Peygamberimizin Ümmetine Olan Merhameti

Peygamber Efendimizin -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ümmetine olan merhameti nasıldı? Sahabe bunu nasıl naklediyor? Peygamberimizin ümmetine şefkat ve merhametine örnek hadiseler...

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ümmetine olan merhameti, bir anne-babanın evlâdına duyduğu merhametten daha ziyade idi. Rabbimiz bunu şöyle bildiriyor:

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)

PEYGAMBERİMİZİN MERHAMETİ

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ümmetine rahmet ve şefkat kanadını germesine dair siyer-i Nebî’den nice misaller verilebilir. Birkaçı şöyledir:

Cerir bin Abdullah -radıyallâhu anh- şöyle nakleder:

“Bir gün erken vakitlerde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûrunda idik. O esnada Mudar Kabîlesi’nden perişan bir topluluk çıkageldi. Gelenlerin üzerinde basit bir aba vardı. Bu abayı delerek başlarından geçirmişlerdi. Fakat neredeyse çıplak vaziyetteydiler.

Onları bu derece fakir ve garip görünce Allah Rasûlü’nün yüzünün rengi değişti. (Mübârek yüzü kireç gibi bembeyaz oldu.) Hemen evine girdi. Sonra da çıkıp Bilâl’e ezan okumasını emretti, o da okudu. Sonra Bilâl kāmet getirdi ve Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namaz kıldırdı. Akabinde bir hutbe îrâd ederek infâka teşvik edici âyet-i kerîmeler okudu. Ardından;

«–Her bir fert; altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir ölçek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. Hattâ (hiçbir imkânı olmayanlar da) yarım hurma bile olsa sadaka versin!» buyurdu.

Bunun üzerine ensardan bir adam; ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan âciz kaldığı, hattâ kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahâlî birbiri peşine sökün edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gördüm.

Baktım ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in yüzü gülüyor, sanki altın gibi parlıyordu… (Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- huzur buldu ve yüzü yeniden pembeleşti.)” (Müslim, Zekât, 69)

MÂNEVÎ AÇLIK OLAN GAFLET VE CEHÂLETE DE ÇOK ÜZÜLÜR VE TELÂFÎSİNE GAYRET EDERDİ

Ümmetinin maddî açlığına böyle üzülen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, elbette mânevî açlık olan gaflet ve cehâlete de çok üzülür ve telâfîsine gayret ederdi:

Beşir bin Hasâsiyye -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bey‘at etmek için geldim. Bana, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Rasûlü olduğuna şahâdet etmemi, namaz kılmamı, zekât vermemi, İslâm üzere haccetmemi, Ramazan orucunu tutmamı ve Allah yolunda cihâd etmemi şart koştu.

Ben de şöyle dedim:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Vallâhi bunlardan ikisine gücüm yetmez. Onlar da cihad ve sadakadır.

  • İnsanlar cihaddan kaçan kimseye Allâh’ın gazap ettiğini söylüyorlar. Ben ise cihad meydanına gelince, nefsimi ölüm korkusu kaplayıp kaçmaktan endişe ediyorum.
  • Sadakaya gelince, benim malım küçük bir koyun sürüsü ve on deveden ibarettir. Onlar da ehlimin maîşet kaynağı ve binek hayvanlarıdır.”

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- elimi tuttu, salladı ve şöyle buyurdu:

“–Cihad yok, sadaka yok, peki o hâlde nasıl cennete gireceksin?!.”

Bunun üzerine:

“–Yâ Rasûlâllah! Bey‘at ediyorum.” dedim ve Allah Rasûlü’ne, koştuğu bütün şartlar üzerine bey‘at ettim. (Ahmed, V, 224)

SAMİMİ BİR ŞEFKAT VE MERHAMET

Buna benzer bir başka hâdise:

“Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bir genç gelerek zinâ etmek için izin istemişti. Peygamber Efendimiz ona böyle bir şeyi kendi akrabaları için isteyip istemeyeceğini sordu.

