Peygamberimizin Hüzün Senesi

Hüzün Senesi nedir? Hüzün Senesi’nde neler oldu? İşte Peygamber Efendimiz’in Hüzün Senesi...

Müşriklerin muhâsarasından selâmete çıkan Allâh Resûlü ve Müslümanların sevinci fazla sürmedi. Çünkü boykotun kaldırılmasının hemen ar­dından, kendisinin ve mü’minlerin hâmîsi olan, onları fedâkârâne bir şekilde müdâfaa eden amcası Ebû Tâlib vefât etti.

Hazret-i Peygamber, onun îmân etmesi için zaman za­man çok ısrâr ederdi. Ebû Tâlib de, bu ısrar karşısında yeğenine:

“–Ben Sen’in hakîkatini biliyorum. Lâkin Sana îmân edersem, Kureyş’in kadınları beni ayıplar!” derdi.

Hazret-i Peygamber’in nübüvvetini vicdânen kabûl eder, nefsâniyeti muktezâsı red­dederdi.

Allâh Resûlü, onun îmanlı olarak rûhunu Rabbine tes­lîm etmesi için ölüm döşeğinde iken de:

“–Ey amca! Ne olursun, bir kelime söyle ki, Allâh sana sonsuz saâdet bahşetsin!” diye ısrâr etti.

O sırada oraya gelmiş bulunan Ebû Cehil, buna mânî oldu. Çünkü Ebû Tâlib’e sürekli kelime-i şehâdeti telkîn eden Hazret-i Peygamber’e mukâbil Ebû Cehil:

“–Sen atalarının dînindesin!” telkîninde bulunuyordu. Nihâyet Ebû Tâlib’in, Resûlullâh’a son sözü:

“–Ben, eski dîn (Abdülmuttalib’in dîni) üzerine ölüyorum. Kureyş benim için ölümden korktu da dînini değiştirdi demeyecek olsalardı, Sen’in sözlerini kabûl ederdim!..” oldu. (Buhârî, Cenâiz 81, Menâkıbu’l-Ensâr 40; İbn-i Sa’d, I, 122-123)

Bu sözler üzerine Hazret-i Peygamber:

“–Ben de senin için dâimâ istiğfarda bulunacağım!” buyurmuşlar, fakat amcasının evinden mahzûn olarak ayrılmışlardır.

Resûlullâh’ın çok üzülüp amcası için “Sana dâimâ istiğfarda bulunacağım!” demesi üzerine âyet-i kerîmede şöyle buyruldu:

اِنَّكَ لاَ تَهْدِى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللهَ يَهْدِى مَنْ يَشَاءُ

(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin! Fakat Allâh, dilediğini doğru yola iletir...” (el-Kasas, 56) (Müslim, Îman, 41-42)

Hidâyet, kulu sırât-ı müstakîme ileten nûr-i ilâhîdir. Kimin gönlü ona teşne ve Hakk’a meyilli ise, ancak ona nasîb olur. Âyet-i kerîmede buyrulur:

يَهْدِى اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَ

“...(Allâh) kendisine yönelen kimseye hidâyet eder!” (er-Ra’d, 27)

Bu hususta başkalarının gayreti, sâdece vesîle olmaktır. Aksi hâlde, diğer bir kim­senin -velev peygamber bile olsa- gayreti ile hidâyetin nasîb olması her zaman mümkün değildir. Nitekim -Hazret-i Peygamber’in gayretine rağmen- Ebû Tâlib’in, hakîkati bildiği hâlde nefsâniyetine mağlûb olarak Hakk’a meylet­memesi üzerine kendisine hidâyet nasîb ol­mamıştır.

HÜZÜN SENESİ

Peygamber Efendimiz’i derin bir hüzne gark eden Ebû Tâlib’in vefâtının üzerinden henüz üç gün bile geçmemişti ki, Allâh Resûlü’nün dert or­tağı, büyük desteği, can yoldaşı, Seyyidetü’n-Nisâ, Hatîcetü’l-Kübrâ vâlidemiz de vefât etti. Resûl-i Ekrem ile mü’minlerin gönüllerinde acı üstüne bir büyük acı daha eklendi. Resûlullâh, çok sevdiği mübârek zevcesini, kabr-i şerîfine bizzat kendi elleriyle indirdiler. Hazret-i Peygamber’in gönlü gam ve kederle mahzûn olmuş, gözleri yaşlarla dolmuştu.

