Peygamberimizin Bizlere Bıraktığı İki Önemli Şey

Muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi'nin, Şebnem Dergisi'nin Aralık sayısında yayımlanan makalesini istifadelerinize sunuyoruz.

Mâruf-i Kerhî Hazretleri bir gün, abdestini tazelemek maksadıyla Dicle kıyısına gider. Üzerindeki kaftanını ve elinde büyük bir hürmet ve tâzîm ile taşıdığı Kur’ân-ı Kerîm’i, bulduğu yüksekçe bir yere îtinâ ile bırakır. Daha sonra da abdest almaya başlar. Tam bu esnâda oradan geçmekte olan bir kadın, Hazretʼin kaftanını ve üzerinde duran Kur’ân-ı Kerîm’i alarak hızlıca kaçmaya başlar.

Bunu fark eden Mâruf-i Kerhî Hazretleri, derhal o kadının peşine düşer. Bir insanlık ayıbı olan hırsızlığa yeltenen bu kadının, İslâm ile alâkasının zayıf olduğunu düşünür. Bir yandan da o zavallı kadının, çalarak kaçtığı Kur’ân-ı Kerîm ile irşâd olup olamayacağını merak etmektedir. Arkasından şöyle seslenir:

“–Ey bacım, senin Kur’ân okuyan oğlun veya Kur’ân okuyan kocan var mı?”

Bütün gücüyle kaçmakta olan kadın:

“–Hayır!” diye bağırır. Bunun üzerine Hazret, kadının ve âilesinin o Kur’ân-ı Kerîm’den istifâde edemeyeceği ve belki de bir köşeye atarak ona hürmetsizlikte bulunacaklarının derin hüznü ve endişesiyle şöyle feryâd eder:

“–Öyle ise bacım, ne olur mushafı bırak! Kaftan senin olsun; onu dilediğin gibi kullan.”

KUR'ÂN-I KERÎM'DEN HABERSİZ BİR ŞEKİLDE YAŞAMAK

Mâruf-i Kerhî Hazretleri’nden nakledilen bu hâdisedeki hırsızlık yapan kadın, gâfil kalplerin müşahhas bir misalidir. Zira Cenâb-ı Hakk’ın:

“Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifâ, mü’minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.” (Yûnus, 57) beyânıyla takdim ettiği Kur’ân-ı Kerîm’den habersiz bir şekilde yaşamak ve onun rahmet iklîminden uzak kalmak, gafletin en büyüğüdür.

İnsanı, terbiye olmamış nefsin peşinde isyandan isyâna sürükleyen de hep bu gafleti, yani Kur’ân-ı Kerîm’den uzak olmasıdır. Kur’ân’dan uzak bir hayat ise, mutlak bir ebediyet intihârıdır.

Çünkü Kur’ân’a sarılmayan insanın istikâmet üzere olması mümkün değildir. Muvâzenesi yoktur. Neyin hayır, neyin şer olduğu noktasında dâimâ hataya düşer. Neticede insanlık haysiyetine yazık ederek, hevâ ve heves girdaplarında kendisini helâk etmiş olur.

Nitekim hâdisede anlatılan kimse de, Kur’ân güneşinden mahrûmiyeti dolayısıyla, rûhundaki güzellikleri tekâmül ettirememiş ve gönül âlemi bir dikenliğe dönüştüğünden hırsızlık gibi büyük bir günâha meyledebilmiştir.

İçinde yaşadığı muhitin de Kur’ân’ın mânevî ikliminden bîhaber olması, elindeki büyük nîmetin kadr u kıymetini anlayacak bir idrakten onu mahrum etmiştir. Böyle kimselerin ömür telâkkileri, âyet-i kerîmenin ifâdesiyle şöyledir:

“Hayat, şu dünya hayatımızdan ibârettir. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız; bir daha diriltilecek de değiliz.” (el-Mü’minûn, 37)

Hâlbuki dünya, aldatıcı bir serap, âhiret ise ölümsüz bir hayattır.

KUR'ÂN'I İHMAL ETMEK, MANEVİ HAYATIMIZI KARARTIR

Yine ifâde etmek lâzımdır ki, Kur’ân’a karşı gösterilen ihmalden daha ziyade insanın mânevî hayatını karartan bir başka hata yoktur. Zira ebedî saâdet, ancak Kur’ân istikâmetinde yaşanan bir hayatın mükâfatıdır.

İnsanların, dünya hayatına ait bilgileri basit ve sathîdir. Onlar, yani Kur’ân’sızlar, hayatın dışını bilirler; iç hakîkatinden gâfildirler. Dünya câzibelerini, lezzetlerini görüp kapılırlar; fakat hikmetlerinden ve neticelerinden haberleri yoktur. Dünya sofrasından oburca faydalanırlar, lâkin sahibini arayıp sormazlar; kimin dâvetlisi olduklarını düşünmezler. Ölüyü görürler, ölümü öğrenmek istemezler. Mezarlıkları gezerler, fakat toprak altı macerasını tefekkür etmezler. Böyle kimseler için dünya, Mevlânâ Hazretleri’nin ifâdesiyle lokmasını yutmak için ağzı açık bekleyen timsah gibidir:

“Timsah, ağzını açar; dişlerinin arasında uzun uzun kurtlar vardır! Küçük kuşlar; timsahın dişleri arasındaki kurtları görürler, onları yiyerek karınlarını doyurmak için oraya girerler. Ağzı kuşlarla dolan timsah da, birdenbire ağzını kapatır, onları yutuverir!

Sen; ekmekle, yiyecek hoş şeylerle dolu olan dünyayı da, bir timsahın ağzı bil! Ey yiyecek peşinde koşan, yiyecek için çırpınıp duran kişi; lokma peşinde koşarken zaman timsahından emin olma!”

PEYGAMBERİMİZİN BİZE BIRAKTIĞI İKİ ÖNEMLİ ŞEY

Velhâsıl Cenâb-ı Hakk’ın insanı Kur’ân-ı Kerîm’e muhatap kılması, dünyadaki lûtuf ve ikramlarının en büyüklerinden biridir. Zira Kur’ân-ı Kerîm;

Ham insanı olgunlaştıran sonsuz bir feyz kaynağı ve ebedî bir mûcizedir. Rûha gıdadır. Gönle rikkat kazandırır. Kalpleri, ilâhî azamet tecellîleri ve kudret nakışları karşısında tefekkürde derinleştirir. Merhamet âbidesi eyler. İnsanı hodgâmlıktan diğergâmlığa sevk eder. Mü’mini zarifleştirir. Hülâsa insanı, insan-ı kâmil eyler.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde; “Size iki önemli şey bırakıyorum.” buyurduktan sonra onların ilkini şöyle beyân etmiştir:

“Bunlardan biri Allâh’ın Kitâb’ıdır. O Allâh’ın ipidir. Ona yapışan doğru yolu bulur. Onu bırakan da yolunu sapıtır…” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 37)

Cenâb-ı Hak, hayatımızda kalbimizi, vefâtımızda da kabrimizi Kur’ân’ın nûruyla pür-nûr eylesin. Gönüllerimizi, Kurʼânʼsızlık ve îmansızlık kasvetiyle karanlık zindanlara dönüşmekten muhâfaza buyursun. Bizleri ve nesillerimizi Kur’ânʼın feyz ve bereketiyle ihyâ eylesin…

Âmîn…

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Şebnem Dergisi, 2014, Aralık.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.