Peygamberimizin Emsalsiz Ahlakından Misaller

Peygamberimiz, bütün insanlığa karşı sonsuz bir şefkat ve merhametle doluydu. Kendisine kötülük edenleri bile affederdi. Resulullah, son derece mütevâzı, temiz ve güzel bir insandı. Peygamber Efendimiz son derece cömert idi. İşte Peygamberimizin emsalsiz ahlakından misaller...

Ayet ve hadislerle Peygamber Efendimiz’in emsalsiz ahlakından misaller...

PEYGAMBERİMİZİN ŞEFKAT VE MERHAMETİ 

Resûlullah, bütün insanlığa karşı sonsuz bir şefkat ve merhametle doluydu. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, o son derece izzet ve şeref sâhibidir. Sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkündür, üzerinize titrer. Mü’minlere karşı çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Tevbe, 128)

O ve ümmeti, düşmanlarına bile merhametlidirler:

“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında «İnandık» derler; kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: «Kininizden (kahrolup) ölün!» Şüphesiz Allah kalplerin içindekileri hakkıyla bilmektedir.” (Âl-i İmrân, 119)

Hz. Peygamber (s.a.v.) hayvanlara ve nebâtâta karşı da sonsuz merhamet sahibiydi. Müşrikler ihânet edip anlaşmayı bozdukları ve savaşı tercih ettikleri zaman Resûlullah (s.a.v.), on bin kişilik muhteşem ordusuyla Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Arc mevkiinden hareket edip Talûb’a doğru giderken, yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek gördü. Hemen ashâbından Cuayl bin Sürâka’yı yanına çağırarak onu bu hayvanların başına nöbetçi dikti. Anne köpeğin ve yavrularının İslâm ordusu tarafından rahatsız edilmesini önledi. (Vâkıdî, II, 804)

PEYGAMBERİMİZİN AFFEDİCİLİĞİ 

Rasûlullah (s.a.v), cezalandırmaya gücü yettiği hâlde kendisine pek çok kötülüklerde bulunan kimseleri affetmiş, hatta herhangi bir söz veya îmâ ile dahî olsa suçlarını başlarına kakmamıştır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.v) müslüman veya kâfir hiç kimsenin kötülüğünü istemez, herkese büyük bir edep ve ahlâk ile muâmele ederdi. Mekke’yi kan dökmeden fethettiği zaman, yirmi bir senedir her türlü düşmanlığı yapan insanlar huzûrunda toplanmış hükmünü bekliyorlardı. Onlara:

“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sordu. Kureyşliler:

“–Hayırla muâmele edeceğini düşünüyoruz! Sen ke­rîm bir kardeşsin, kerîm bir kardeşin oğlusun!..” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):

“–Ben de kardeşim Hz. Yûsuf gibi: «…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir» diyorum. (Yûsuf, 92) Haydi, gidiniz, artık serbestsiniz!” bu­yurdu. (İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa‘d, II, 142-143)

“Bugün «Yevmü’l-merhame: Merhamet Günü»dür!” buyurdu.[1]

O gün, Uhud Harbi’nde amcası Hz. Hamza’yı şehîd eden Vahşî’yi ve ciğerini hırsla dişleyen Hind’i de affetti.[2] Kızı Hz. Zeyneb’i deveden düşürmek sûretiyle vefâtına sebep olan Hebbâr bin Esved bile bu büyük aftan istifade etmişti. Rasûlullah (s.a.v) öyle bir incelik gösterdi ki, Hebbâr’ı affetmekle kalmadı, aynı zamanda ona hakâret edilmesini ve eski yaptıkları sebebiyle kendisine târizde bulunulmasını da yasakladı. (Vâkıdî, II, 857-858)

PEYGAMBERİMİZİN TEVAZUU 

Allah Rasûlü (s.a.v), son derece mütevâzı bir insandı. İnsanlar nezdinde en kuvvetli göründüğü Fetih Günü, huzûruna gelen ve konuşurken korkudan titremeye başlayan kişiye, imkânlarının en zayıf olduğu döneme ait bir misâli zikrederek şöyle sükûnet telkîn etti:

“–Sâkin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!..” (İbn-i Mâce, Et‘ime, 30; Hâkim, III, 50/4366; Beyhakî, Delâil, V, 69)

İnsanların kendisi hakkında aşırılığa kaçmasına müsaade etmez:

“Bana «Allah’ın kulu ve Rasûlü» deyiniz!” buyururdu. (Buhârî, Enbiyâ, 48)

O, peygamberliğini tasdik cümlesinin başına, bilhassa ve ısrarla “abduhû: Allah’ın kulu” kelimesini ilâve ederek, ümmetini geçmiş toplumlarda olduğu gibi insanları ilâhlaştırma tehlikesinden korumuştur.

Peygamber Efendimiz, bir dul hanımın, bir yoksulun, bîçârenin işini görmek için onunla birlikte ihtiyâcı görülünceye kadar yürümekten çekinmez ve büyüklenmezdi. (Heysemî, IX, 20; Nesâî, Cuma, 31)

Rasûlullah (s.a.v) son derece sade ve mütevâzı bir hayat yaşardı.

PEYGAMBERİMİZİN TEMİZLİK VE NEZAKETİ 

Allah Rasûlü (s.a.v) son derece temiz ve güzel bir insandı. İnsanların kullandığı hiçbir kötü ve kaba sözü ağzına almazdı. Şöyle buyururdu:

“Kıyâmet günü, mü’min kulun terâzisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ, çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)

Bir kimseden kendisine, hoşlanmadığı bir söz ulaştığında:

“Filâna ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor” demez de, “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar” diye nezâket gösterirdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 5/4788)

PEYGAMBERİMİZİN CÖMERTLİĞİ 

Peygamber Efendimiz son derece cömert idi. Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan bin Ümeyye, müslüman olmadığı hâlde Huneyn ve Tâif gazâlarında Efendimiz’in yanında bulunmuştu. Cîrâne’de toplanan ganimet mallarını gezerken Safvan’ın buradaki sürülerin bir kısmına büyük bir hayranlık içinde baktığını gören Rasûlullah (s.a.v):

“–Pek mi hoşuna gitti?” diye sordu. “Evet” cevabını alınca:

“–Al hepsi senin olsun!” buyurdu. Safvan kendisini tutamayarak:

“–Peygamber kalbinden başka hiçbir kalb bu derece cömert olamaz” diyerek şehâdet getirdi ve müslüman oldu. Kabilesine dönünce de:

“–Ey kavmim! (Koşun,) müslüman olun! Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor” dedi. (Bkz. Müslim, Fedâil, 57-58; Ahmed, III, 107-108; Vâkıdî, II, 854-855)

Hâsılı, onun ahlâkının güzellikleri anlatmakla bitirilemez. Endülüslü âlim İbn-i Hazm şöyle der:

“Âhiret saâdetini, dünya hakîmliğini, huzurlu bir hayatı, bütün ahlakî gü­zellikleri, bütün fazîletleri kazanmak isteyen kişi, Hazret-i Muham­med’i (s.a.v) örnek alsın! Zira Rasûlullâh (s.a.v) bütün hayırlarda hep ile­ridedir. Allâh Teâlâ onun ahlakını övmüş, bütün faziletleri en mükemmel şekliyle onda toplamış ve onu her türlü kusurdan arındırmıştır.” (İbn-i Hazm, el-Ahlâk ve’s-Siyer, Kahire, 1962, s. 19-20, 50)

[1] Vâkıdî, II, 822; Ali el-Müttakî, Kenz, no: 30173.

[2] Buhârî, Meğâzî, 23; Müslim, Akdıye, 9.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

FIKIH NEDİR? FIKHÎ MEZHEPLER

Fıkıh Nedir? Fıkhî Mezhepler

PEYGAMBER EFENDİMİZİN DOKUZ MUCİZESİ

Peygamber Efendimizin Dokuz Mucizesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.