Peygamberimizin Ümmetine Vedası
Ömer Faruk Demireşik, Peygamber (sav.) Efendimiz’in ümmetine vedâsını yazdı.
Bu yıl, 14 Eylül’ü 15’ine bağlayan gece Peygamber (sav.) Efendimiz’in Velâdet/Mevlid Kandili… Biz de her hicrî Mevlid Kandili’nde olduğu üzere, dergimizin ana gündemini Peygamber (sav.) Efendimiz ile alâkalı bir konuya hasrediyoruz. Bu sayıdaki konumuz da “Vedâ Hutbesi”…
PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN ÜMMETİNE VEDASI
Aslında Vedâ Hutbesi’ni hiç duymamış bir Müslüman yoktur desek, abartmış olmayız herhâlde… Zira bu hutbe, her ne kadar yekpâre bir metin olmasa da, Peygamber (sav.) Efendimiz’in ilk ve son haccında farklı mekânlarda ashâbına/ümmetine vermiş olduğu hutbelerinden oluşmaktadır. Hadis ve tarih kitaplarında bu hutbeler, birbirini tamamlar şekilde nakledilmiş ve meşhur “Vedâ Hutbesi” ortaya çıkmıştır.
Bu hutbenin en önemli vasfı, Peygamber (sav.) Efendimiz’in ömrünün ve tebliğinin hulâsası şeklinde ümmeti adına en temel meselelere temas etmesi ve bir nevî onlara bıraktığı mânevî vasiyet olmasıdır.
Madde madde en önemli hususlara temas edilmiş olan bu hutbede, en çok üzerinde durulan konu; insanların doğuştan eşit oluşu ile can, mal ve nâmus gibi temel hakların mukaddesliği ve dokunulmazlığıdır. Allâh’ın dînini kemâle erdirdiği, insanların tevhidden şirke tamamen dönmelerinin artık mümkün olmadığı, âhiret günü herkesin yaptıklarından hesaba çekileceği de vurgulanan bu hutbedeki diğer önemli başlık ise, insanların emri ve idaresi altındaki kimseleri bir “emanet” olarak görmeleri ve onların haklarına riâyet etmeleridir.
İnsanlık tarihinde bu kadar kapsamlı ve hassas başka bir “beyannâme” yoktur, olmamıştır ve olamaz da… Zira bu hutbede ana hatları vurgulanan İslâm’ın hükümleri; Cenâb-ı Hakk’ın insanın fıtratına uygun şekilde takdir buyurduğu haklar ve sorumluluklar dengesi gözetilerek konulmuştur. Yine bu hükümler, farazî ve kağıt üstünde kalmamış, asırlar boyunca pek çok coğrafyada hayata geçirilmiş; hem fert hem de toplum bünyesinde nasıl mutluluk ve huzur sebebi olduğu yaşanarak görülmüştür.
Bakmayın bugün insanlığın düştüğü karanlık dehlizlere… Mazlumların göğe yükselen çığlıklarına… Zâlimlerin, insanlığa dair bütün kıymet ölçülerini hoyrat ve gaddarca yerle bir edişine… Eğer bugün gerçekten insanlık yine ve yeniden bu “Vedâ Hutbesi”ndeki temel insan haklarına dönebilse, çok değil, birkaç ay içinde bile dünyanın çehresi değişebilir.
Düşünün; kadınları ve çocukları, “Allâh’ın emaneti” olarak gören bir kocanın evinden, feryat figan yükselir mi? Hizmetçisine, işçisine “hak ettiğini” veren bir işveren, toplumda nasıl bir mutluluk ve refaha yol açar? İşyerini ve iş sahibini velînîmeti gören, elinden geldiği kadar yaptığı işin hakkını veren bir işçi, işine ve eserine nasıl bir kalite kazandırır. Fâizin sıfırlandığı, karz-ı hasenin, zekât ve sadakanın alabildiğine yaygınlaştığı bir toplumda insanları sömürerek zenginleşenler; artık fakirlerin sırtından zengin olabilir mi?
Başkasının canına, malına, nâmusuna göz dik/e/meyen fertlerden oluşan bir toplumda, hırsızlık, uğursuzluk, sahtekârlık, ihtikâr, adam öldürme, tecâvüz, katliâm ve işkencelere rastlanabilir mi?
Bu ve benzeri hayat veren prensiplerle dolu olan Vedâ Hutbesi, dâimâ canlı ve dâimâ gündemde kalmalıdır. Biz, hayatlarımızdaki bozuklukları, hep onunla mîzân etmeli, saptığımız yollardan yine onun gösterdiği sırât-ı müstakîme ve iki cihan saadetine dönmeliyiz.
Bugün, her zamankinden daha çok belirlediğin nebevî esaslara muhtacız ey Allâh’ın Rasûlü (sav.)… Bizi, ümmetin olarak kabul buyur… Dahîlek yâ Rasûlâllah!..
Kaynak: Ömer Faruk Demireşik, Altınoluk Dergisi, Sayı: 463
YORUMLAR