Peygamberimizin Kısa ve Öz Üç Nasihati

EZCÜMLE

Sahabenin “Yâ Rasûlallah! Bana öz ve kısa bir şekilde nasihat eder misiniz?” isteğine Peygamberimizin (s.a.s.) verdiği cevap.

Beni İsrâil zamanında bir genç ilim yolculuğuna çıkmak istedi. Zamanın peygamberi o genci yanına çağırdı ve kendisine geçmiş ve gelecek bütün ilmin içinde olduğu üç nasihatte bulunacağını söyledi. O genç bu nasihatleri işittikten sonra yolculuğa çıkmaktan vazgeçti, çünkü aradığını işitmişti. O nasihatler şöyleydi:

  1. Gizlide de açıkta da Allah’tan kork!
  2. Halka karşı dilini tut, onları ancak hayırla an!
  3. Rızkının helalden olmasına gayret et!

Bu üç nasihat hepimizin hayatta dikkate almamız gereken şu üç boyuta işaret ediyor:

  1. Rabbimizle münasebetimiz
  2. İnsanlarla münasebetimiz
  3. Kendimizle münasebetimiz.

Gizlide ve açıkta Allah’tan korkmak Rabbimizle münasebetimizin gereğidir. O, nerede olursak olalım bizimle beraberdir, bize şah damarımızdan daha yakındır. Hayatımızı O’nu görüyormuş gibi yaşamak gayemizdir. Biz O’nu göremesek de O bizi görmektedir. İslam, bunu teslim etmek; iman, buna inanmak; ihsan ise gereğini yapmaktır.

Halkı hep hayırla anmak insanlarla münasebetimizin gereğidir, çünkü güzel söz söyleyeni kötü görmek akıl kârı değildir. İnsanlar hakkında önlerinden ve arkalarından hayır dışında bir şey konuşmamak onlarla iyi geçinmenin en akıllıca yoludur. Mümin, insanların elinden ve dilinden salim olduğu kimsedir; kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmaz.

Helal yemek ise kendimizle münasebetimizin sıhhatini sağlayacak en önemli âmildir. Helal rızık hem bedenin hem kalbin hem de başkaları ile muamelemizin can suyudur. Helal yeme gayreti, insanı helal yoldan kazanmaya ve bunu teşvik ve temin edecek bir muhite götürür. Helal çabası insanı sâdık ve sâlihlerle buluşturur. Helalin layığı helal, haramın layığı haramdır.

Rabbimizle münasebetimizi amûdî (dikey), insanlarla münasebetimizi ufkî (yatay) ve kendimizle münasebetimizi şâkulî (düşey) boyutlar olarak ifade edebiliriz. İnsan; Yaratıcısı, diğerleri ve kendisi ile çevrili bir âlemde yaşar. Bu üç boyuttaki seyr ü seferimiz hem imkânımız hem de imtihanımızdır. Hesaba buralardan çekileceğiz, akıbetimizi bunlar tayin edecek.

PEYGAMBERİMİZİN ÜÇ NASİHATİ

Hakikati ifade eden güzel ve veciz söz Rabbimiz, diğerleri ve kendimizle ilişkimizi aynı anda ihata edebilen sözdür. Bu anlamda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in sözleri güzel ve veciz sözlerin şahikasıdır. O’nun “cevâmi’ul-kelîm” sıfatı, sözü en tesirli, en doğru ve en beliğ formu ile sarf edebilme becerisini anlatır. O, muhataplarının istifade edeceği en doğru zamanı bekler ve bu zaman geldiğinde sözünü Rabbimiz, diğerleri ve kendimizle münasebetimiz şeklindeki üç alanı ihata edecek bir muhtevada ifade ederlerdi. Bu minvaldeki hadislerden birisi şöyledir:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabıyla otururken bir adam (başka bir rivayette bir kadın) çıkageldi ve şöyle bir istekte bulundu: “Yâ Rasûlallah! Bana öz ve kısa bir şekilde nasihat eder misiniz?” Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurdu:

  1. Namazını dünyaya veda edecek olan biri gibi kıl.
  2. Yarın özür dileyeceğin bir söz söyleme.
  3. Halkın elindekilerden ümidini kes.

Güzel ve veciz sözün mükemmel bir örneği bu hadis de yukarıda bahsettiğimiz üç boyuta işaret etmektedir. Namaz Rabbimizle münasebetin, özür dilemeyecek bir muamele insanlarla münasebetin ve halkın elindekilerden ümidi kesmek olarak ifade edilebilecek istiğna kendimizle olan münasebetin özünü oluşturur.

Rasûlullah Efendimizin “Sizden öncekilerden üç şahıs bir yolculuğa çıkmıştı” şeklinde anlattığı bir kıssada da aynı üç boyutu görmek mümkündür. Güzel ve veciz sözün bir diğer örneği olan bu hadis hakikatin ve hikmetin kaynağı sözlerin nasıl bir idrakte buluştuğunu göstermesi açısından mühimdir. Hadise göre gece vakti bir mağaraya sığınan o üç şahıs, mağaranın ağzını kapatan kayayı hareket ettiremeyince, iyilikleri ile Allah’a iltica etmeye karar vermişlerdi.

İlk elini açan yaşlı anne babasına yaptığı iyiliği anlatmıştı. Bu kişi yaşlanmış anne babası yemeklerini yemeden çoluk çocuğuna ve hizmetçilerine bir şey yedirip içirmezdi. Bir keresinde eve geç gelmiş, anne babasına süt ikram etmek için yanlarına geldiğinde ikisinin de uyumuş olduğunu görmüştü. Onları uyandırmak istememiş, çocuklar etrafında açlıktan sızlanıp dursalar da süt kabı elinde şafak vaktine kadar uyanmalarını beklemişti. Rasûlullah Efendimizin zikrettiği bu iyilik insanlarla yatay boyuttaki münasebetimizi göstermekte ve bu münasebetteki önceliklere işaret etmektedir.

Allah’a iyiliğini arz etmek için elini açan ikinci kişi şöyle demişti: “Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok seviyor, ona sahip olmak istiyordum. Bir yıl kıtlık olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini bana teslim etmek şartıyla ona 120 altın verdim. Kabul etti. Ona sahip olacağım zaman dedi ki: Allah’tan kork! Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde etme! En çok sevip arzu ettiğim o olduğu halde kendisinden uzaklaştım, verdiğim altınları da geri almadım.” Dikey boyuta işaret eden bu hadise Allah ile münasebetimizin nasıl olması gerektiğine dair bir ihtar hükmündedir.

Üçüncü elini açan ise bir işverendi. Çalıştırdığı birçok işçiden bir tanesi ücretini almadan gitmişti. O da veremediği parayı çalıştırmış, bu miktardan zamanla hatırı sayılır bir servet yapmıştı. O adam bir gün çıkagelip ücretini istediğinde ona bu serveti göstermiş ve “şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senindir, al git” demişti. Adam önce şaşırmışsa da sonra kendisine gösterilenin hepsini önüne katıp götürmüştü. Düşey boyuta işaret eden bu hadise ise insanın kendisi ile muamelesinin ve dolayısıyla sadakatinin nasıl olması gerektiğini göstermektedir.

Rabbimiz, diğerleri ve kendimizle olan ilişkimiz hayatı çepeçevre saran bir ağ gibidir. Bu ağda hangi boyutun hangisi ile nasıl bir irtibatı olduğu, ilişkilerin nerede başlayıp nerede bittiği bir muammadır. Rabbimizle ilişkimiz bütün diğer ilişkileri tayin eden ilişki olarak görünür, ama bu diğerlerinin önemsiz olduğunu göstermez, çünkü kul hakkı ve dinde zorlamanın olmaması gibi düsturlar kendimiz ve diğerleri ile ilişkimizi en az Rabbimizle olan muamelemiz kadar dikkate almayı gerektirir.

