunun sebebini sorunca Efendimiz:

“Rabbim bana ümmetimde bir alâmet göreceğimi, onu gördüğüm zaman bu zikri çokça yapmamı emretmişti. Ben o alâmeti gördüm.” buyurdu. (Müslim, Salât, 220)

Nitekim Nasr Sûresi’nde de kendisine yardım ve fetih geldiğinde ve insanların fevc fevc İslâm’a girdiklerini gördüğünde, tesbîhini daha da artırması ve istiğfâr etmesi emredilmişti.

FETHU'L-FÜTUH NE DEMEK?

Nasr Sûresi’nde geçen “nasr: yardım” kelimesinin bütün Araplara üstün gelmeye, “feth” kelimesinin de Mekke’nin fethine işâret ettiği söylenmiştir. “Feth” kelimesinin “açmak” mânâsından hareketle İbn-i Abbâs (r.a.) Mekke’nin fethine “Fethu’l-Fütûh” ismini vermiştir. Çünkü buradaki fetih, sâdece düşman elindeki bir şehrin alınmasından ibâret olmayıp Mescid-i Harâm’ın kontrolü ve Kâbe’nin fethi mânâsına da gelir. Aynı zamanda kalplerin Allâh’ın dînine, İslâm kapısının bütün insanlığa açılmasını da ifâde eder. Yâni Peygamber Efendimiz, o gün içine girdiği şehirden ziyâde gönülleri fethetmiştir. Bu sebeple Mekke’nin fethedilmesi, İslâm fütühâtının başlangıcı kabûl edilmiştir. Derhâl bütün Arabistan’a ve oradan bütün cihâna yayılan İslâm’ın maddî ve mânevî fütûhâtı, Kâbe kapısının açılmasıyla başlamıştır. Zîrâ bütün kabîleler İslâm’a girmek için Mekke’nin fethini gözlüyorlar ve:

“O’nu kavmi ile baş başa bırakın, eğer onlara üstün gelebilirse O peygamberdir.” diyorlardı. (Buhârî, Meğâzî, 53)

Hasan-ı Basrî’den nakledildiğine göre Resûlullâh, Mekke’yi fethedince Araplar:

“Allâh Teâlâ Mekkelileri Fil sâhiplerinin ordusundan korumuşken, Muhammed (s.a.v.) mâdem ki Mekkelilere üstün geldi, o hâlde sizin eliniz O’na erişemez.” dediler ve fevc fevc Allâh’ın dînine girdiler. (Elmalılı, IX, 6236-6238)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.