Peygamberimizin İnfakı
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in infâkı târif edilemeyecek kadar ulvî bir mâhiyet arz etmektedir. Zira O, almaktan çok vermeyi severdi. Fakirlikten korkmadan çok büyük ikramlarda bulunurdu. İnfâkından geriye kalanın değil, asıl verdiği malın kendisine âit olduğunu ifâde ederdi.[1] Sadakanın, muhtacın eline geçmeden Allâh’ın eline geçeceğini haber verirdi.[2] Bu sebeple eline ne geçerse onu derhâl infâk eder, evinde tasadduk edebileceği bir dünyalık varken huzur bulamaz, uyuyamazdı.
ALLAH RASULÜ DAİMA İSAR İÇİNDE YAŞARDI
Ümmü Seleme -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz şöyle anlatır:
“Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz yanıma geldi, yüzünün rengi değişmişti. Bu hâlinin bir ağrı sebebiyle olduğunu zannettim:
“–Ey Allâh’ın Peygamberi, yüzünüzün rengi değişmiş, neyiniz var?” diye sordum.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bize dün gelen yedi dinar yüzünden bu hâldeyim. Akşam oldu, hâlâ yatağın altında duruyorlar, (onları infâk edemedik!)” cevâbını verdi. (Ahmed, VI, 293; Heysemî, X, 238)
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dâimâ îsar hâlinde yaşardı. Kendisine gelen hediye ve sadakaları hep Ashâb-ı Suffe’ye, yani kendilerini Allâh’ın dînine hizmete adamış fakir mü’minlere gönderirdi. O’nun merhameti bütün mahlûkâtı kaplamıştı. Dâimâ fakir ve muhtaçları düşünürdü.
KENDİSİNDEN ÖNCE ASHABINI DÜŞÜNÜRDÜ
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Peygamber Efendimiz’in kızı Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ-, babasına âilesinin en sevgili olanı idi. Değirmen çevirdiği için elinde, kırba ile su taşıdığı için boynunda yaralar oluşur, evi süpürdüğü için de üstü başı toz-toprak içinde kalırdı. Bir ara Allah Rasûlü’ne bâzı savaş esirleri getirilmişti. Fâtıma’ya:
«–Babana gidip bir hizmetçi istesen!» dedim. Fâtıma -radıyallâhu anhâ- gitti, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, o esnâda bâzı kimselerle konuştuğunu gördü ve geri döndü. Ertesi gün Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Fâtıma’ya gelerek:
«–Kızım ihtiyacın ne idi?» diye sordu. Fâtıma -radıyallâhu anhâ- sükût edip cevap vermedi. Ben araya girip:
«–Ben anlatayım ey Allâh’ın Rasûlü!» dedim ve vaziyeti anlattım. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Ey Fâtıma! Allah’tan kork! Allâh’ın farzlarını edâ et! Âilenin işlerini yap! Yatağına girince otuz üç kere Sübhânallah, otuz üç kere el-Hamdü lillâh, otuz dört kere Allâhu ekber, de! Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.” buyurdular.
Fâtıma -radıyallâhu anhâ-:
«−Allah’tan ve Rasûlü’nden râzıyım!» dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona hizmetçi vermedi.” (Ebû Dâvûd, Harac, 19-20/2988. Bkz. Buhârî, Humus, 6)
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha sonra şöyle buyurdular:
“–Vallâhi Ehl-i Suffe açlıktan karınlarına taş bağlarken ve ben de onlara sarf edecek bir şey bulamazken size hizmetçi veremem. Esirlerin karşılığında fidye alacağım ve bu geliri Ashâb-ı Suffe için harcayacağım.” (Ahmed, I, 106)
Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, müslümanlarla birlikte hendek kazıp toprak taşırken çok acıkmış, açlık hissini bastırmak için karnına taş bağlamıştı. Efendimiz’in ıztırâbını yüzünden anlayan Câbir -radıyallâhu anh-, evindeki az bir yiyeceği ikram etmek üzere O’nu dâvet etmişti. Ancak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisinden önce ashâbını düşünüyordu. Bu sebeple hepsini toplayıp götürdü ve birkaç kişilik yemekle mucizevî bir şekilde binden fazla ashâbını doyurdu.[3]
PEYGAMBERİMİZ ZARURİ İHTİYAÇLARI DIŞINDA BİR ŞEYİ ELİNDE TUTMAZDI
Bu rivâyetler, Peygamber Efendimiz’in, bütün mü’minlere karşı ne kadar derin ve sonsuz bir şefkat ve merhamet hissiyle dolu olduğunu açıkça göstermektedir.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, zarurî ihtiyacı hâricinde hiçbir şeyi elinde tutmazdı. Verecek bir şey bulamadığında, gelince vermeyi vaad eder, hattâ borçlanarak fakirlerin ihtiyacını giderirdi.[4]
Vefât ettiği gün Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın yanında bulunan altı-yedi dinarı fakirlere dağıtmasını emretmişti. Bir müddet sonra dinarların ne olduğunu sordu. Hazret-i Âişe’nin hastalık telâşıyla onları dağıtmayı unuttuğunu öğrenince, dinarları isteyip avucuna aldı:
“–Allâh’ın Peygamberi Muhammed, bunları fakirlere dağıtmadığı, yanında bulundurduğu hâlde Rabbine kavuşmayı uygun görecek değildir!..” buyurduktan sonra, onları Ensâr’ın fakirlerinden beş ev halkına dağıttırdı. Bundan sonra da:
“–İşte şimdi rahatladım!..” buyurarak hafif bir uykuya daldı. (Ahmed, VI, 104; Heysemî, X, 239-240; İbn-i Sa‘d, II, 237-238)
İşte cömertler sultânı Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ölüm döşeğinde bile terk etmediği, ardı arkası kesilmez infâkı...
[1] Bkz. Tirmizî, Kıyâmet, 33/2470.
[2] Bkz. Ebû Nuaym, Hilye, IV, 81. Ayrıca bkz. Heysemî, III, 110, 111; Ali el-Müttakî, VI, 377/16134.
[3] Bkz. Buhârî, Megâzî 29, Menâkıb 25; Müslim, Eşribe, 141-143; Tirmizî, Zühd, 39; Vâkıdî, II, 452.
[4] Bkz. Ebû Dâvûd, Harâc, 33-35/3055; İbn-i Hibbân, Sahîh, XIV, 262-264; Heysemî, X, 242.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları