Peygamberimizin Zikri ve Kur’ân Tilâveti
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) zikri ve Kur'ân tilaveti...
Cenâb-ı Hak -celle celâlühû- kullarına şöyle emreder:
“Rabbini gönülden ve korkarak, içinden hafif bir sesle, sabah akşam zikret, gâfillerden olma!” (el-A‘râf, 205)
“Ey îmân edenler! Allâh’ı çokça zikredin! O’nu sabah akşam (aralıksız) tesbîh edin!” (el-Ahzâb, 41-42)
Güzel ahlâkıyla, numûne-i imtisâl hâl ve davranışlarıyla canlı bir Kur’ân olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, gerek duâları, gerek tesbihleri, gerekse tefekkürleriyle dâimâ zikir hâlinde bulunurdu.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle buyurur:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her ânında Allah Teâlâ’yı zikir hâlindeydi.” (Müslim, Hayz, 117; Ebû Dâvûd, Tahâret, 9/18; Tirmizî, Deavât, 9/3384)
PEYGAMBERİMİZİN (S.A.V.) ZİKİRLERİ
Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh-, babası Hazret-i Ali’ye Peygamber Efendimiz’in ahlâk ve âdâbından sormuş, babası da ona uzun uzun anlatmıştı. Bu esnâda şöyle buyurmuştu:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allâh’ı zikretmedikçe ne oturur ne de kalkardı...” (İbn-i Sa‘d, I, 424)
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, en zorlu seyahatlerinde bile dâimâ zikrullâh ile meşgul olurdu. Seyahat esnâsında, kerahat vakti değilse, ashâbıyla birlikte develerinin üzerinde namaz kılarlar, namaz hâricinde de tepelere çıktıkça tekbîr ve tehlîl getirip aşağıya doğru inerken Cenâb-ı Hakk’ı tesbîh ederlerdi.[1]
Düşmanla savaşırken dahî Cenâb-ı Hakk’ın zikrini terk etmezlerdi. Zira Yüce Rabbimiz, cephede namazın cemaatle nasıl kılınacağını târif ettikten sonra şöyle buyurmaktadır:
“Namazı bitirince de ayaktayken, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (dâimâ) Allâh’ı zikredin. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz, mü’minler üzerine vakitleri belli bir farzdır.” (en-Nisâ, 103)
Yine âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, cuma ezanı okununca Allâh’ın zikrine koşup alışverişi bırakmayı emretmektedir. Hemen akabinde de, mü’minlerin namazdan sonraki vazifelerini şöyle beyan buyurmaktadır:
“Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın da Allâh’ın fazlından nasîbinizi arayın ve Allah Teâlâ’yı çok çok zikredin ki felâha eresiniz.” (el-Cum’a, 10)
Fahr-i Kâinât Efendimiz her vesîleyle, âilesini ve ashâbını gece ibadetlerine ve zikre teşvik ederdi:
Ümmü Seleme -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz şöyle anlatır:
“Bir gece Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz dehşetle uyandı ve şöyle buyurdu:
«Sübhânallah! Bu gece nice fitneler indirildi ve nice hazineler açıldı! Uyanın ey oda sâhibeleri! (Zevcelerini kastediyor.) Dünyada nice giyinmiş kadınlar vardır ki, âhirette çıplaktırlar!»” (Buhârî, İlim 40, Fiten 6)
Übey bin Ka‘b -radıyallâhu anh- şöyle buyurur:
“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gecenin üçte ikisi geçince kalkar ve şöyle buyururdu:
«Ey insanlar! Allâh’ı zikredin! Allâh’ı zikredin! Yeri yerinden oynatan birinci Sûr iyice yaklaştı. Arkasından onu ikincisi takip edecek. Ölüm bütün şiddetleriyle gelip çattı! Ölüm, bütün şiddetleriyle gelip çattı!..»” (Tirmizî, Kıyâmet, 23/2457)
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in geceleyin ibadet için kalktığında, onar defa:
اَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ ، لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ
diye zikredip ardından yine on kere:
اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ى أَعُوذُ بِكَ مِنْ ضِيقِ الدُّنْيَا وَضِيقِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ
“Allâh’ım! Dünya ve kıyâmet gününün sıkıntı ve darlığından Sana sığınırım.” şeklinde duâ ve niyazda bulunduğunu, sonra da namaz kılmaya başladığını haber vermektedir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 101/5085)
[1] Buhârî, Cihâd, 131-132; Müslim, Zikir, 44-46; Ahmed, III, 333.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
YORUMLAR