Hazret-i Hatîce vâlidemiz, Hazret-i Peygamber için İslâm dâvâsında sâdık bir müşâvir, dert ortağı, tesellî ve sükûnet kaynağı idi. Onun vefâtı Allâh Resûlü’ne:

“−Şu ümmet üzerine gelen iki büyük iptilâdan hangisine daha çok üzüleceğimi bilemiyorum.” (Ya’kûbî, II, 35; Taberî, Târih, II, 229) dedirtecek kadar ağır gelmişti.

Bu iki hüzünlü hâdise sebebiyle Mekke devrinin onuncu senesine “Hüzün Senesi” denildi.

Amcası ve zevcesinin vefâtıyla, Hazret-i Peygamber Efendimiz’e hiçbir zâhirî, izâfî ve fânî dayanak, sığınak ve barınak kalmamış oldu. O’nun gönül âlemi böylece Hak Teâlâ’ya münhasır kılındı. Zîrâ tevekkül ve teslîmiyet gösterilecek yegâne ve mutlak mercî yalnızca Cenâb-ı Hak idi. Nitekim çocukluğunda da anne, baba ve dede himâyesinden mahrûm bırakılarak Allâh’ın terbiyesinde yetiştirilmişti.

ALLAH’IN SELAM GÖNDERDİĞİ PEYGAMBER EŞİ

Hatîce vâlidemiz çok fazîletli bir insandı. Vahiy meleği bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz’e gelerek:

“−Yâ Resûlallâh! Hatîce, elinde bir kap yemekle Sana gelmektedir. Hatîce yanına geldiği zaman, ona Rabbinden ve benden selâm söyle! Onu, gürültü ve yorgunluk olmayan Cennette inciden yapılmış bir sarayla müjdele!” buyurdu. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 20)

Hazret-i Hatîce bu ilâhî selâma şöyle mukâbele etti:

“−O (şânı yüce Allâh) Selâm’ın kendisidir, selâm O’ndandır, Cebrâîl’e de selâm olsun! Ey Allâh’ın Resûlü! Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bereketi Sen’in de üzerine olsun.

Allâh Resûlü, hayâtı boyunca bu mübârek zevcesini unut­madı. O’na karşı vefânın en güzel örneklerini sergiledi.

Hazret-i Ayşe şöyle anlatıyor:

“Hazret-i Peygamber’in hanımlarından hiçbirine, Hatîce’ye olduğu kadar gıpta etmedim. Üstelik onu hiç görmemiştim. Fakat Resûl-i Ekrem onu sık sık yâd ederdi. Bir koyun kesip etini parçaladığında, çoğu zaman Hatîce’nin dostlarına gönderirdi. Bir defâsında (dayanamayıp) Allâh Resûlü’ne:

«−Sanki dünyâda Hatîce’den başka kadın kalmadı!» dedim. Nebiyy-i Ekrem:

«−O şöyle şöyleydi.» diye güzel vasıflarını saydı ve:

«–Çocuklarım da ondan oldu.» buyurdu. İçimden:

«–Bir daha Hatîce hakkında kötü söz söylemeyeceğim.» dedim.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 20; Edeb 73; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 74-76)

PEYGAMBERİMİZİN EN HAYIRLI EŞİ

Bir gün Hatîce’nin kız kardeşi Hâle bint-i Huveylid, Resûlullâh’ın huzûruna girmek için izin istemişti. Resûl-i Ekrem, Hatîce’nin sesini hatırladı ve:

“–Allâh’ım, bu (Hatîce’nin kardeşi) Hâle bint-i Huveylid!” diye heyecanlandı.

Bu manzarayı gören Hazret-i Ayşe dayanamadı:

“–İhtiyarlıktan ağzının dişleri dökülmüş ve bir zamanlar ölüp gitmiş Kureyşli bir ihtiyarın nesini anıp duruyorsun? Allâh sana onun yerine daha hayırlısını verdi.” dedi. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 20)

Hazret-i Ayşe “daha hayırlı” sözüyle kendisini kastediyordu. Onun bu sözünü yerinde bulmayan Allâh Resûlü şu cevâbı verdi:

“–Hayır, Allâh Teâlâ bana ondan daha hayırlısını vermedi. Halk bana inanmazken o inandı. Herkes bana yalancı derken o doğru söylediğimi kabûl etti. Kimse bana bir şey vermezken o beni malıyla destekledi ve Cenâb-ı Hak bana ondan çocuklar ihsân etti. (İbn-i Hanbel, VI, 118)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR? HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V) HAYATI

HZ. MUHAMMED MUSTAFÂ (S.A.V.)

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.