Peygamberimizin Kur’an’ı Tefsîri
Peygamberimizin (s.a.v) Kuran'ı tefsiri ne demektir?
Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi anlayan kişi, şüphesiz ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dir. Çünkü ona Kur’an’ın mânalarını öğreten Cenâb-ı Hak’tır.
Efendimiz (s.a.v.), Kur’an’ı insanlara tebliğ etti. Onların ihtiyacı olan kısımları beyan ve tefsîr etti, açıkladı. Onlara doğru olanı öğrenme ve yaşamaları için lazım gelen her şeyi öğretti. Sorularına cevap verdi. Kur’an’ın emirlerini bizzat kendi hayatında tatbik ederek örneklendirdi. Canlı Kur’an oldu. Yaşayan Kur’an oldu. Allah Resûlü (s.a.v.)’in hayatı Kur’an’ın “Tatbîkî (uygulamalı) Tefsîri” oldu. Bu sebeple Allah Teâlâ, Kur’an’ın emirlerini yaşayabilmek için Resûlullah (s.a.s)’e itaat ve ittibayı farz kıldı. Ona itaati kendine itaat, ona isyanı kendine isyan saydı. (bk. Nisâ 4/80) Onu sevmeyi kendini sevmek, onun elini tutup bey‘at etmeyi, kendine bey‘at kabul etti. (bk. Fetih 48/10) Problemlerin ve anlaşmazlıkların hallinde ona müracaatı farz kıldı. (bk. Nisâ 4/59) Onun verdiği hükme gönülden teslim olmayanların alnına küfür mührünü vurdu. (bk. Nisâ 4/65)
Fahr-i Kâinât (s.a.v.), çeşitli vesilelerle Kur’an âyetlerini tefsîr etmiştir. En kıymetli ve itibar edilecek tefsîr, şüphesiz Efendimiz’in yaptığı tefsîrlerdir. Bunlar hadis külliyatlarının “Tefsîr kitabı” bölümlerinde, rivâyet tefsîrlerinin ilgili yerlerinde ve daha sonra müstakil kitaplarda bir araya gertirilmiştir. Biz burada Efendimiz (s.a.v.)’in Kur’an-ı tefsîrinden bazı dikkat çekici misaller vermek istiyoruz:
Resûlullah (s.a.v.), bazen bir âyeti başka bir âyetle tefsîr ederdi. Nitekim:
“İman edip de imanlarına bir zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte korkudan ve azaptan emniyet onlara aittir ve hidâyete erdirilmiş kimseler de onlardır” (En‘âm 6/82) âyeti inince bu müslümanlara çok ağır geldi ve “Ey Allah’ın Resûlü, bizden hangimiz nefsine zulmetmiyor ki?” dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Burada kastedilen sizin zannettiğiniz zulüm değildir. Burada Lokmân (a.s.)’ın oğluna hitaben söylediği: «Evlâdım! Allah’a ortak koşma; çünkü şirk şüphesiz en büyük zulümdür» (Lokmân 31/13) sözündeki zulüm kastedilmiştir.” (Buhârî, İman 23; Müslim, İman 197)
- Kur’ân-ı Kerîm’de “salât”, “zekât”, “savm”, “hac” ve benzeri İslâm ibâdet ve muamelat esaslarını belirleyen kelimeler geçmektedir. Bunların bilinen sözlük mânalarından başka, ifade ettikleri pek geniş muhtevalı dinî mânaları vardır. Bunları Resûlullah (s.a.v.) söz ve fiilleriyle tefsîr etmiştir. Namazın nasıl kılınacağını, zekâtın nasıl ve ne miktarda verileceğini, orucun nasıl tutulacağını ve haccın nasıl ifâ edileceğini anlaşılabilir ve tatbik edilebilir bir şekilde beyan buyurmuştur. Bunların her biri müstakil bir kitap olacak genişliktedir.
3. Kur’ân-ı Kerîm’de, aslında kesinlikle öyle olmadığı halde, zahiren bakıldığında sanki birbirine zıt mâna ifade ediyormuş gibi gözüken bir kısım âyetler vardır. Efendimiz (s.a.v.), yaptığı tefsîrlerle bunlar arasını telif etmiştir.
