Peygamberimizin Ahlakı Nasıldı?
Allah, bizden nasıl bir ahlak istiyor? Peygamber (s.a.s.) Efendimiz nasıl bir ahlaka sahipti? Doç. Dr. Mehmet Özşenel anlatıyor.
Kur’an’da Resûl-i Ekrem sellallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in örnek ahlâkı şöyle anlatılır:
"Şüphesiz ki sen (ey Muhammed) yüce bir ahlâk üzeresin”.1
ONUN AHLAKI KUR’AN’DI
Bütün insanlığa bir uyarıcı ve müjdeci olarak gönderilen2 Peygamber Efendimiz, yüce bir ahlâk üzereydi. Çünkü onun ahlâkı Âişe validemizin ifadesiyle Kur’an’dan ibaretti.3
Onun ahlâkı yüceydi. Çünkü o alemlere rahmet olarak gönderilmişti.4 Alemlere rahmet vesilesi olan bir Peygamber’in ahlâkı da yüce olmalıydı.
Onun ahlâkı yüceydi. Çünkü alemlere rahmet olan Peygamber’i Alemlerin Rabbi eğitmişti. Rab, zaten bizatihi “terbiye eden” demekti. Peygamber Efendimiz bir hadisinde “Beni rabbim terbiye etti ve terbiyemi en güzel biçimde yaptı”5 buyurarak bu hakikate işaret etmişti.
Onun ahlâkı yüceydi. Çünkü tevhidin zirvesi ve Allah katında makbul yegâne din olan İslâm’ın6 tebliğcisi, peygamberler zincirinin son halkası,7 en yüce ve mükemmel ahlâka sahip olmalıydı.
Onun ahlâkı yüceydi. Çünkü böyle olmasa Allah katında en son ve en mükemmel din olan İslâm tamamlanmış olmazdı. Allah Teâlâ “Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçtim” buyurmuştu.8 Mükemmel olan dinin peygamberi de mükemmel olmalıydı. Bunun için Allah onu en güzel ahlâkî faziletlerle donatmıştı. Nitekim Peygamber Efendimiz de “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”9 buyurmamış mıydı?
Onun ahlâkı yüceydi. Çünkü hayatında iken ashabını eğitecek, vefatından sonra da kıyamete kadar inananlar için güzel bir örneklik teşkil edecekti.10
SABIR VE NEZAKETLE HAREKET EDERDİ
Merhamet timsali Peygamber Efendimiz Allah’ın dinini tebliğ ederken çok çalıştı. Bu yolda çok sabırlı, çok nazik ve çok müsamahalı davrandı. Çünkü aslolan insanları kaybetmek değil, kazanmaktı. Kendi ifadesiyle o, adeta ateşe doğru uçuşan kelebekleri kurtarmaya çalışıyordu.11 Bu uğurda bütün gayretiyle çalışıyor, olabildiğince sabır ve nezaketle hareket ediyordu. Nitekim Yüce Eğiticisi Kur’an’da “Sen Allah’tan bir rahmet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, etrafından dağılır giderlerdi” buyuruyordu.12
Peygamber Efendimiz insanları kazanma yolunda elinden gelen her şeyi yapıyordu. Ama Allah’ın yasakları ihlal edildiğinde tavrını koymaktan da çekinmiyordu. Çünkü onun ölçüsü “el-Hubbu fi’lllah ve’l-buğzu fi’llah” yani “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek”ti.13 Hz. Âişe validemiz Peygamber Efendimizin bu yüksek şahsiyetini şu sözleriyle ne güzel özetliyor: “Resûlullah (s.a.) iki seçenek arasında muhayyer bırakıldığında, günah olmadığı sürece onlardan daha kolay olanını tercih ederdi. Günah olduğu takdirde ise ondan insanların en uzak duranıydı.
