Peygamberimizin Şahsi Eşyaları Nelerdir?
Peygamberimizin giyim-kuşamı nasıldı? Peygamberimizin şahsi eşyaları; sarığı, elbisesi, çorabı ve ayakkabıları, yüzüğü/mührü, temizlik ve tezyîn malzemeleri, binitleri ve savaş malzemeleri...
Peygamber Efendimiz’in hayatının hemen her alanı gibi, giyim kuşamı da, başta hanımları olmak üzere, sahâbîler ve bütün Müslümanlar için ilgi konusu olmuştur. Dolayısıyla onun neleri giyip giymediği, hangi çeşit giyecekleri tavsiye edip hangilerinden sakındırdığı üzerinde önemle durulmuştur.
PEYGAMBERİMİZİN ŞAHSİ EŞYALARI
Peygamberimizin şahsi eşyaları şu şekildedir:
1- Peygamberimizin Sarığı
Resûlullah umumiyetle başına, “kalansuve” adı verilen bir külâh giyer, üzerine sarığını sarar ve ucunu da iki omuzu arasına sarkıtırdı. (Tirmizî, Libâs, 12) Allah Resûlü, sarığı dâimî olarak kullanır ve bunu meleklerin de kullandığını belirtirdi. Efendimiz Miraç’ta meleklerin çoğunu sarıklı şekilde görmüştür. (Heysemî, V, 120)[1]
Fahr-i Kâinât Efendimiz çoğunlukla beyaz renkli sarık kullanırdı. Zâten o, ümmetine bilhassa beyaz renkli giysileri tavsiye etmekteydi. (Tirmizî, Edeb, 46) Mekke’nin fethi sırasında ve fetihten sonra yaptığı bir konuşmada ise başında siyah renkli bir sarık bulunduğu rivâyet edilmektedir. (Müslim, Hac, 451) Ayrıca, Resûlullah’ın sarığını bazen za’feranla (sarı, safran rengine) boyadığı da olurdu. (İbn-i Sa’d, I, 452; İbn-i Ebî Şeybe, V, 160)
2- Peygamberimizin Elbisesi
Sevgili Peygamberimiz’in üzerine giydiği elbisesi umumiyetle iki parça idi. Belden yukarı giyilene “ridâ”, belden aşağı giyilene ise “izâr” denilmektedir. (İbn-i Sa’d, I, 452) Bu elbise için hadislerde, sevbân (iki parça giysi) tabiri de kullanılmaktadır. (Ebû Dâvûd, Libâs, 19) Ancak, Resûl-i Ekrem’in giymeyi en çok sevdiği elbisesi, “kamîs” denilen ve ayaklara kadar uzanan bir gömlektir. (Ebû Dâvûd, Libâs, 3) Bunun yanında onun, gerektiği zaman normal elbisesi üzerine cübbe ve hırka nev’inden kıyafet giydiği de olurdu. (İbn-i Sa’d, I, 450, 451, 453, 461)
[caption id="attachment_149537" align="alignnone" width="702"]
“Sirval” denen ve şalvara benzeyen bir giysinin, Efendimiz tarafından giyildiği rivâyet edilmektedir. (Heysemî, V, 121) Allah Resûlü’nün özel günlere has bâzı kıyafetleri de bulunmaktaydı. Nitekim bilhassa Cuma ve bayramlarda giyindiği kırmızı çizgili bir cübbesi yanında, muhtelif beldelerden gelen heyetleri karşılamak üzere kullandığı, Hadramut mâmulü bir elbiseden de bahsedilir. (İbn-i Sa’d, I, 451, 458) Yine Efendimiz’in günlük elbisesi hâricinde geceye mahsus giyecekleri de vardı. (Hamidullah, II, 1077)
Fahr-i Cihân Efendimiz’in hangi cins mâmüllerden elbise giydiğine gelince; duruma göre pamuktan ve yünden yapılmış giyecekler yanında, kalın kıldan dokunmuş elbise giydiği de olmuştur. (Ebû Dâvûd, Libâs, 5) Söz konusu elbiselerin renklerinin ise beyaz, siyah, sarı, yeşil ve kırmızı gibi muhtelif renk ve desenlerde olduğu görülür. (İbn-i Sa’d, I, 449-456) Ancak Fahr-i Kainât Efendimiz daha ziyade imkân nisbetinde beyaz giyinmeyi tercih ve tavsiye etmiştir. Zîrâ bir hadisinde:
“Beyaz renk elbise giyiniz. Çünkü beyaz elbise, temiz ve daha hoş görünümlüdür. Ölülerinizi de beyaz kefene sarınız.” (Tirmizî, Edeb, 46) buyurarak, ümmetinin yalnızca dirilerine değil, ölülerine bile beyaz elbiseyi daha uygun görmektedir. Ayrıca Allah Resûlü mezkûr hadisiyle, bir elbisede öncelikle ve özellikle aranan şartın temizlik olduğuna dikkat çekmektedir.
