Peygamberimizin Anlatım Biçimleri Nelerdir? | ANLATIM TEKNİKLERİ
Madde madde Peygamberimizin (s.a.v) beş anlatım tekniği ve detayları...
Madde madde Peygamberimizin (s.a.v) anlatım usülleri, teknikleri...
ÖNCEKİ İNSANLARA DAİR KISSA ve HABERLER NAKLETME
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mekke devrinin çileli günlerinde insanları İslâm’a davet ederken bu usûlü de kullanmıştır. O günlerde Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir mecliste oturur, oradakileri Allâh’a çağırır, onlara Kur’ân okur ve onları; geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden sakındırırdı. (İbn Hişâm, I, 381)
Mevzuları kıssa ve hâdiselerle misallendirmek, anlatımı kolaylaştırdığı gibi anlamayı da hızlandırır. Çünkü bu misaller mevzûyu açar, canlandırır ve insanların zihnine ve kalbine iyice yerleştirir. Anlatıma ve yazıya akıcılık kazandırmak sûretiyle dinlemeyi ve okumayı kolaylaştırır. Mevlânâ Hazretleri, Şeyh Sâdî ve emsalleri en çok bu usûlden istifâde ederek eserlerini oluşturmuşlardır.
Böylece okuyucularına vermek istedikleri mesajlarını kıssa içerisinde yeri geldikçe en güzel bir şekilde verip muhataplarını sıkmadan terbiye etmişlerdir.
Diğer taraftan, kıssa ve haberlerde; dinleyenlere yönelik bir emir veya yasaklama olmadığından, bu usûl kalplere ve kulaklara daha hoş gelir, insanları gayret ve iştiyâka getirir.
Kişi, etkilenmediğini zannettiği bir anda kendini hâdisenin içinde buluverir. Mevzuyla alâkalı araştırmalar da dolaylı anlatımın bir nevî şuur dışı telkin kuvvetine sahip olduğunu göstermiştir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; ilâhî cezayı hak eden bir toplumdaki bozulmanın, tebliğ ve davet vazifesini terk etmekle başladığını, İsrâiloğulları’ndan bir misalle şöyle anlatmıştır:
“İsrailoğulları’ndaki ilk bozulma şöyle başlamıştır. Bir kişi, kötülük yapan birini görünce:
«Bak arkadaş! Allah’tan kork ve bu yaptığından vazgeç! Çünkü bunu yapmak sana helâl değil!» diye uyarırdı.
Ertesi gün o adamı aynı vaziyette gördüğünde onunla birlikte yiyip-içmek ve yanında oturabilmek için bir daha îkāz etmezdi. İşte o zaman Allah Teâlâ onların kalplerini birbirine benzetti.”
Sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu âyet-i kerîmeleri tilâvet buyurdu:
“İsrailoğulları’ndan kâfir olanlar, Dâvud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır.
Onlar, işledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür! Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün.
Kendileri için (âhirete) hazırladıkları şey ne kötüdür:
Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azâb içinde devamlı kalıcıdırlar!
Eğer onlar Allâh’a, Peygamber’e ve O’na indirilene îmân etmiş olsalardı kâfirleri dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (el-Mâide, 78-81)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bundan sonra sözlerini şöyle tamamladı:
“Ya siz de birbirinize iyi şeyleri tavsiye eder, kötülüklerden sakındırır, zâlimin zulmüne mâni olursunuz; yahut da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, İsrâiloğulları’na lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Bkz. Ebû Dâvûd, Melâhim, 17/4336; Tirmizî, Tefsir, 5/6, 7; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, X, 93)
Yine bir gün Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbına, İsrailoğulları’ndan bir kişiyi anlatmıştı. (Şem’ûn-i Gazi isimli) bu zât; bin ay Allah yolunda silâh kuşanarak cihâd etmiş, gecelerini de ibâdetle geçirmişti. Müslümanlar hayretler içinde kalarak ona gıpta ettiler.
Bunun üzerine Allah Teâlâ, ümmet-i Muhammed’e olan lütuf ve merhametini beyân etmek üzere Kadir Sûresi’ni indirdi:
“Biz o (Kur’ân’ı) Kadir Gecesi indirdik.
