Peygamberimizin Sırdaşı Olan Sahabi

Sahabiler

Peygamber Efendimiz’in sırdaşı olan sahabi kimdir?

Ebûbekir (r.a.), gönlünü, Resûlullah’in kalp âlemini yansıtan berrak bir ayna hâline getirmişti. Bu itibarla o, Peygamber Efendimiz’de fânî olmanın en müşahhas numûnesi oldu. Bu fânî oluş sâyesinde de, Efendimiz’e âit her şey, onun kalbinde çok derin bir mânâ kazandı. Öyle ki Ebûbekir, Allâh’ın âyetlerini, Resûlullah Efendimiz’in sözlerini ve hâdiselerin akışını idrâk husûsunda ashâbın en önde geleni oldu. Hiç kimsenin kavrayamadığı nice nebevî nükteleri, üstün bir firâset ve basîretle sezdi. Nitekim Vedâ Haccı’nda:

“…Bugün size dîninizi ikmâl ettim; üzerinize olan nîme­timi tamamladım ve sizin için dîn olarak İslâm’ı seçtim...” (el-Mâide, 3) âyeti nâzil olmuştu. Herkes, dînin tamamlanmasına sevindi. Fakat Hazret-i Ebûbekir, yüksek firâsetiyle bundan, Allah Teâlâ’nın pek yakında azîz Rasûlü’nü ebediyyet âle­mine dâvet buyuracağını sezdi. Gönlüne düşen ayrılık ateşinin ıztırâbıyla hüzne gark oldu.[1]

Ebûbekir’in (r.a.) bu ince kavrayışını gösteren misâllerden biri de şudur:

Allah Resûlü son günlerinde hastalığının ağırlığı sebebiyle mescide çıkamamıştı. Cemaate namaz kıldırması için de Ebûbekir’i imam tâyin etmişti. Fakat bir ara kendini iyi hissederek mescide çıktı. Ashâb-ı kirâma bâzı nasîhatlerde bulunduktan sonra:

“Şânı yüce olan Allah, bir kulunu, dünyâ ile kendi katındaki nîmetler arasında serbest bıraktı. O kul da Allah katındakini tercih etti!..” buyurdu.

PEYGAMBERİMİZİN EN YAKIN DOSTU

Bu sözler üzerine Hazret-i Ebûbekir’in hassas ve rakik kalbi mahzunlaştı, ardından da sıcak gözyaşları dökmeye başladı. Zîrâ Hazret-i Peygamber’in kendilerine bir nevî vedâ hitâbında bulunduğunu hissetmişti. Çünkü o, nebevî esrârın en yakın mahremiydi. Ayrılıktan inleyen bir ney gibi feryâda başladı. Hıçkıra hıçkıra:

“–Anam, babam Sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Sana babalarımızı, analarımızı, canlarımızı, mallarımızı ve evlâtlarımızı fedâ ederiz!..” dedi. (Ahmed, III, 91)

Cemaat içinde O’ndan başka hiç kimse, Hazret-i Peygamber’in derin hissiyâtını ve dünyâya vedâ hâlinde olduğunu kavrayamamıştı. Hattâ ashâb, Hazret-i Ebû Bekir’in ağlamasına bir anlam verememiş, büyük bir hayretle birbirlerine:

“–Resûlullah, Rabbine kavuşmayı tercih eden sâlih ki­şiden bahsederken şu ihtiyarın ağlaması, doğrusu şaşılacak şey!..” dediler. (Buhârî, Salât, 80)

Çünkü dünyâ ile Allah katındakiler arasında serbest bırakılan sâlih kulun, Hazret-i Peygamber olduğunu akıllarına bile getirmemişler ve Hazret-i Ebûbekir’in sezdiği gerçeği sezememişlerdi. Bu esnâda Resûlullah, hem Hazret-i Ebûbekir’in mahzun gönlünü tesellî hem de ashâbına onun değerini beyan için sözlerine şöyle devâm etti:

“Bize iyiliği dokunan herkese bunun karşılığını aynıyla veya fazlasıyla ödemişizdir. Ancak Ebûbekir müstesnâ!.. Onun o kadar iyiliği olmuştur ki, karşılığını kıyâmet günü Allah verecektir.

Sohbetiyle olsun, malıyla olsun bana en fazla ikramda bulunan, Ebûbekir’dir. Eğer ben, Rabbimden başkasını dost edinecek olsaydım, mutlaka Ebû Bekir’i dost edinirdim. Fakat İslâm kardeşliği daha üstündür.”

Sonra Hazret-i Peygamber, gittikçe yaklaşan vefat ânı dolayısıyla da şöyle buyurdu:

“Mescide açılan bütün (husûsî) kapılar kapansın, sadece Ebûbekir’inki açık kalsın! Ben, Ebûbekir’in kapısının üzerinde bir nûr görüyorum...”[2]

Böylece o hazin vedâ ânında bütün kapılar kapatıldı, sadece Ebûbekir’in (r.a.) kapısı açık kaldı.

İşârî mânâda bu demektir ki, Allah Resûlü’ne husûsî yakınlık kapısı, O’na, Hazret-i Sıddîk misâli büyük bir itaat, teslîmiyet, sadâkat, fedâkârlık, dostluk ve muhabbet ile açılabilir.

[1] Bkz. Elmalılı, III, 1569.

[2] Bkz. Buhârî, Ashâbu’n-Nebî 3, Menâkıbu’l-Ensâr 45, Salât 80; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 2; Tirmizî, Menâkıb 15; İbn-i Sa’d, II, 227.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Öyle Bir Rahmet Ki, Erkam Yayınları