Efendimiz, elbisesinde nâhoş kokuların bulunmasını istemezdi. Nitekim o, giydiği bir hırkayı, terleyip de yün kokusu hissedince, çıkarmıştır. Bunu bize haber veren Hz. Ayşe, Efendimiz’in dâima güzel kokulardan hoşlandığını bildirmektedir. (Ebû Dâvûd, Libâs, 19)
Resûlullah, kibre ve gurura götürecek veya aşırı derecede dikkat çekecek elbiseyi giyinmekten kaçınmıştır. Bir keresinde o, Bizans Kralı tarafından hediye edilen oldukça göz alıcı ipek elbiseyi giymiş, ancak; “Bu sana gökten mi indirildi?” diyecek kadar sahâbenin dikkatini çeken bu giysiyi, bir daha kullanmamış ve hediye olarak Necâşî Ashama’ya göndermiştir. (İbn Sa’d, I, 456, 457)
Allah Resûlü başlangıçta ipek elbise giymiş, daha sonra ise kendisi bunu terk ettiği gibi ümmetinin erkeklerine de yasaklamıştır. Ali (r.a.) şöyle demiştir; “Allâh’ın Nebîsi bir gün sağ eline bir ipek, sol eline de bir altın aldı ve şöyle buyurdu:
«– Bu ikisi, ümmetimin erkeklerine kesinlikle haramdır.»” (Ebû Dâvûd, Libâs, 11)
Diğer taraftan Resûl-i Ekrem Efendimiz, uzun süre kullandığı elbisesini bir kenara bırakarak yenisini giyme heveslisi olmamıştır. Rengi soluk, eskimeye yüz tutmuş elbise yanı sıra yamalı olanını da giymiştir. Nitekim hanım sahâbîlerden Kayle bint-i Mahreme diyor ki; “Ben Allah Resûlü’nü gördüğümde o, za’feran ile boyanmış ve rengini atıp solmaya yüz tutmuş, çarşafa benzeyen iki parçadan müteşekkil bir kıyafet giymekteydi.” (Tirmizî, Edeb, 50) Yine Hz. Ayşe vâlidemizin ifâdesine göre, Efendimiz’in vefatı esnâsında üzerinde biri yamalı diğeri oldukça sert iki parçadan meydana gelen bir elbise bulunmaktaydı. (Müslim, Libâs, 35; Tirmizî, Libâs, 10)
3- Peygamberimizin Çorap ve Ayakkabıları
Efendimiz, imkânlar nisbetinde ve muhîtin şartlarına uygun olarak muhtelif çorap ve ayakkabılar giyerdi. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 62; Tirmizî, Tahâret, 74)
Giydiği ayakkabı çeşitleri, “na’leyn” adı verilen sandal tipi pabuçla, “huffeyn” denen mest tipi ayakkabılardı. Büreyde -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre, Habeş Necâşîsi, Efendimiz’e bir çift sâde ve nakışsız siyah mest hediye etmişti. Allah Resûlü bunları abdestli iken giymiş, daha sonra abdest alışında üzerlerine mesh etmiştir. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 60) Ayrıca Dıhyetü’l-Kelbî, Sevgili Peygamberimiz’e bir çift mest ile bir cübbe hediye etmiş, Efendimiz de bunları eskiyene kadar giymiştir. (Tirmizî, Libâs, 30)
[caption id="attachment_149539" align="alignnone" width="702"]
Allah Resûlü’nün “huff” diye zikredilen ayakkabıları, ikinci bir ayakkabı ile giyilen mest değil, tek başına giyilen potin cinsi bir giyecektir. Bugün kullanılan mest ise, zamanla potinin abdest almayı kolaylaştırıcı hâle getirilmiş şekli olsa gerektir.
Habîb-i Ekrem Efendimiz’in giydiği ikinci tip ayakkabı olan ve na’leyn denen sandal tipi pabuçlara gelince; bunların ayağın üstüne gelecek şekilde köprü gibi bir kayışı bulunmaktadır. Ayrıca ayak parmaklarının bulunduğu zeminden yukarı doğru kayışa bitiştirilmiş “ikâl” denilen bir bağ, bu pabuçlarda görülen en bâriz özelliktir. Kullanılan malzeme ise tabaklanmış deridir.
İbn Abbâs anlatıyor; “Resûlullah’ın pabuçlarının ikişer kıbâli[2] vardı. Kayışları da çift katlı idi.” (İbn-i Mâce, Libâs, 27)
Abdullâh bin Ömer de diyor ki; “Efendimiz’in tüysüz deriden mâmul pabuç giydiğini ve onlar ayaklarında iken abdest aldığını görmüştüm. Dolayısıyla ben de bu cins pabuçları giymeyi seviyorum.” (Buhârî, Libâs, 37; Müslim, Hac, 25)
4- Peygamberimizin Yüzüğü/Mührü
Resûl-i Ekrem Mekke’den Medîne’ye hicret edip Müslümanları tek siyasî birlik altında topladıktan sonra, hicretin altıncı senesinde çevresindeki komşu devletlere birer mektup yazıp onları İslâm’a dâvet etmek istedi. Ancak, ashâbtan bâzı kimseler; “Yâ Resûlallâh! Yabancı devlet reisleri, kendilerine ulaşan yazılar mühürsüz olduğunda pek itibar etmezler.” şeklinde görüş belirttiler. Bunun üzerine o da kendi adına bir mühür yaptırdı. (Buhârî, Libâs, 50)
Mühür olarak Türkçeleştirdiğimiz ifâdenin aslı “hâtem”dir. Hâtem yüzük mânâsında da kullanılır. Nitekim Resûlullah’ın mührü aynı zamanda yüzük şeklindeydi. “Hâtemu’n-Nebî” veya “Hâtemü Resûlillah” diye tabir edilen bu yüzük gümüşten yapılmıştı ve kaşlı idi. (Buhârî, Libâs, 48) Kaşının üzerinde ise; “Muhammed Resûlullah” ibaresinin üç kelimesi, alttan üste doğru (Muhammed, Resûl, Allah) birer satır hâlinde kazınmıştı. (Buhârî, Libâs, 55)
Sahâbe arasında bu mühre benzer yüzük yaptırmak isteyenler olmuş ancak Peygamberimiz: “Hiç kimse benim mührümün yazısını taşıyan yüzük yaptırmasın!” (İbn-i Hanbel, III, 290) buyurmak sûretiyle bundan nehyetmiştir. Zîrâ sözü edilen mühür, İslâm devletinin bir alâmetiydi.
Mühr-i şerîf, Resûlullah’ın vefâtından sonra sırasıyla Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a intikal etmiş; ancak Hz. Osman’ın halifeliğinin altıncı senesinde Medîne’deki Eris kuyusuna düşerek kaybolmuştur. (Buhârî, Libâs, 50)[3]
5- Peygamberimizin Temizlik ve Tezyîn Malzemeleri
Allah Resûlü elbisesinin temizliğine son derece dikkat ettiği gibi tertip ve düzenine de aynı nisbette îtinâ gösterirdi. Zîrâ o, îcâb ettikçe saç ve sakalını tarayıp düzeltir, hatta kulak yumuşaklarına kadar uzattığı mubârek saçlarını, zaman zaman kınayla boyar ve zeytinyağı ile de yağlardı. (Tirmizî, Şemâil, s. 18-27) Ağız temizliğini ihmâl etmeyen İki Cihan Güneşi, gün içerisinde sık sık dişlerini misvaklardı. (Müslim, Tahâret, 42) Yine, Efendimiz’in her gece yatmadan önce gözlerine sürme çektiği rivâyet edilir.[4] Güzel koku ise Efendimiz’e sevdirilen üç şeyden biri olup hayâtında ayrı bir ehemmiyete sâhipti. Enes -radıyallâhu anh-:
“Allah Resûlü’nün bir koku şişesi vardı, onunla devamlı kokulanırdı.” demektedir. (Ebû Dâvûd, Tereccül, 2)
Öte yandan Peygamber Efendimiz, bütün bunları yapmakla birlikte, saç baş düzeltmeye uzun uzun vakit ayırmayı da hoş karşılamamış ve temizlik gibi giyim kuşamdaki sâdeliğin de imânın gereği olduğunu belirtmiştir. (Ebû Dâvûd, Tereccül, 1) Nitekim onun bu iş için kullandığı âlet ve edevâtın oldukça külfetsiz olduğu görülür. Efendimiz’e ait belli başlı temizlik ve tezyin malzemeleri; ayna, tarak, makas, misvâk, sürmedanlık, koku şişesi denilebilecek bir kutu ve bir de tülbentten ibâret idi. (İbn-i Sa’d, I, 484)
Ayrıca Âlemlerin Efendisi herhangi bir yolculuk esnâsında da bü tür eşyalarını yanında bulundururdu. (İbn-i Sa’d, I, 484)
6- Peygamberimizin Binitleri
Fahr-i Âlem’in kullandığı birtakım binitleri vardı. Bunlar arasında, hicret yolculuğu esnâsında, o Mübârek Varlık’ı taşıma lütfuna nâil olan Kasvâ isimli devesi meşhurdur. Ayrıca Resûlullah’ın ilk defa Uhud muharebesinde kullandığı Sekb isimli bir atı, bunun yanında ona hediye edilen ve kendisinin ashâbından bâzılarına hediye ettiği bir kaç atı daha mevcuttu. Yine Efendimiz’in Düldül isimli katırı ile Ya’fûr isimli merkebi de, meşhur binitleri arasında yer almaktaydı. (İbn-i Sa’d, I, 489-492)
7- Peygamberimizin Harp Malzemeleri
Resûlullah’ın bir beşer ve bir peygamber olarak günlük hayâtta giydiği kıyafetlerinin yanında, bir komutan olarak kullandığı zırh, kılıç ve miğfer gibi savaş malzemeleri de olmuştur.
