Peygamberimizin İstiğfar Duâsı
Allâh’a kulluğun en mühim tezâhürü, istiğfar ve duâdır. Zira istiğfar ve duâ ile meşgul olan kişi, hem acziyetini idrâk etmiş, hem de Rabbini zikredip O’nunla beraberlik hâlini yaşamış olur. İşte Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) uygulayarak yaptığı ve bize öğrettiği istiğfar duası.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Ey îmân edenler! Allâh’a samimiyetle tevbe edin!..” (et-Tahrîm, 8)
“(O müttakîler), geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devam ederler.” (ez-Zâriyât, 17-18)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Ey insanlar! Allâh’a tevbe edin ve O’na istiğfâr edin! Muhakkak ki ben her gün yüz defa, hattâ yüzden daha fazla, Allâh’a tevbe ediyor ve O’na istiğfâr ediyorum.” (Ahmed, IV, 261; Nesâî, Kübrâ, IX, 168; Krş. Müslim, Zikir, 42)
“Her sabaha çıktığımda mutlakâ Allah Teâlâ’ya yüz defa istiğfâr ederim.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VI, 57/29445; Nesâî, Kübrâ, IX, 167)
İSTİĞFAR VE DUA VAKTİ
Bu sebeple seher ve fecir vakti, selef-i sâlihîn arasında, “İstiğfar ve duâ vakti” olarak bilinir ve ona göre îtinâ gösterilir.[1]
İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- şöyle der:
“Biz, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bir mecliste yüz defa:
"Rabbiğfir-lî ve tüb aleyye, inneke ente’t-tevvâbü’r-rahîm"*
«Allâh’ım! Beni bağışla ve tevbemi kabûl buyur! Çünkü Sen tevbeleri çok kabûl eden ve çok merhamet edensin.» dediğini sayardık.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26/1516; Tirmizî, Deavât, 38/3434)
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- da şöyle der:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den daha çok
"Estağfirullahe ve etûbu ileyh"*
"Allâh’a istiğfâr eder ve O’na tevbe ederim!» diyen başka birini görmedim." (Nesâî, Kübrâ, IX, 171; İbn-i Hibbân, Sahîh, III, 207/928)
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle buyururlardı:
“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu lûtfeder ve ona ummadığı yerden rızık lûtfeder.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26/1518; İbn-i Mâce, Edeb, 57; Ahmed, I, 248; Hâkim, IV, 291/7677)
İSTİĞFARIN EN GÜZEL ŞEKLİ
Yine Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, istiğfârın en güzel şeklini beyan sadedinde buyurmuşlardır ki:
“İstiğfârın efendisi ve en üstünü şöyle demendir:
“Allahümme ente Rabbî lâ ilahe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve vâ’dike mes’tetâtü eûzü bike min şerri mâ sanâtü ebû’ü leke bi-nîmetike aleyye ve ebû’ü bizenbî fağfirlî feinnehû lâ yağfıruz-zünûbe illâ ente”*
«Allâh’ım! Sen benim Rabbimsin. Sen’den başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lûtfettiğin nîmetleri yüce huzûrunda minnetle anar, günahımı îtirâf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları Sen’den başka affedecek kimse yoktur.»”
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sözlerine şöyle devam etmişlerdir:
“Her kim, bu Seyyidü’l-İstiğfâr’ı sevâbına ve fazîletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse, o Cennet ehlindendir. Yine her kim, sevâbına ve fazîletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse, o kişi de Cennet ehlindendir.” (Buhârî, Deavât, 2, 16; Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101; Nesâî, İstiâze, 57/5519; Tirmizî, Deavât, 15/3393)
DUÂ, İBADETİN TA KENDİSİDİR
Cenâb-ı Hak buyurur:
“Rabbinize yalvara yakara ve gizlice duâ edin! Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.” (el-A‘râf, 55)
“Vücutları yataklarından ayrılır, korku ve ümitle Rab’lerine duâ ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infâk ederler. Yaptıkları bu amellere karşılık olarak, onlar için ne göz aydınlatıcı mükâfâtlar gizlendiğini (şimdi) hiç kimse bilemez.” (es-Secde, 16-17)
“(Rasûlüm!) De ki: Duânız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?..” (el-Furkân, 77)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuşlardır:
“Duâ, kulluğun özüdür.” (Tirmizî, Deavât, 1/3371)
“Duâ, ibadetin ta kendisidir.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 23/1479; Tirmizî, Tefsîr, 2/2969)
“Allah katında, duâdan daha kıymetli bir şey yoktur.” (Tirmizî, Deavât, 1/3370)
“Allâh’ın fazlından isteyiniz! Zira Allah Teâlâ, kendisinden istenilmesinden hoşlanır.” (Tirmizî, Deavât, 115/3571)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, devamlı duâ hâlinde bulunurdu. O’nun duâlarının derlendiği kitaplara baktığımızda, mübârek kalbinin dâimâ Cenâb-ı Hakk’a yönelmiş vaziyette olduğunu görürüz. Teheccüde kalktığında, abdest bozmaya girerken ve çıkarken, abdest alırken, ezan okunurken, câmiye girerken, câmiden çıkarken, namazlardan sonra, iftar açarken, yemekten sonra, sabah evden çıkarken, sefere çıkarken, seferden dönerken, bineğe binerken, yolda konaklayınca, yeni bir şey aldığında, mevsimin ilk meyve veya sebzesini yerken, elbise giyerken, bir meclisten kalkarken, sabaha çıktığında, akşam olduğunda, uyurken, gece uyanınca, rahatlıkta, sıkıntıda… hep farklı farklı duâlar ederdi. Öyle ki ashâb-ı kirâm bunların hepsini ezberlemekte güçlük çekerlerdi.[2]
İşte tasavvuf erbâbı da, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu hâline ittibâ ile dâimâ duâ hâlinde olmaya gayret ederler. Bilhassa Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek ağzından çıkan duâ ifâdeleriyle Allâh’a yalvarmaya îtinâ gösterirler. Zira nebevî duâlar, Allah Teâlâ’ya ulaşan yolları daha iyi bilirler![3]
[1] Heysemî, VII, 47; Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî, II, 473-474; İbn-i Hacer, Telhîsu’l-Habîr, IV, 206.
[2] Bkz. Tirmizî, Deavât, 88/3521.
[3] Abdülhamîd bin Muhammed Ali, ez-Zehâiru’l-Kudsiyye fî Ziyârati Hayri’l-Beriyye, Beyrut 1428, s. 192.
* Sonradan ilave edilmiştir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
YORUMLAR