Peygamberimizin Ayakta Yaptığı Konuşma
Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize ikindi namazını gün akşama iyice meyletmeden kıldırdı. Sonra ayağa kalkıp bir konuşma yaptı. Bu hitâbesinde, kıyâmet kopuncaya kadar olacak her şeyi bize haber verdi.
Ebû Said el-Hudrî -radıyallâhu anh- Peygamber Efendimiz’in hikmet dolu sohbetlerinden birini şöyle nakleder:
“Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize ikindi namazını gün akşama iyice meyletmeden kıldırdı. Sonra ayağa kalkıp bir konuşma yaptı. Bu hitâbesinde, kıyâmet kopuncaya kadar olacak her şeyi bize haber verdi. Bunları hâfızasında tutan tuttu, unutan da unuttu.[1] Söyledikleri arasında şunlar da vardı:
«–Dünya tatlıdır, câziptir. Allah sizi dünyaya hâkim kılacak, onun nîmetlerini emrinize verecek ve nasıl amel edeceğinize bakacak.
Aman uyanık olun! Dünyaya karşı çok dikkatli olun, haramları ve dünyaya dalmayı terk ederek kendinizi onun şerrinden muhafaza edin! Aynı şekilde (fâsık ve dünyacı) kadınlara karşı da dikkatli davranıp kendinizi şerlerinden koruyun!»
Efendimiz’in sözleri arasında şu da vardı:
«–Aman uyanık olun! Kimse insanlardan korkarak, bildiği bir hakikati söylemekten geri durmasın!»”
Ebû Saîd -radıyallâhu anh- bunu söyleyince ağladı ve şöyle dedi:
“–Vallâhi öyle günler geldi ki bâzı şeyler gördük ve hakkı söylemekten korktuk. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sözleri arasında şunlar da vardı:
«–Haberiniz olsun! Kıyâmet günü, her bir vefâsız için vefâsızlığı ve ihâneti nisbetinde bir bayrak dikilecektir. Devlet başkanının hâinliğinden daha büyük bir ihânet olmayacaktır. Onun bayrağı bel kısmına dikilir.»
BU SÖZLERE DİKKAT EDİN!
O gün ezberlediğimiz sözlerin bir kısmı da şöyleydi:
«–Haberiniz olsun! İnsanoğlu çok çeşitli tabakalar hâlinde yaratılmıştır:
Kimisi vardır, mü’min olarak doğar, mü’min olarak yaşar, mü’min olarak ölür.
Kimisi vardır, kâfir (bir muhitte) doğar[2], kâfir olarak yaşar, kâfir olarak ölür.
Kimisi vardır, mü’min olarak doğar, mü’min olarak yaşar, kâfir olarak ölür.
Kimisi vardır, kâfir (bir muhitte) doğar, kâfir olarak yaşar, mü’min olarak ölür.
Dikkat edin! İnsanların kimisi vardır yavaş öfkelenir, öfkesinden çabuk döner.
Kimisi vardır çabuk öfkelenir, çabuk sakinleşir; bu iki haslet birbirini dengeler, dolayısıyla medih veya zem söz konusu değildir.
Dikkat edin! Kimisi vardır, çabuk öfkelenir, geç sakinleşir.
Dikkat edin! Bunların en hayırlısı geç öfkelenip, çabuk sakinleşendir. Dikkat edin, bunların en şerlisi de çabuk öfkelenip geç sakinleşendir.
Dikkat edin! İnsanlardan kimisi borcunu güzelce öder ve başkasındaki alacağını da güzelce talep eder. Kimisi de borcunu güzelce ödemez, ancak alacağını isterken güzel davranır. Kimi de kötü talep eder, iyi öder, bunlar birbirlerini dengeler.
Dikkat edin! Bir kısmı da kötü öder, kötü talep eder. Dikkat edin! Bunların en hayırlısı, borcunu öderken de alacağını isterken de güzel davranandır. Dikkat edin! Bunların en kötüsü de kötü ödeyen, kötü talep edendir.
Dikkat edin! Öfke Âdemoğlunun kalbinde bir kordur. Öfkelenen kişinin gözlerinin kızardığını, boyun damarlarının şiştiğini görmez misiniz? Kim, öfkelenmeye başladığını hissederse, hemen yere yapışsın (otursun veya yatsın)!»
Biz bu esnâda gündüzün aydınlığı devam ediyor mu diye güneşe bakmaya başladık. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«–Haberiniz olsun! Dünyanın ömründen geçen kısma nisbetle kalan kısım, şu gününüzün geçen kısmına nazaran kalanı gibidir.» buyurdu.” (Tirmizî, Fiten 26/2191; İbn-i Mâce, Fiten, 18; Hâkim, IV, 551/8543; Beyhakî, Şuab, VI, 309)
[1] Bu hususta Huzeyfe -radıyallâhu anh- ise şöyle der:
“Rasûlullah r bir hutbe îrâd ederek o günden kıyâmete kadar olacak her şeyden bahsetti. Onu belleyen belledi, unutan da unuttu. Allah Rasûlü’nün haber verdiği ve fakat unutmuş olduğum o şeylerden biri vukûa gelince, öylesine canlı hatırlıyorum ki tıpkı, kişinin gördüğü bir şahsın yüzünü, o şahıs yokken hatırlamadığı hâlde bilâhare karşılaşınca hemen tanıyıvermesi gibi.” (Buhârî, Kader, 4; Müslim, Fiten, 23; Ebû Dâvûd, Fiten, 1/4240)
[2] Bu ifâde; “Doğan her çocuk (İslâm) fıtratı üzere saf ve tertemiz doğar. Sonra annesi babası onu yahudî, hristiyan veya mecûsî yapar…” (Buhârî, Cenâiz, 80; Müslim, Kader, 22, 23) hadîs-i şerîfine muhâlif değildir. Her çocuk, dalâlete, yani bâtıl yollara sürükleyen herhangi bir sebep olmadığı müddetçe hidâyeti kabûl edebilecek kâbiliyette doğar. Ancak anne-babası kâfir ise onu hidâyetten uzaklaştırıp küfre alıştırır. O da bülûğ çağına erdiğinde hayatına kâfir olarak devam eder. İşte hadîs-i şerîfteki; “kâfir olarak doğar” ifâdesinden, kâfir anne-babadan doğup hidâyeti bulamayan bu tür kimseler kastedilmektedir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Nûh dedi ki: «Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma! Zira Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; yalnız ahlâksız ve kâfir (insanlar) doğururlar (yetiştirirler)».” (Nûh, 26-27)
İmam Mâturîdî’ye göre Cenâb-ı Hak kullarına hayra da şerre de yönelebilecek cüz’î bir irâde vermiş ve onları Kitap ve Peygamber ile desteklemiştir. Kul bu irâdeyi hakka tevcih etmezse mes’ûl olur. Cenâb-ı Hak, “İlim” sıfatının muktezâsı olarak kulunun cüz’î irâdesini nerede kullanacağını bildiği için onun kaderini daha önceden yazmıştır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Sohbet ve Adabı, Erkam Yayınları
YORUMLAR