Peygamberimiz'in Kabileleri İslam'a Daveti

Tâif dönüşü Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir müddet halk­tan uzak yaşadı. Ardından tekrar dâvetine devâm etti. Müşrikler büsbütün sert ve katı davranmaya başlayınca, Allâh Teâlâ Peygamber Efendimiz’e Arap kabîleleriyle görüşüp teblîğde bulunmasını emretti.

Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hac zamânı Mekke’ye gelenlere ve Ukâz, Mecenne, Zülmecâz gibi panayırlara katılanlara hitâb edip Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini okuyor, onları İslâm’a dâvet ediyordu.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu büyük panayırlarda toplanan Benî Âmir, Muhârib, Fezâra, Gassan, Mürre, Hanîfe, Süleym, Abs, Benî Nasr, Benî Bekkâ’, Kinde, Kelb, Hârise, Uzre, Hudârime gibi kabîlelerin konak yerlerine gider, onları İslâm’a dâvet ederdi. Peygamberliğini tasdîk etmelerini, Rabbinin kendisine verdiği risâlet vazîfesini îfâ etmede kendisine yardımcı olmalarını onlardan isterdi.(İbn-i Sa’d, I, 216-217; Ahmed, III, 322, 492; İbn-i Kesîr, III, 183-190.)

Câbir -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

Allâh Rasûlü hac mevsiminde vakfe mahallinde kendini hacılara arz ediyor ve:

«Beni kavmine götürecek bir kimse yok mu? Kureyş, Rabbimin kelâmını teblîğ etmeme mânî oldu.» diyordu.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 19-20/4734)

Lâkin onlardan dâvetini kabûl edecek, kendisini himâye edip yardım edecek bir kimse çıkmıyordu. Aksine kimisi Peygamberimiz’e suratını asıyor, kaba ve katı davranıyor; kimisi de “Seni kavmin daha iyi bilir! Onlar Sana niye tâbî olmuyor?” diyerek Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile tartışıyordu. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise gereken cevapları vererek onları Hak yoluna dâvete devâm ediyordu.(Ahmed, III, 322; İbn-i Sa’d, I, 216.)

Mudar’dan veya Yemen’den bir kimse, hacca veya panayırlara gelmek üzere yola çıktığında, kavmi ona:

−Sakın ha! Kureyşlilerin genci seni dîninden döndürmesin!” diye tembihte bulunurlardı.(Hâkim, II, 681/4251.)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün Minâ’da, Şeybân bin Sa’lebe Oğulları’nın yanına vardı. Kendisinin Allâh’ın Rasûlü olduğunu bildirince kabîlenin ileri gelenlerinden Mefrûk bin Amr:

−Ey Kureyşli kardeş! Sen insanları nelere dâvet ediyorsun?” diye sordu.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gelip yanlarına oturdu. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- da ayağa kalkarak Varlık Nûru’nu elbisesiyle gölgeledi. Allâh Rasûlü, Mefrûk’a:

−Ben sizi Allâh’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Allâh’ın şerîksiz ve bir tek olduğuna, benim de Allâh’ın Rasûlü olduğuma şehâdet etmeye, Allâh tarafından bana emrolunan şeyleri yerine getirinceye kadar beni muhâfaza etmeye ve bana yardımcı olmaya dâvet ediyorum. Çünkü Kureyş, Allâh’ın emrine karşı geldi, Allâh’ın Rasûlü’nü yalanladı, bâtılı tutup haktan yüz çevirdi. Allâh her şeyden müstağnî ve her türlü hamde lâyıktır! buyurdu.

Mefrûk:

−Ey Kureyşli kardeş! Sen başka nelere dâvet ediyorsun?” diye sordu.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- En’âm Sûresi’nden şu âyetleri okudu:

قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلاَّ تُشْرِكُوا بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَلاَ تَقْتُلُوا اَوْلاَدَكُمْ مِنْ اِمْلاَقٍ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْ وَلاَ تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَلاَ تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّتِى حَرَّمَ اللهُ اِلاَّ بِالْحَقِّ ذَلِكُمْ وَصَّيكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ. وَلاَ تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ اِلاَّ بِالَّتِى هِىَ اَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ اَشُدَّهُ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللهِ اَوْفُوا ذَلِكُمْ وَصَّيكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ . وَاَنَّ هذَا صِرَاطِى مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّيكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

“De ki: Gelin Rabbinizin size neleri harâm kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin! Zîrâ sizin de onların da rızkını Biz veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allâh’ın muhterem (dokunulmaz) kıldığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allâh’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.

Rüşd çağına erişinceye kadar, yetîmin malına en güzel şekilde yaklaşın. Ölçü ve tartıyı adâletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz.

Söz söylediğiniz zaman, (leh ve aleyhinde söyleyeceğiniz kimse) akrabânız dahî olsa adâletli olun ve Allâh’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allâh size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti.

Şüphesiz bu, Ben’im dosdoğru yolumdur. Buna uyun, (başka) yollara uymayın. Zîrâ o yollar sizi Allâh’ın yolundan ayırır. İşte Allâh, sakınıp takvâ sâhibi olasınız diye size bunları emretti.” (el-En’âm, 151-153)

Mefrûk:

−Ey Kureyşli kardeş! Sen daha nelere dâvet ediyorsun? Vallâhi bunlar beşer kelâmı değildir! Eğer insanların kelâmından olsaydı biz onu çok iyi tanırdık.” dedi.

Bu defâ Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

اِنَّ اللهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَاْلاِحْسَانِ وَاِيتَائِ ذِى الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْىِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

“Muhakkak ki Allâh, adâleti, ihsânı, akrabâya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenâlık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (en-Nahl, 90) âyetini okudu.

Mefrûk:

−Ey Kureyşli kardeş! Vallâhi Sen beni en üstün ahlâka ve en güzel amellere dâvet ettin! Sana yalancı diyen kavim iftirâ etmiş demektir!” dedi.

Kabîlenin ileri gelenlerinden Hâni ve Müsennâ da aynı şekilde cevap verdiler. Lâkin kavimleriyle görüşüp konuşmadan bu teklifi kabûl edemeyeceklerini, ayrıca Kisrâ ve Farslarla antlaşma yaptıklarını, onların bu işten memnun olmayacağını söylediler.

Netîcede vicdânen kabûl ettikleri hâlde menfaatlerinin kesileceği ve başlarına bir zarar geleceği korkusuyla Allâh Rasûlü’nün teklifini reddettiler.(İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, V, 250-251; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 187-189.)

KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.