- Kadir Gecesi nedir, bilir misin Sen?
➢Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
- Melekler ve Rûh o gece Rablerinin izniyle her iş için iner de iner.
O gece, tâ fecrin doğuşuna kadar tam bir esenlik ve selâmettir.” (el-Kadr, 1-5) (Bkz. Vâhidî, s. 486)
LATÎFE / ESPRİ YOLUYLA ÖĞRETME
Ne kadar ciddî mevzular üzerine olursa olsun; eğitim, asık suratlı bir faaliyet olmak zorunda değildir. Zaman zaman öğretmen ve öğrenci arasında; neşe, muhabbet ve zekânın mahsûlü latîfelere ihtiyaç vardır.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ashâbıyla münasebetlerinde zaman zaman latîfeler yapmıştır. Fakat yapmış olduğu latîfe ve şakaların, muhatabının rûhunu okşayıcı mâhiyette olmasına îtinâ göstermiş, asla haysiyeti zedeleyici ve kulu istihfâf edici şaka ve latîfe yapmamıştır. Ayrıca O, bu latîfelerinde dahî doğru sözden başkasını söylememiştir.
Şu hâdise Peygamber Efendimiz’in ne kadar ince bir üslûp ile şaka yaptığının bir misâlini teşkil etmektedir:
Saf bir adam bir gün Rasûlullah’tan binmek için bir hayvan istemişti. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“−Peki, seni bir dişi deve yavrusuna bindirelim.” buyurdu. Adam ise hayretle;
“−Yâ Rasûlâllah! Ben dişi deve yavrusunu ne yapayım, o beni nasıl taşır!” diyerek şaşkınlığını ifade edince Peygamber Efendimiz;
“−Devenin küçüğü de büyüğü de muhakkak bir dişi deveden doğmamış mıdır?” diyerek latîfede bulundu. (Tirmizî, Birr, 57)
Bu latîfeden hareketle diyebiliriz ki, bir söze muhatap olan kişi evvelâ sözün hangi mânâları ifade ettiğini iyi düşünmelidir.
Çünkü bu hakikaten mühim bir ahlâktır.
Nitekim bu hâdisede olduğu gibi bakış tarzımız yanlış olduğunda doğru bir bilgiyi bile yanlış anlamamız mümkündür.
İkincisi de şaka mutlaka doğru olmalıdır. İçinde kesinlikle yalan bulunmamalıdır. Zaten bir mü’mine yalan asla yakışmaz.
Bir defasında ihtiyar bir kadın Peygamber Efendimiz’e gelerek;
“−Yâ Rasûlâllah! Cennete girmem için Allâh’a duâ et!” dedi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“−Cennete yaşlı kadınlar giremez!” buyurdu. Verilen cevaptaki ince nükteyi anlayamayan kadıncağız üzüldü ve ağlamaya başladı. Bunun üzerine Âlemlere Rahmet Efendimiz durumu ona şöyle îzâh etti:
“−Yaşlı kadınlar cennete o hâlleriyle değil, genç ve güzel olarak girerler. Zira Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de;
«Biz (cennete giren kadınları) defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları eşlerine düşkün ve yaşıt bâkireler kılmışızdır.» (el-Vâkıa, 35-38) buyuruyor.” (Heysemî, X, 419; Tirmizî, Şemâil, s. 91-92)
Hoş latîfeler insanı rahatlatarak, yoğunluğun verdiği ağırlıktan uzaklaştırır. Ayrıca insan, güler yüzlü ve mütebessim olduğu zamanlarda asık suratlı olduğu zamanlardakinden daha çok ve kolay öğrenir. Sürekli ciddî durmak zihni yorar, fikri durgunlaştırır. Zaman zaman yapılan hoş ve faydalı mizah, insanı tazeler ve dikkatin teksif edilmesini sağlar.
Bu sebeple eğitimcilerin ders esnasında, aşırıya ve lâubâlîliğe kaçmadan genç dimağları zinde tutmak için latîfeyi güzel bir şekilde kullanmaya dikkat etmeleri gerekir.
MADDELER HÂLİNDE ANLATMA
İnsan zihni, bilgileri kategorize ettiği takdirde daha çabuk öğrenmektedir. Peygamber Efendimiz -aleyhisselâm- da bu metodu kullanarak, vermek istediği mesajın dinleyen kişi tarafından daha iyi ezberlenme ve öğrenilmesini sağlamıştır.
Meselâ Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir kişiye öğüt verirken ona şöyle buyurdular:
“Beş şey gelmeden evvel beş şeyi ganîmet bil!
- İhtiyarlığından evvel gençliğin;
- Hastalığından evvel sıhhatin;
- Fakirliğinden evvel zenginliğin;
- Meşguliyetlerinden evvel boş vakitlerin ve;
- Vefâtından evvel hayatın.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 341/7846)
Hadîsin muhtevâsıyla amel edilmezse hazırlanılması gereken âkıbet bir başka maddeli hadiste anlatılır:
“Hiçbir kul; kıyâmet gününde,
Ömrünü nerede tükettiğinden;
İlmiyle ne gibi işler yaptığından;
Malını nereden kazanıp nerede harcadığından;
Vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (Tirmizî, Kıyâmet, 1)
Bir eğitimcinin de ilgilendiği talebelerine ders verirken bu yöntemi kullanması çok bereketli bir usûl olacaktır.
ÖNCE VECİZ BİR ŞEKİLDE SÖYLEYİP SONRA TAFSİLÂT VERME
«Cevâmiu’l-kelim» yani az sözle çok ve derin söyleme vasfıyla mücehhez olan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sık sık bu veciz ifadeleri kullanmışlardır.
Tabiî ki açıklanmaksızın anlaşılması yüksek bir irfân isteyen bu sözler, muhatapta merak ve istifham doğurmakta, böylece hâsıl olan merakı, asıl verilmek istenen mesaja yöneltme imkânı ortaya çıkmaktadır.
Bu usûl, mevzûun hâfızalarda daha iyi yerleşmesini veya ezberlenmesini sağlar. Çünkü önce dikkatler teksif edilerek muhataplar teferruâta hazır hâle getirilmiştir.
Şu hâdiseler bu mevzûya güzel bir örnek teşkil etmektedir:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- biz ümmetini îkaz sadedinde;
“–Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuştu.
“–O pişmanlık nedir yâ Rasûlâllah?” diye soruldu. Efendimiz şöyle buyurdu:
“–(Ölen), muhsin (ihsan sahibi, sâlih) bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artıramamış olduğuna; şayet kötü bir kişi ise, kötülükten vazgeçerek hâlini ıslah etmediğine pişman olacaktır.” (Tirmizî, Zühd, 59/2403)
Bir defasında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ehl-i zikrin fazîletini beyan sadedinde;
“–Müferridler öne geçti!” buyurmuşlardı. Sahâbîler;
“–Müferridler ne demektir, yâ Rasûlâllah?” diye sordular.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- açıkladı:
“–Müferridler Allâh’ı zikretmeye düşkün olan kimselerdir. Zikir onların sırtlarındaki günah yüklerini indirdiği için kıyâmet günü hafiflemiş olarak gelirler.” (Tirmizî, Deavât, 128/3596)
Eğiticiler de aynı metotla, öğrencinin dikkatini celbedebilirler. Öğrencide soru sorma heyecanını ortaya çıkarmak, derse katılımını sağlamak açısından önemli bir adımdır. Bu metot, gençlerin zihinlerini ve zekâlarını da açacaktır.
KARŞILIKLI KONUŞMA ve SORU-CEVAP METODU
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in en mühim tâlim metodlarından biri de, dinleyenlerin dikkatlerini toplamak, vereceği cevaba teksîf etmek ve bilgiyi kalıcı hâle getirmek için karşılıklı konuşma ve muhataba sual sorma metoduydu.
Meşhur Cibrîl hadîsi bunun güzel bir misâlidir.