Âyette geçen: “radıyallahu anhum ve radu anh-Allah onlardan razı oldu ve onlar da Allah’tan razı oldular” ifadesi Rabbimizin kendimiz ile münasebetimizi ne kadar önemsediğini gösteren muhteşem bir örnektir. Rabbimiz kendi rızasının karşısına bizim O’ndan razı olmamızı da koymaktadır ki bu, bahsettiğimiz üç boyutu aynı anda ele almayı zorunlu kılan bir karinedir. Tıpkı güzel ve veciz sözün bu üç boyutu kapsaması gerektiği gibi bizim muamelemiz de hem Rabbimizi hem diğerlerini hem de içimizi razı edecek bir kıvam ve kalitede gerçekleşmelidir. Zikredeceğimiz son misal yine Allah Rasûlü Efendimiz’den, bu üç boyuta işaret eden güzel ve veciz bir hadistir.

PEYGAMBERİMİZİN ÜÇ DEFA AMİN DEDİĞİ DUA

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir keresinde minbere çıkarken, üç adımında da “âmin” demişti. Hutbesi bittikten sonra: “Yâ Rasûlallah! Minbere çıktığınız zaman “âmin” dediniz, her adımınızda bunu neden söylediniz?” diyerek sebebi soruldu. “Cebrail aleyhisselâm üç dua etti, ben de onlara “âmin” dedim” buyurdular.

Birincisinde Cebrail aleyhisselâm: “Annesine, babasına veya sadece onlardan birine ulaşmış bir evlat, onlara hizmet edip cenneti kazanamadıysa, ona yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun!” demiş, Peygamberimiz de âmin demişti. Anne ve babamızla olan hukukumuz, diğerleri ile münasebetlerimizin en önemlisi ve önceliklisidir.

İkincisinde Cebrail aleyhisselâm: “Bir insanın yanında anıldığın zaman, sana salât ü selâm getirmezse; ona yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun!” demiş, Peygamberimiz de âmin demişti. Rasûlullah Efendimizle hukukumuz, Allah ile olan hukukumuzu tayin eder, çünkü O bize Rabbimizin en büyük ikramıdır. O’na ittibâ Allah’ın rızasının ve sevgisinin aslî şartıdır.

Üçüncüsünde Cebrail aleyhisselâm: “Ramazan’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!” demiş, Peygamberimiz yine âmin demişti.

FIRSAT MEVSİMİ

Ramazan, kendimizle münasebetimizi tamir, tadil ve tahkim edeceğimiz ilâhî bir fırsat mevsimidir. İçimize dönüp yaralı yerlerimizi tedavi edeceğimiz, kalbimizi yeniden gündem yapacağımız ve en önemlisi ahdimizi tazeleyeceğimiz bu fırsatı kaçırmak insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülüklerden birisidir.

Orucu, teravihi, iftarı, sahuru ve infakıyla Ramazan umumi bir neşe ve sevinçtir, ama bu umumi rahmetin asıl maksadı ferdî mesuliyetimizi baş gündeme almaktır. Ramazan, bir takvâ mektebidir. O mektebin iklimi sekînet, dersi fazilettir. Oruç, iftar, sahur, teravih, infak ve diğer ibadetlerle girilen umumi seferberlikte kulluğumuzun tekâmülü hedeftir. Rabbimizin istediği bir hayatı ancak kendimizde derinleşmek ve kendi kalbimizi gündeme almakla elde edebiliriz. Ramazan bu açıdan bir fırsat ve imkândır.

Ramazan gibi, dinin dirilten çağrısını kendi şâkulî (düşey) boyutumuzda, bir diğer ifadesi ile şâkilemizde bütün derinliğiyle tecrübe edeceğimiz bir fırsat mevsimine kayıtsız kalmak büyük bir hüsrandır. Ramazan’ı kendimizden razı etmeden göndermeyelim. Ramazan’ı razı etmek, en başta bunu nasıl başaracağımızı dert etmektir. Ramazan’ı razı etmek, Rabbimizin verdiği bu ikramdan azami istifade çabasına girmektir. Ramazan’ın bizden razı olması akabinde gelen bayramı ruhumuzun ve kalbimizin bayramı yapacaktır. Rabbimiz muvaffak eylesin ve hepimize son nefesi bayram olan, Ramazan kıvamında ömürler lütfeylesin.

Kaynak: Mehmet Köprülü, Altınoluk Dergisi, Sayı: 434