Mü’minlerin cennete gireceğini va‘deden pek çok âyet-i kerîme vardır. Bununla birlikte;
“Hem sizden cehenneme uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbinin tatbikini kendi üzerine aldığı kesin bir hükümdür” (Meryem 19/71) âyeti, mü’min-kâfir herkesin cehenneme uğrayacağını haber verir. Resûlullah (s.a.v.), âyette geçen اَلْوُرُودُ (vürûd) kelimesinin اَلدُّخُولُ (dühûl) yani “girmek” mânasında olduğunu; ancak ateşin Hz. İbrâhim’e serin ve selâmet olduğu gibi, mü’mine serin ve selâmet olacağını bildirir. Peşinden: “Sonra takvâ sahiplerini kurtaracağız. Zâlimleri ise orada diz üstü çökmüş halde bırakacağız” (Meryem 19/72) âyetini okur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 328)
- Allah Resûlü (s.a.v.), bazen âyet-i kerîmelerde anlaşılması zor olan kapalı kelimeleri tefsîr eder. Nitekim:
“Güzel işler yapanlara daha güzel bir karşılık (hüsnâ), bir de ziyâde’si vardır…” (Yûnus 10/26) âyetindeki “hüsnâ”yı cennet, “ziyâde”yi ise Allah’ı görmek olarak şöyle tefsîr etmiştir:
“Cennetlikler cennete girdikten sonra, şanı yüce ve mübarek olan Allah şöyle buyuracak: «Size daha fazlasını vermemi istediğiniz bir şey var mıdır?» Onlar: «Yüzlerimizi ağartmadın mı, bizi cennete koymadın mı, cehennem ateşinden korumadın mı?» diyecekler. Bunun üzerine yüce Allah hicabı açar. Onlara aziz ve celil olan Rabblerine bakmaktan daha çok sevdikleri bir şey verilmiş olmayacaktır.” Bir rivâyete göre de Efendimiz bu açıklamasının ardından: “Güzel işler yapanlara daha güzel bir karşılık (hüsnâ), bir de ziyâde’si vardır” âyetini okumuştur. (Müslim, İman 297, 298. Ayrıca bk. Tirmizi, Sıfatü’l-Cennet 16)
Yine Peygamberimiz (s.a.v.):
“Hayır! Doğrusu onların yaptıkları günahlar, kalpleri üzerinde pas tutmuştur” (Mutaffifîn 83/14) âyetini şöyle tefsîr eder:
“Kul bir günah işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şâyet o günâhı terk edip istiğfâra sarılarak tevbeye yönelirse kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar günahlara dönerse, siyah noktalar artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. İşte Hak Teâlâ Hazretleri’nin:
«Hayır! Doğrusu onların yaptıkları günahlar, kalpleri üzerinde pas tutmuştur» (Mutaffifîn 83/14) diye zikrettiği durum budur.” (Tirmizî, Tefsîr 83/3334)
- Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), bazen tilâvet buyurduğu âyetlerin mânalarını tekit edecek izahlarda bulunurdu. Nitekim:
“Kadınlarla hoşça ve güzelce geçinin” (Nisâ 4/19) âyetinin mânasını tekit babında şöyle buyurur:
“Ey insanlar! Kadınların haklarına riâyet edin! Onlara şefkat ve sevgi ile muâmele edin! Onlar hakkında Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emâneti olarak aldınız; onların nâmuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların, âile şerefini hiçbir kimseye çiğnetmemesidir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşrû bir şekilde her türlü yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir. Bir kadının, kocasının izni olmadan, onun malından hiçbir şeyi başkasına vermesi helâl olmaz! (Müslim, Hac 147; Ebû Dâvûd, Menâsik 56; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 30)
- İki Cihan Güneşi (s.a.v.), bazen de âyetten kastedilen maksadı tâyin ederdi. Nitekim:
“İman edip sâlih ameller işleyenler için Rahmân olan Allah, gönüllerde bir sevgi yaratacaktır” (Meryem 19/96) âyetini şöyle izah buyurur:
“Yüce Allah bir kulu sevdi mi, Cibril’e: «Ben filânı sevdim, sen de onu sev» diye nidâ eder. Bunun üzerine o da semâda nidâ eder. Sonra ona olan sevgi yeryüzündekiler arasına kadar iner. İşle yüce Allah’ın: «Onlar için Rahman gönüllerde bir sevgi yaratacaktır» buyruğu bunu anlatır. (Buhârî, Edeb 41; Müslim, Birr 157)
Kaynak: Prof. Dr. Ömer Çelik, Tefsîr Usûlü ve Tarihi, Erkam Yayınları