Hazret-i Ömer anlatıyor:
Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûrunda bulunduğumuz sırada; elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş gibi bir hâli olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber Efendimiz’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Allah Rasûlü’nün dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve;
“–Ey Muhammed! İslâm nedir?” dedi.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–İslâm; Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın Rasûlü olduğuna şahâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, Ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyaret (hac) etmendir.” buyurdu. Adam;
“–Doğru söyledin.” dedi.
Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti.
Adam bu sefer de;
“–Peki îman nedir?” diye sordu.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir.” buyurdu. Adam tekrar;
“–Doğru söyledin.” diye tasdîk etti ve;
“–Peki ihsan nedir, onu da anlat.” dedi.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–İhsan, Allâh’a, O’nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor.” buyurdu. Adam yine;
“–Doğru söyledin.” dedi, sonra da;
“–Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Kendisine soru yöneltilen, bu hususta sorandan daha bilgili değildir.” cevabını verdi. Adam;
“–O hâlde alâmetlerini haber ver.” dedi.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Annelerin, kendilerine câriye muâmelesi yapacak çocuklar doğurması; yalın ayak, başı açık, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalar yapma husûsunda birbirleriyle yarışmalarıdır.” buyurdu.
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben;
“–Allah ve Rasûlü bilir.” dedim.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–O Cebrâîl idi, size dîninizi öğretmeye geldi.” buyurdu. (Müslim, Îmân, 1, 5; Buhârî, Îmân 37; Tirmizî, Îmân, 4; Ebû Dâvûd, Sünnet, 16)
Cibrîl hadîsi tâlim, terbiye ve tezkiye faaliyetlerinde dikkat edilmesi lâzım gelen önemli esasları ihtivâ etmektedir. Bunlar kısaca şöyledir:
- Eğitimcinin soru soran kimseye şefkatle yaklaşması ve onu yakınına getirmesi gerekir. Böyle davrandığı takdirde talebe korkmadan ve sıkılmadan suallerini sorabilir.
- Kişi; suallerini nâzik, kibar ve edepli bir üslûpla sormalıdır.
- Bir âlimin meclisine gelen kimse, oradakilerin ihtiyacı olup da soramadıkları bir husûsu fark ederse bunu sormalıdır. Böylece alacağı cevap herkese faydalı olacaktır.
- Sual sorup onun cevabını almak sûretiyle meseleler daha dikkatli dinlenmekte ve daha iyi anlaşılmaktadır.
Meselâ Ebû Hüreyre Hazretleri’nden rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbına;
“–Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. (Böylelikle onların dikkatlerini bir noktada toplamak istedi.)
Ashab;
“–Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir.” dediler.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz (daha sonra onların, pür dikkat söyleyeceği sözü beklediklerini görünce, ashâbına asıl anlatmak istediğini îzâh etti):
“–Şüphesiz ki ümmetimin müflisi; kıyâmet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zinâ isnâd ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna-buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir.” buyurdular. (Müslim, Birr, 59. Ayrıca bkz. Tirmizî, Kıyâmet, 2)
Namazın, insanı mâsiyetlerden nasıl temizlediğini anlatmak için de Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz aynı usûlü kullanmıştır:
“–Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?” diye sordu. Sahâbîler;
“–O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz.” dediler. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah, beş vakit namazla günahları silip yok eder.” buyurdular. (Buhârî, Mevâkît, 6; Müslim, Mesâcid, 283)
Yine ashâbının gönül dünyalarını güzelleştirmeye gayret etmek adına onlara şöyle sormuştur:
“–Sizden biri, Ebû Damdam gibi olmaktan âciz midir?”
Oradaki sahâbîler;
“–Ebû Damdam kimdir?” diye sordular.
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle buyurdu:
“–Sizden önceki kavimlerden birine mensup idi.
«Bana hakaret eden ve dil uzatarak gıybetimi yapan kimselere hakkımı helâl ediyorum.» derdi.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 36/4887)
Kaynak: Osman Nûri TOPBAŞ, O'NUN EĞİTİM LİSÂNI, Yüzakı Yayıncılık
YORUMLAR