Zırh, muhârebelerde silâh darbelerinden korunmak için giyilen ve küçük demir halkalardan örülmüş yelektir. Resûlullah, özellikle Uhud ve Hayber gazvelerinde zırh kullanmıştı. (İbn Sa’d, I, 487) Efendimiz’in zırhları, Zâtü’l-fudûl, Su’diyye, Fıdda, Betrâ ve Harnak gibi isimlerle yâdedilirdi. (Zehebî, es-Sîre, I, 430) Vefâtı esnâsında zırhı, bir yahûdîden borç aldığı bir miktar arpa karşılığında rehin olarak bulunuyordu. (Buhârî, Cihâd, 89)
Mekke fethinde şehre girerken Allah Resûlü’nün mübârek başında bir miğfer vardı. (Buhârî, Cihâd, 169)
Ayrıca Fahr-i Kâinât’ın harp malzemelerinden Zülfikâr, Kalaî, Bettâr, Hatf gibi isimlerle anılan birçok kılıcı mevcuttur. (İbn-i Sa’d, I, 485) Bunlar arasında Bedir’de ganîmet olarak elde edilen Zülfikâr isimli kılıç meşhurdur. Nitekim “Lâ seyfe illâ Zülfikâr ve lâ fetâ illâ Ali: Kılıç dediğin Zülfikâr, yiğit dediğin de Ali gibi olur.” sözü bir darb-ı mesel hâline gelmiştir. (Aclûnî, II, 506)
[caption id="attachment_149538" align="alignnone" width="600"]
Sevgili Peygamberimiz’in üç adet süngüsü, üç adet de yayı bulunmaktaydı. Hatta yaylarının Ravhâ, Beyzâ ve Safrâ isimlerine sâhip olduğu belirtilir. Bir de Efendimiz’in, üzerinde koç resmi bulunan bir kalkanı vardı ki tasvirden hoşlanmadığı için bu resmi kazıtmıştı. (İbn-i Sa’d, I, 479)
[caption id="attachment_149540" align="alignnone" width="702"]
Hulâsa, Peygamberimiz’in giyim kuşamıyla ilgili rivâyetlerin ele alındığı bu kısımda şu husus tebârüz etmektedir; Fahr-i Kâinât Efendimiz hayâtın diğer sahalarında olduğu gibi giyim kuşamında da sâde bir hayât yaşamayı tercih etmiştir. Dünyanın her türlü maddî imkânlarına sâhip olduğuna inanan bir kral gibi davranmamıştır.
[1] Allah Resûlü’nün dâimâ başı örtülü bulunduğu ve namazlarını böyle kıldığı bilinmektedir. Bu sebeple fakihlerimiz namazda tembellik veya önem vermeme sebebiyle başı açık bulundurmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Zîrâ bu Peygamber Efendimiz’in tatbik ettiği fiilî bir sünnetidir. Âyet-i kerimede mescidlere giderken giyilmesi emredilen zinete, erkeklerin başlarını örtmesi de dâhildir. Bu bakımdan namazda takke giyilmesi bütün mezheblere göre müstehap kabul edilmiştir. Dolayısıyla namazda başı, secdeye engel olmayacak şekilde takke ve benzeri uygun bir örtü ile örtmek daha faziletlidir. Hatta secdede iken baştan düşen takkenin fazla hareket yapmadan tekrar giyilmesi bile tavsiye edilmiştir. Ancak bir özür sebebiyle veya alçak gönüllülük ve huşû maksadıyla baş açık kılınabileceği de söylenmiştir. (Kevserî, s. 258-259; Hamdi Döndüren, s. 270-271)
[2] Kıbâl: Ayakkabının tabanını üstüne bağlayan ve orta parmakla yanındakinin arasından geçen bağ.
[3] Mühr-i şerîf’in kaybolmasıyla ilgili bir nükteden bahsedilir ki o da şöyledir: Peygamber Efendimiz’in Mühr-i şerîflerinde aynen Süleyman’ın “Mühr-i Süleymân” diye meşhur mührü gibi, pek çok esrar saklı idi. Hz. Süleyman’ın adı geçen mührü kaybolunca, mülkü nasıl bir sarsıntı geçirip çökmüşse; Hz. Osman’ın hilafeti döneminde mühr-i şerîf kaybedilince de idârede çalkantılar baş göstermiş, Mısırlı ve Iraklı âsiler ayaklanmış ve halifenin öldürülüşüne kadar varan bu fitnenin artık bir daha önüne geçilememiştir. (Ali Yardım, s. 145)
[4] Allâh Resûlü ashabına ismid taşından yapılan bir cins sürmeyi tavsiye etmiş ve bunun gözlere cilâ olduğunu ve kirpiklere iyi geldiğini belirtmiştir. (Tirmizî, Libâs, 23)
Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları