Peygamberimizin “Annemden Sonra Annem” Dediği Kadın
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in “annemden sonra annem” dediği kadın sahabi kimdir? Abdullah Sert Hocaefendi, Peygamberimizin (s.a.s.) “annemden sonra annem” iltifatına mazhar olmuş kadın sahabiyi, Efendimizin (s.a.s.) ona olan muhabbetini anlatıyor.
PEYGAMBERİMİZİN “ANNEMDEN SONRA ANNEM” DEDİĞİ HANIM SAHABİ
Ebû Tâlib’in zevcesi Fâtıma Hâtun, son derece fazîletli ve iyi kalpli bir hanımdı. Fahr-i Kâinât sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, İslâm ile şereflenip Medîne’ye hicret eden bu mübârek hâtunu sık sık ziyâret eder, onun evinde kuşluk uykusu uyurdu. (İbn-i Sa’d, VIII, 222)
Fâtıma Hâtun vefât ettiğinde, Allâh'ın Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, mübârek gözlerinden inci tâneleri gibi gözyaşları dökmüş; “Bugün annem vefât etti!” buyurup gömleğini ona kefen yapmış, cenâze namazını kıldırıp, kabri içinde bir müddet uzanmıştır. Bu davranışının sebebini soranlara ise şöyle buyurmuştur:
“–Ebû Tâlib’den sonra, bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hiç kimse yoktur! Âhiret'te cennet elbiselerinden giymesi için ona gömleğimi kefen yaptım. Kabre ısınması için de oraya bir müddet uzandım!”
Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem, kendisinin bu kadar üzülmesine hayret edenlere:
“–O benim annemden sonra annemdi. Kendi çocukları aç durup suratlarını asarlarken, o önce benim karnımı doyurur, saçımı tarar ve gül yağı sürerdi. O benim annemdi!” buyurmuştur. Sonra da onun için şöyle duâ etmiştir:
“Allâh seni bağışlasın ve hayırla mükâfatlandırsın! Allâh sana rahmet etsin anneciğim! Sen, benim annemden sonra annem oldun! Kendin aç durur, beni doyururdun! Kendin giymez, bana giydirirdin! En lezzetli nîmetleri bana tattırır, kendi nefsini mahrûm ederdin! Bunu da ancak Allâh’ın rızâsını ve âhiret yurdunu umarak yapardın!
Allah ki dirilten ve öldürendir. O hiç ölmeyendir. Devamlı diri olandır O.
Ey Allahım! Annem Fâtıma binti Esed’i affet. Kabrini genişlet. Ben Resûlünün ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için duâmı kabul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan yüce Rabbim!” (Hâkim, III, 116-117; Heysemî, IX, 256-257; Ya’kûbî, II, 14)