Resûlullah (s.a.) hiçbir zaman kendi nefsi için intikam almadı; ancak Allah Teâlâ’nın haramları çiğnendiğinde müstesna. O zaman da ancak Allah için intikam alırdı.”14 Onun hayatı bunun sayısız örnekleriyle doluydu. Nitekim Tâif’te kendisini kan revan içinde bırakanlara beddua etmediği gibi, bilakis Allah’tan onların hidayetini istemiş,15 ama bir kabileye tebliğ için gönderdiği yetmiş hafız Bi’r-i Maûne denen yerde pusuya düşürülüp müşrikler tarafından şehid edildiğinde adeta ciğeri yanmıştı. Bunun için belki de hayatında ilk ve son defa bir ay boyunca onları şehid eden kabilelere sabah namazından sonra beddua etmişti.16 Çünkü burada söz konusu olan kendisi değil, İslâm’ın geleceğiydi. İslâm’ı bilen yetmiş eğitimli insanın şehadeti, İslâm için büyük kayıptı.
HAKK’I GALİP KILMAK
Peygamber Efendimiz İslâm’ı tebliğ ederken en münasip lisanla konuşuyordu. Çünkü Yüce Eğitici kendisine öyle öğretmişti: “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel biçimde mücadele et”.17 Burada hikmet ve güzel öğütle davet yanında, muhatapla mücadele etmek, tartışmak gerekiyorsa bunun da en güzel şekilde yapılmasının emredilmesi dikkat çekicidir. Çünkü tartışmada aslolan, muhataba üstün gelmek ve onu mağlup etmek değil, hakkı galip kılmak, gerçeği ortaya çıkarmaktı.
Peygamber Efendimiz hayatı boyunca hikmet, güzel öğüt ve güzel mücadele düsturuyla hareket etmiş, her fırsatta muhataplarına İslâm’ın güzelliklerini anlatmaya çalışmıştı. Bir defasında bir bedevi Mescid-i Nebevî’ye gelmiş ve mescidin kumla kaplı zeminine bevletmişti. Bunu gören ashab-ı kiram bu zatı hırpalamaya hazırlanırken, Peygamber Efendimiz müdahale etmiş; bevledilen yere bir kova su döktürdükten sonra bedeviye buraların Allah’ı zikir, namaz ve Kur’an okuma yerleri olduğunu tatlı bir lisanla anlatmıştı.18 Aynı şekilde yeni müslüman olduğu için namazda konuşulmaması gerektiğini bilmeyen Muâviye b. el-Hakem de cemaatle namaz kılındığı sırada aksıran birisine “Yerhamukallah (Allah sana merhamet eylesin)” deyince ashabın tepkisiyle karşılaşmış, namazdan sonra Peygamber Efendimiz ona da aynı letafetle muamele etmişti. Olayı anlatan Muâviye diyor ki: “Anam, babam ona feda olsun. Ne önce ne de sonra Resûl-i Ekrem kadar güzel öğreten bir muallim görmedim. Beni ne azarladı, ne dövdü, ne de kötü söz söyledi. Sadece namaz bitince şunları söyledi: Namazda dünya kelamı konuşmak doğru değildir. Namaz, tesbih, tekbir ve Kur’an kıraatinden ibarettir”.19
PEYGAMBERİMİZDEN İSLAM’A DAVET ÖRNEĞİ
Bir başka örnek Resûlullah’ın güzel mücadele düsturuyla nasıl insan kazandığını göstermektedir. Benû Hanife kabilesinin reislerinden Sümâme b. Üsâl, Mekke’ye geldiğinde Efendimiz onu da İslâm’a davet etmiş, ancak Sümâme:
“Bunu bir daha tekrar edersen seni öldürürüm” diyerek sert bir tepki göstermişti. Ancak hicretten sonra bir gün Sümâme esir düşerek Medine’ye getirildi. Hz. Peygamber onu tanımıştı. Sümâme’nin mescide bağlanmasını ve ona iyi davranılmasını emretti. Hatta kendi hanesinden yemek gönderdi. Mescide geldikçe onu İslâm’a davet ediyordu. Sümâme ise öldürülmeyi hakettiğini, ama fidye karşılığı bırakılırsa Peygamber’in lütufta bulunmuş olacağını söylemişti. Peygamber Efendimiz ona bir müddet daha güzel muamelede bulunmaya devam etti. Ancak durumda değişme olmayınca, onun fidyesiz serbet bırakılmasını emretti.
Efendimizin bu sabırlı, afvedici ve lütufkâr tavrı karşısında Sümâme Medine dışına çıktıktan sonra müslüman olmaya karar verip geri döndü. Döndüğünde Resûlullah’a şöyle diyordu: “Ya Muhammed! Daha önce şu dünyada bana senin yüzünden daha sevimsiz gelen bir yüz yoktu. Ama şimdi senin yüzün bana en sevimli yüz haline geldi. Daha önce senin dinin kadar nefret ettiğim bir şey yoktu. Ama şimdi senin dinin bana en sevimli din oldu”.20
HİDAYETE VESİLE OLMAK
Resûl-i Ekrem Mekke’nin fethinde de aynı asil ve âlicenap tavrı göstermiş ve kendisine uzun yıllar işkence ve hakaretler eden Mekke müşriklerini afvedip serbest bırakmıştı. Bu da onun yüce ahlâkının en güzel tezahürlerinden biriydi. Onun bu afvedici ve lütufkâr tavrı birçok insanın müslüman olmasına vesile olmuştu. Bir sözünde Hz. Ali’ye hitaben söylediği gibi, bir tek insanın hidayetine vesile olmak, kıpkızıl deve sürülerine sahip olmaktan,21 hatta dünya ve içindekilere malik olmaktan daha değerliydi.22 Bunun için bir savaşta kelime-i tevhid getirdiği halde düşmanını öldüren Üsâme b. Zeyd’e hayretler içinde “Demek ‘Lâilâhe illallah’ diyen birini öldürdün ha!” diyerek çıkışmış, sahâbînin “Ama ya Resûlallah, onu kılıç korkusuyla söyledi” demesi üzerine şu calib-i dikkat cevabı vermişti: “Kalbini yarıp da baktın mı?” Resûlullah üzüntüsünden bu soruyu o kadar tekrarlamıştı ki, sözkonusu sahâbî “Keşke yeni müslüman olup, herşeye yeniden başlasaydım (da bu hatayı işlemeseydim)” diye kedere garkolmuştu.23
Peygamber Efendimiz insanları kazanmak için birçok yöntemi kullanıyordu. Bunlardan bir tanesi de karşısındakine değer vermekti. Amr b. el-Âs diyor ki: Resûlullah en kötü ve hayırsız insanlara bile yönelir, konuşur, onların kalplerini kazanmak isterdi. Bana da aynı şekilde yakın ilgi gösterdi. O kadar ki kendimi oradaki insanların en hayırlısı zannederek sordum: “Ya Resûlallah! Ben mi hayırlıyım, Ebû Bekir mi?” “Ebû Bekir” diye cevap verdiler.24 Bir diğer rivayete göre ise Resûlullah Efendimiz esasen o sıralar yeni müslüman olmuş bulunan Amr b. el-Âs’ı, aralarında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer gibi büyük ashabın da yer aldığı bir birliğe komutan tayin etmiş ve onu Zâtü’s-Selâsil gazasına göndermişti. Bu onur üzerine bir de gazadan zaferle dönen Amr b. el-Âs cevaptan emin bir şekilde, Peygamber Efendimiz’e “Sana en sevimli gelen insan kim?” sorusunu sorma cesaretini göstermişti. Efendimiz onun halet-i ruhiyesini anlamıştı. Cevabı “Âişe” oldu. Fakat Amr istediği cevabı almakta ısrarlıydı. Bu sefer “Erkeklerden kim?” diye sordu. Cevap “Onun (Âişe’nin) babası (yani Hz. Ebû Bekir)” idi. Ondan sonra Hz. Ömer, derken birçok kişiyi saydı, fakat sıra bir türlü kendisine gelmiyordu. Nihayet devam ederse en sona kalacağını düşünerek sormaktan vazgeçti.25 Böylece Peygamberimizin birini taltif etmesinin diğerlerinin değer ve faziletini eksiltmediğini anlamış oldu.