Genç;

«–Allah beni Sen’in yoluna kurban etsin, hayır, vallâhi istemem yâ Rasûlâllah!» cevabını verince;

«–Diğer insanlar da böyle bir şeyi istemezler.» buyurdu.

Daha sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mübârek elini gencin üzerine koyup;

«Allâh’ım, bunun günahlarını affet, kalbini temizle ve iffetini muhafaza eyle!» diye duâ etti.

Genç, bundan sonra böyle bir şeye hiç tenezzül etmedi.” (Ahmed, V, 256-257; Heysemî, I, 129)

Her iki kıssada da, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; muhatabını dinlediği ve azarlamadan, kızmadan, onu yanlıştan döndürdüğü görülmektedir.

Samimî bir şefkat ve merhamet, muhatapların gönüllerinde hidâyet tohumlarının yeşermesine vesile olur.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; kimin cennete girmek husûsunda bir problemi varsa, onu teşhis ve tedavi ediyordu. Bu hususta ona yol gösteriyor, onu tezkiye ediyor ve onun cennete girmesine vesile olmaya gayret ediyordu.

Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh-, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e;

“–Bana cennete girmek husûsunda bir şey öğret!” deyince; Fahr-i Kâinât Efendimiz;

“–Öfkelenme!” (Buhârî, Edeb, 76; Tirmizî, Birr, 73) buyurdu.

Yine aynı şekilde bir kişi Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e;

“–Yâ Rasûlâllah! Çok şey belleyecek gücüm yok. Bana, saâdetimi mûcib olacak kısa bir şey buyur!” deyince, ona da;

“–Öfkelenme!” (Buhârî, Edeb, 76; Tirmizî, Birr, 73) buyurdu.

Kimi sahâbîsinde, câhiliyyeden kalma «sınıf farkı anlayışı» vardı.

Peygamber müezzini Bilâl -radıyallâhu anh- siyâhî idi. Ebû Zer -radıyallâhu anh- ona bir kızgınlık ânında;

“–Ey kara kadının oğlu!” diye hitâb etti. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çok üzüldü;

“–Sen, kendisinde câhiliyye huyu bulunan bir kimsesin!” diyerek onu tevbe ve helâlleşmeye teşvik etti. (Buhârî, Îmân, 22, Itk, 15; Müslim, Eymân, 40)

O da Hazret-i Bilâl’in ayağının altına başını koyarak helâllik istedi ve gönlünü aldı.

Ümmetinin cehennemden âzâd olması ve cenneti kazanabilmesi için; onları hep cömertliğe, sâlih amellere ve takvâya çağırdı:

Rânûnâ vadisinde kılınan ilk Cuma namazında şöyle buyurdu:

“Ey insanlar!

Ölmeden önce tevbe edin; fırsat elde iken sâlih ameller işlemeye bakın!

Gizli-açık bolca sadaka vermek ve Allâh’ı çok çok zikretmekle Rabbinizle aranızı düzeltin!” (İbn-i Mâce, İkāme, 78)

Vedâ Hutbesi’nde şöyle buyurdu:

“Sakın, (günah işleyerek, mahşerde) yüzümü kara çıkarmayınız!..” (İbn-i Mâce, Menâsik, 76)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Temmuz, Sayı: 233

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN MERHAMETİ VE AFFEDİCİLİĞİ İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Peygamberimizin Merhameti ve Affediciliği ile İlgili Örnekler

ŞEFKAT VE MERHAMET PEYGAMBERİ

Şefkat ve Merhamet Peygamberi

YARATILANA ŞEFKAT VE MERHAMET İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Yaratılana Şefkat ve Merhamet ile İlgili Örnekler

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN GÜZEL AHLAKI İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Peygamber Efendimiz’in Güzel Ahlakı ile İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.