Peygamberlerde Haşyet Duygusu

İbadet Hayatımız

Peygamberlerde haşyet korkusu nasıldır? Müslümanların dikkat etmesi gereken hususiyetler nelerdir?

Âhiretleri hakkında ilâhî teminat bulunan bütün peygamberler, «havf ve recâ / korku ve ümit» duyguları arasında dâimâ ilâhî rahmete sığınmışlardır.

Nitekim âyet-i kerîmede buyurulmuştur:

“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka hesaba çekeceğiz.” (el-A‘râf, 6)

Bu sebeple;

Peygamberler dâimâ vazifelerini bi-hakkın yerine getirip getirmediklerinden dolayı suâle çekilme endişesi içindedirler.

Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Vedâ Hutbesi’nin sonunda ashâbına sordu:

“–Ey insanlar!

Yarın beni sizden soracaklar; ne diyeceksiniz?”

Bütün ashâb-ı kiram;

“«–Allâh’ın elçiliğini îfâ ettin;

  • Vazifeni yerine getirdin,
  • Bize vasiyet ve nasihatte bulundun!» diye şahâdet ederiz!” dediler.

Bu şahâdetin ardından Varlık Nûru, dîni tebliğ ettiğine dair;

“–Ashâbım!

Tebliğ ettim mi?..

Tebliğ ettim mi?..

Tebliğ ettim mi?..” diyerek üç defa tasdik aldı.

Sonra da ellerini semâya kaldırarak Cenâb-ı Hakk’ın şahâdetini diledi:

“–Şâhit ol yâ Rab!..

Şâhit ol yâ Rab!..

Şâhit ol yâ Rab!..” (Buhârî, İlim, 37)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; bütün mahlûkātın en zirvesi bir kul, Cenâb-ı Hakk’a en sevgili Rasûl olduğu hâlde, dâimâ bu haşyetullah içerisindeydi. «Ben acaba güzel bir kul olabildim mi?» endişesi içindeydi.

Mîracda Cenâb-ı Hak sordu:

“–Habîbim! Sen’i neyle taltif edeyim, ne ile şereflendireyim?”

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Sana kul olma nisbetiyle (Sana kul olma şerefiyle şereflendir) Rabbim.” buyurdu. (Âlûsî, XV, 4)

Diğer peygamberler de her nefeste Cenâb-ı Hakk’a haşyet içinde yaşadılar.

Meselâ, İbrahim -aleyhisselâm-; maldan, candan ve evlâttan imtihan verdi.

  • Putları kırdığı için zâlim Nemrut tarafından ateşe atıldı. «Allah bana yeter!» dedi, ateşlere daldı. Cenâb-ı Hak, ateşleri ona gülzâr eyledi.
  • Mallarını infak ve vakfeyledi.
  • Evlâdını kurban etmek üzere Rabbine teslim oldu. Cenâb-ı Hak; bıçağı kestirmedi, evlâdının canını bağışladı.

Neticesinde İbrahim -aleyhisselâm- Allâh’ın Halîl’i / dostu oldu. Terfî ettikçe önünde mesafeler açıldı. O da âhiret endişesi içinde;

(Yâ Rabbî! Kulların) diriltilecekleri gün beni mahcup etme!” (eş-Şuarâ, 87) niyâzında bulundu.

Peygamberlerin, en ufak bir zelleye karşı dâimâ; «zalemnâ / Yâ Rabbî zâlim oldum!» buyurduklarını görüyoruz.

Yasak ağaca yaklaşarak zelle işleyen Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- şöyle niyazda bulundu:

“…Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka hüsrâna uğrayanlardan oluruz.” (el-A‘râf, 23)

Vazife mahallini üç gün önce terk eden ve bu sebeple balığın karnına düşmekle cezalandırılan Hazret-i Yûnus -aleyhisselâm-; dergâh-ı ilâhîye şöyle ilticâ etti:

“…(Allâh’ım!) Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i bütün eksikliklerden tenzih ederim. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum.” (el-Enbiyâ, 87)

Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mahşer gününde de şu manzarayı bildirmiştir:

İnsanlar kıyâmet gününde şefaat için başta Hazret-i Âdem’e ve sonra diğer peygamberlere müracaat edecekler; ancak her biri büyük bir korku ve haşyet içerisinde, buna cesaret edemeyip, insanları bir başka peygambere yönlendirecek ve sonunda Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Arş’ın altında secdeye kapanarak Cenâb-ı Hakk’a ümmeti için ilticâ edecektir. (Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 3, 9, Tefsîr, 17/5; Müslim, Îmân, 327, 328; Tirmizî, Kıyâmet, 10)