Peygamberimizin Ailesi
Allah’ın son elçisi: Hz. Muhammed’in (s.a.v.) aile bireyleri kimlerdir? Peygamberimizin ailesi hakkında kısaca bilgi...
Hazret-i Peygamber’in mübârek ev halkı… Nebevî ahlâk, ilim, irfan ve fazîletlerle yoğrularak şahsiyet kazanmış şerefli neseb… Hazret-i Peygamber’e muhabbet ve bağlılıkta ihlâs ve takvâ âbidesi olan ümmetin efendileri, “Âl-i Muhammed” (s.a.v.)…
PEYGAMBERİMİZİN AİLE BİREYLERİ KİMLERDİR?
Ehl-i Beyt, evveliyetle, Peygamber Efendimiz’in âile fertlerini ifade etmektedir. Bu mânâda Ehl-i Beyt; Resûl-i Ekrem Efendimiz ve âilesi,
Hanımları; Hatice, Sevde, Ayşe, Hafsa, Zeynep Binti Huzeyme, Ümmü Seleme, Zeynep Binti Cahş, Cüveyriye, Ümmü Habibe, Safiye, Meymûne, Mariye (radıyallahu anh) ve
Çocukları; Kasım, Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma, Abdullah, İbrahim (r.a.) ile
Hazret-i Ali, Câfer, Akîl, Abbâs ve âileleridir. Resûlullah’a salât ü selâm getirmek, nasıl bütün mü’minler üzerine bir vecîbe ise, Ehl-i Beyt’e hürmet ve muhabbetle bağlı bulunmak da bütün mü’minlerin vazîfesidir.
Çünkü insanoğlunun bir kimseye duyduğu muhabbetin en tabiî neticesi, sevdiğiyle alâkalı olan herkes ve her şeyin bu muhabbete dâhil olmasıdır. Bunlar, şahıslar da olabilir, eşyâ da olabilir, davranışlar da olabilir, coğrafya da olabilir.
Meselâ bir kimseyi çok seviyorsanız, o kimseye mahsus hâl ve hareketleri kimde görseniz, sevdiğiniz kişiyi hatırlarsınız. O hâl ve hareketlerin sâhiplerini de, sırf sevdiğinizi hatırlattığı için muhabbet dâireniz içine alırsınız. Bu netice, muhabbetin derecesine göre tecellî eder. Yüksek bir muhabbetle sevilenin; oturması, kalkması, hattâ giyim-kuşamına âit husûsiyetleri bile gönle tesir eder. Nitekim Peygamber Efendimiz’in mübârek sakal-ı şerîflerine ve hırkalarına tâzim ve muhabbet de bu hâlet-i rûhiyenin bir eseridir.
Allâh’a muhabbet, sevme fiilinde nihâî bir zirvedir. Bir sonraki zirve ise, yaratılışımıza vesîle olması sebebiyle Resûlullah Efendimiz’e muhabbettir. Muhabbet-i Resûlullâh ile yoğrulanlar, yukarıda ifade ettiğimiz gerçekler etrafında Ehl-i Beyt’i de sevmenin neşesi içinde, onların güzel hâllerine râm olurlar.
Zeyd bin Erkam (radıyallahu anh) şöyle anlatır:
“Bir gün Resûlullah, Mekke ile Medîne arasındaki Hum suyu başında ayağa kalkarak bize bir konuşma yaptı. Allâh’a hamd ü senâdan sonra bize nasîhatte bulundu. Sonra da şöyle buyurdu:
«–Ey insanlar! Ben de bir insanım. Yakında Rabbimin elçisi bana da gelecek ve ben O’nun dâvetine icâbet edip gideceğim. Size iki mühim şey bırakıyorum. Biri, insanı doğruya götüren bir rehber ve nûr olan Allâh’ın kitâbı Kur’ân’dır. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın!..»
Efendimiz Kur’ân-ı Kerîm’e bağlılık husûsunda bâzı tavsiyelerde bulunduktan sonra sözlerine şöyle devâm etti:
«–Size bir de Ehl-i Beyt’imi bırakıyorum. Allah’tan korkun da Ehl-i Beyt’ime hürmet gösterin! Allah’tan korkun da Ehl-i Beyt’ime hürmet gösterin!»”
EHL-İ BEYT KİMLERDİR?
Yanındakiler Zeyd’e (radıyallahu anh):
“–Hazret-i Peygamber’in Ehl-i Beyt’i kimlerdir yâ Zeyd? Hanımları da Ehl-i Beyt’inden değil midir?” diye sorunca o:
“–Hanımları da Ehl-i Beyt’indendir. Fakat O’nun asıl Ehl-i Beyt’i, kendisinden sonra da sadaka almaları haram olan Ali, Akîl, Câfer ve Abbâs’ın âileleridir.” dedi. (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 36)
SELMAN BİZDENDİR
Bir de mânen Ehl-i Beyt’ten olma durumu mevzubahistir. Nitekim Selmân-ı Fârisî (radıyallahu anh), her hâli ile o kadar güzel bir İslâm şahsiyeti sergiliyordu ki, Ensâr da Muhâcirler de:
“−Selman bizdendir.” diyerek onu paylaşamaz olmuşlardı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
“–Selman bizdendir, Ehl-i Beyt’tendir!” buyurarak onu taltif etti. (İbn-i Hişâm, III, 241; Vâkıdî, II, 446-447; İbn-i Sa’d, IV, 83; Ahmed, II, 446-447; Heysemî, VI, 130)
EHL-İ BEYT’TEN OLMANIN EN ÖNEMLİ ŞARTI
Demek ki Ehl-i Beyt’ten olmanın en mühim şartı “takvâ”dır. Yâni zâhirî mânâda Ehl-i Beyt’e mensûb olmanın yanında, bir de mânen ve rûhen Ehl-i Beyt’ten olmak vardır. Bu ise, mü’min gönüller için mertebelerin en şereflisidir.
Bu meyanda ashâb içinde yüksek fazîlet ve takvâsıyla tanınan Muâz bin Cebel’in (radıyallahu anh) hâli de ne güzel bir misâldir:
Resûl-i Ekrem, Muâz’ı (radıyallahu anh) Yemen’e vâli olarak gönderirken, onu uğurlamak için Medîne’nin dışına kadar berâberinde gitmişti. Hazret-i Muâz binek üzerindeydi, Efendimiz ise yürüyordu. Ona bâzı tavsiyelerde bulunduktan sonra:
“–Ey Muâz! Belki bu seneden sonra beni bir daha göremezsin! İhtimal ki şu mescidimle kabrime uğrarsın!” buyurdu.
Bu sözleri duyan Muâz (radıyallahu anh) ağlamaya başladı. Resûlullah:
“–Ağlama ey Muâz!” buyurdu ve sonra yüzünü Medîne’ye çevirerek:
“–İnsanlardan bana en yakın olanlar, kim ve nerede olursa olsun, Allâh’a karşı takvâ sâhibi olan müttakîlerdir.” buyurdu.[1]
Bu hususta diğer bir misâl de Hazret-i Üsâme bin Zeyd’dir. Nitekim bir gün Ali ve Abbâs (radıyallahu anh), Allah Resûlü’ne gelerek, ehlinden en çok kimi sevdiğini sordular. Resûlullah:
“–Kızım Fâtıma’yı.” buyurunca bu defâ:
“−Ama biz, kadınların en sevgili olanını sormuyoruz yâ Resûlallah!” dediler. Bunun üzerine de Efendimiz şu karşılığı verdi:
“−Ehlimin bana en sevgilisi, Allâh’ın ve benim nîmetime mazhar olan Üsâme bin Zeyd’dir…” (Tirmizî, Menâkıb, 40/3819)
İşte böylece; “Şüphesiz benim dostlarım müttakîlerdir.” (Ebû Dâvûd, Fiten, 1/4242) buyuran Efendimiz, kendisine yakınlığın en mühim şartının, Allah katında da yegâne üstünlük sebebi olan “takvâ” olduğunu beyân etmiştir.
Büyük muhaddis Hakîm et-Tirmizî, Allah dostlarının da dâimâ zikrullâh üzere bulundukları için mânen Ehl-i Beyt’ten sayıldıklarını, lâkin bunun sulbî bir yakınlık olmayıp, kalbî ve mânevî bir yakınlığı ifade ettiğini bildirir. “Zîrâ Resûlullah Allâh’ın zikrini îkâme edip insanların kalbine yerleştirmek için gönderilmiştir.” der. (Hakîm et-Tirmizî, Kitâbu Hatmi’l-Evliyâ, s. 345-346)
O hâlde; “Kişi sevdiğiyle berâberdir.” (Buhârî, Edeb, 96) hadîs-i şerîfi muktezâsınca Efendimiz’e yakın olmak, O’nun dostluk halkasına ve Ehl-i Beyt’ine dâhil olmak için, en başta gönlümüzün Allah korkusu ve muhabbetiyle dolu olması, yâni kalbimizin Allah ve Resûlü’yle berâber olması îcâb etmektedir. Bu hâlin en net alâmeti de, ibâdet ve davranışlarımızda kendini gösterir.
Dipnot:
[1] Ahmed, V, 235; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Beyrut 1988, IX, 22.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Öyle Bir Rahmet Ki, Erkam Yayınları
YORUMLAR
çok güzel olmuş teşekkür ederim elemeği geçen herkese teşekkür ederim.
Çok güzellllllll