DİNİ KOLAYLIKLA VE GÜZELLİKLE TAKDİM ETMEK
Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz insanlarla konuşurken onların durumlarını da dikkate alıyordu. İnsanları taltif ederken itidali elden bırakmıyor, herkese layık olduğu muameleyi yapıyordu. Nitekim bir hadisinde “İnsanları layık oldukları mevkiye koyun”26 diye tavsiye buyuran da bizzat o idi. O başka bir sözünde “Biz insanlara akılları miktarınca konuşmakla emrolunduk”27 buyurarak, muhatabın akli ve zihni seviyesine uygun konuşmanın önemine işaret etmişti. O ayrıca devamlı vaaz ve nasihat ederek muhataplarını bıktırmak da istemezdi. Vaaz ü nasihat etmek için uygun zamanı kollar, muhataplarının öğrenmeye hazır oldukları anı yakalamaya çalışırdı. Onu örnek alan ashabın büyüklerinden İbn Mes’ud da hergün vaaz etmesini isteyenlere Peygamberimizin bu tavrını hatırlatmıştı.28 Bütün bunların temelinde Peygamber Efendimizin dini kolaylıkla ve güzellikle takdim etme düşüncesi yatıyordu. Nitekim onun ifadesiyle “Din kolaylıktan ibaret”29 idi. O kolaylık göstermeyi prensip edinmiş, ashabına ve ümmetine de bu prensibini tavsiye etmişti: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin”.30 O, İnsanlara dini sevdirmeyi şiar edinmiş, ümmetine de bu şiarı miras bırakmıştı. Çünkü “Allah sizin için kolaylık murad eder, zorluk murad etmez.”31
ŞAKALARI HAK’TANDI
Efendimizin yüce ahlâkının tezahürlerinden biri de daima doğrudan ve doğruluktan yana olmasıydı. O şakalaşırken bile haktan ayrılmazdı. Nitekim ashab-ı kiram ona “Ya Resûlallah bizimle latife yapıyorsun” dediklerinde “Evet ama ben haktan başka birşey söylemem” buyurmuştu.32 Bir gün bir adam gelerek Peygamber Efendimiz’den bir binek istedi. Peygamber Efendimiz latife olsun diye “Sana bir deve yavrusu vereyim” dedi. Bu cevap karşısında şaşıran adamcağız “Ya Resûlallah, ben deve yavrusunu ne yapayım?” deyince Peygamberimiz “Deveyi yine deve doğurmuyor mu?” buyurarak şaka yaptığını açıklamış oldu.33 Yine bir gün Peygamber Efendimizin yanına yaşlı bir kadın gelmişti. “Ya Resûlallah, Allah’a dua et, beni cennetine koysun” dedi. Peygamber Efendimiz ona latife yapmak istedi ve “Ey Falanın annesi! Yaşlı kadınlar cennete giremez” buyurdu. Bunun üzerine kadıncağız ağlamaya başladı. Bu durumu gören Peygamberimiz bir ayete34 atıfta bulunarak insanların yaşlı bile olsa cennete genç olarak gireceklerini söyledi ve kadını teskin etti.35
Peygamber Efendimizin hayatı onun yüce ahlâkını ve yüksek şahsiyetini yansıtan sayısız örneklerle doludur. Şüphesiz ki o sadece inananlar için değil, bütün insanlık için en güzel örnektir. Kıyamete kadar da örnek olmaya devam edecektir. Bize düşen onun hayatından ibretler almak, hayatımızı onun sünnetine göre şekillendirmeye çalışmaktır. Çünkü İslâm’ı en mükemmel şekilde yaşayan odur. O adeta İslâm’ın ve Kur’an’ın tecessüm etmiş halidir.
Allah’ın rızasına ve sevgisine ulaşmak onu sevip, ona tabi olmaktan geçmektedir:
“Ey Peygamber de ki eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir”.36
“Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Peygamber’e tabi olduk. O halde bizi şahitlerden yaz”.37
“Şüphesiz Allah ve melekleri o Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler siz de ona salât ve selâm edin”.38
“İşittik ve itaat ettik..”.39
Salâtullah, selâmullah aleyke yâ Resûlallah...
Dipnotlar: 1) Kalem, 4. 2) Sebe’, 28. 3) Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 139. 4) Enbiya, 107. 5) İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî ğarîbi’l-hadis, Beyrut, 1997, I, 8; es-Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, Laylpûr (Pakistan), ts., I, 13; el-Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, Haleb-Kahire, ts. I, 72; ayrıca bk. es-Sem’ânî, Edebü’l-imlâ ve’l-istimlâ, Beyrut, 1981, s. 1. 6) Âl-i İmran, 19, 85. 7) Ahzab, 40. 8) Maide, 3. 9) Mâlik, Hüsnü’l-huluk, 8; Ahmed, Müsned, II, 381; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, Beyrut, 1997, s. 104. 10) Ahzab, 21. 11) Buhârî, Rikak, 26; Müslim, Fadâil, 17-9; Tirmizi, Edeb, 82. 12) Âl-i İmran, 159. 13) Ahmed, Müsned, V, 146; Ebû Dâvûd, Sünne, 2. 14) Buhârî, Menâkıb, 23; Müslim, Fadâil, 77. 15) Buhârî, Bed’u’l-halk, 7; Müslim, Cihad, 111. 16) Buhârî, Cihad, 184, Meğâzî, 28; Müslim, Mesâcid, 297-302. 17) Nahl, 125. 18) Müslim, Tahâre, 98-100; ayrıca bk. Buhârî, Vudû, 57-58, Edeb, 35, 80; Tirmizî, Tahâre, 112. 19) Müslim, Mesâcid, 33; Ebû Dâvûd, Salât, 167; Ahmed Önkal, Rasûlullah’ın İslâm’a Davet Metodu, Konya, 1984, s. 163-164. 20) Ahmed, Müsned, II, 246-247, 452; Buhârî, Meğâzî, 70; Müslim, Cihad, 59; Ebû Dâvûd, Cihad, 114; Ahmed Önkal, Rasûlullah’ın İslâm’a Davet Metodu, s. 163. 21) Buhârî, Cihad, 102, 143; Müslim, Fadâilu’l-ashâb, 34. 22) Bir rivâyette “Üzerine güneşin doğup battığı herşeyden daha hayırlıdır” ifadesi geçmektedir. Bk. el-Heysemî, Mecmau’z-zevâid, Kahire, ts., V, 334. 23) Buhârî, Meğâzî, 45; Müslim, İman, 158; Ebû Dâvûd, Cihad, 95. 24) Tirmizî, eş-Şemâilü’n-nebeviyye, Beyrut, 1996, s. 419; Said Havva, Allah Resûlü Hz. Muhammed (trc. Halil Gönenç), İstanbul, 1981, s. 67; Ahmed Önkal, Rasûlullah’ın İslâm’a Davet Metodu, s. 181. 25) Buhârî, Meğâzî, 63. 26) Ebû Dâvûd, Edeb, 20. 27) ed-Deylemî, el-Firdevs bi me’sûri’l-hitâb, Beyrut, 1986, I, 398; el-Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I, 225-226. 28) Buhârî, İlm, 12. 29) Buhârî, İman, 29. 30) Buhârî, İlm, 11; Müslim, Cihad, 6. 31) Bakara, 185. 32) Buhârî, el-Edebü’l-müfred, s. 102; Tirmizî, Bir, 57. 33) Buhârî, el-Edebü’l-müfred, s. 102; Ebû Dâvûd, Edeb, 84; Tirmizî, Bir, 57. 34) Vâkıa, 35-37. 35) Tirmizî, eş-Şemâil, s. 298. 36) Âl-i İmran, 31. 37) Âl-i İmran, 53. 38) Ahzab, 56. 39) Bakara, 285.
Kaynak: Doç. Dr. Mehmet Özşenel, Altınoluk Dergisi, Nisan 2015, 350. Sayı