Peygamberliğe Kalkışan Filozoflar

Filozofların en büyük yanılgısı nedir? Peygamberliğe soyunan filozofların dine ve Allah’ın varlığına dair sapkın düşünce ve fikirleri.

Materyalist Alman filozofu Feuerbach’a göre her şey insan muhayyilesinin, insan bilincinin, insan umutlarının ve insan özlemlerinin yansıması, Tanrı da, din de bunun parçasıdır. Din, bilincin rüyasıdır. Tanrı, insanın içindeki iyiyi bir soyut varlığa yansıtmasıdır. Bu yaklaşımlar, felsefe (felsefi antropoloji) ile yapılan yeni bir teolojiyi haber veriyor.

PEYGAMBERLİĞE SOYUNAN FİLOZOFLAR

İslam dünyasında da kelamı antropoloji ile yorumlamaya kalkışan aydınlar çıkmıştır. Mısırlı ve Batıdan yetişen Hasan Hanefi, bunlardan biridir. Türkiye’de de antropoloji önünde Allah’ı hesaba çeken bu tutumla çok karşılaşıyoruz. Adeta insan ile Allah yer değiştirmiş! Allah insan yerine insan da Allah yerine geçmiş. Soran insan, sorgulanan Allah olmuş.

Feuerbach, Hristiyanlığın Özü adlı eseriyle Hristiyanlığı ve Tanrıyı sorgular. Hegel’in tilmizi, Allah’ı bile Allah’ın kelamıyla değil kendi aklımızla kavramamız gerektiğini söyler. Tanrıbilim (kelam) yerine antropolojik bilimi geçirir. Grekler de antropomorfik Tanrı anlayışını geliştirmişlerdi. İnsan ve Tanrının iç içe geçtiği bu anlayışla insanımsı Tanrılar icat ettiler. Zeus, Afrodit, Dionysos, Prometeus böyledir. Onları diğer insanlardan farklı kılan şey, güya insanüstü vasıflara sahip olmaları, hem insan hem de Tanrılığı temsil etmeleriydi. Sonra Grek felsefesi bu inancı sorguladı. Ama yine de tümüyle buradan kurtulamadı. Muhayyile yerini akla; mitoloji yerini ideaya bıraktı.

Modern filozoflar, Allah’ı sorguluyorlar. Allah’a, O’nun Peygamberi ve kelamından bakmıyorlar. Bunun yerine kendi yazdıkları metinleri kelam düzeyine çıkarırken kendilerini de Tanrı yerine koyuyorlar. Proudhon, bunun bilincinde olan bir 19. Yüzyıl filozofudur. “Mülkiyet hırsızlıktır” diye bağıran bu anarşist peygamberliğe soyunan filozofları alaşağı eder. Marx’a şöyle seslenir: “Siz peygamber olmaya kalkışıyorsunuz.”

Peygamberlerin getirdikleri müjdeleri, kurtuluşu ve gelecek haberlerini filozoflar sunmaya kalkışmışlardır. Komünist Manifesto, Kapital, Milletlerin Zenginliği, Tinin Fenomenolojisi, İyiliğin ve Kötülüğün Ötesi gibi yeni İnciller düşer piyasaya. Her modern filozof, Hz. İsa veya onun havarilerinin yerini almaya koşar. Modernite ile taht ve tacını kaybeden kilisenin İncili de, havarileri de Hz. İsa’sı da bütün saygınlığını kaybetmiştir. Roma Katolik Kilisesinin asırlarca süren saltanatı sona ermiştir. Havarilerden ve “Tanrı İnsan”dan boşalan yerleri, yeni yükselen filozoflar doldurmaya koşar. Filozoflar, yeniçağın kurtarıcıları olarak kendilerini sunarlar. Hegel, Tarihin Sonu der; Nietzsche Üstün İnsan diye delirir; Marx, sosyalizm diye çığlık atar. Heidegger, bir şey bulmayınca soluğu Alman nasyonalizminde alır. Teolojik boşluğu, ideoloji ile doldurur. Dünya zemininde hakikati aramanın başarısızlığı karşısında hayal kırıklığına düşer.

Tanrı’yı anlamanın yolu önce onun kelamını anlamaktan geçer. Tanrı’yı anlamanın kadim yolu, Tanrı ayetlerine kulak ve gönül vermekle başlar. Tanrı, Tanrı ile anlaşılır. Bizim beş duyumuz alanında konumlanan ve sınırlanan bir Tanrı yoktur. Tanrı, doğrudan kendisini insana sunmaz. Zatıyla sahneye çıkmaz. Onu zatıyla tanıyamayız. Göz ve kulaklarımızın aldığı belli ses dalgaları ve ışık dalgaları aralığı var. Bunların üstünde ve altında yer alanları ne işitiyor ne de görüyoruz. Depremi hayvanlar bizden erken hisseder. Çünkü işitme dalgalarını bizden daha alt düzeyde algılayabilirler, işitme eşikleri bizden farklıdır.  Suyun sıcaklığı belli bir düzeyin üstünde bizi yakar, yok eder. Biz Tanrı’yı zatıyla tanıyacak biçimde yaratılmamışız. Ne gözümüz, ne kulağımız, ne de başka duyumlarımız onun zatıyla etkileşime girebilir. Bu nedenle İslam Allah’ın, zatının üzerine düşünmeye sınır koyar.

O’nu, Onunla nasıl tanıyacağız? Ayetleriyle, yani kendi varlığını anlatan çeşitli işaretlerle, sembollerle. Kâinatta, insan ruhunda ve peygamberin getirdiği sahife ve kitaplarda bunlar yer alır. Tanrı, peygamberleri insanlara ve toplumlara elçi gönderir. Bu elçiler onu anlatır, ondan haber verir. Müslümanlar için Tanrı’yı tanımanın yolu Hz. Muhammed’in getirdiği Kur’an-ı Kerim’in rehberliğinden geçer. Tanrı orada kendisini doğmamış, doğrulmamış, ezeli ve ebedi, varlığı kendisi olan zorunlu varlık olarak tanımlar.

ALLAH MUTLAKTIR

Tanrı, peygamberler aracılığıyla insana hitap eder. Kelamda kendisinden de bahseder. Mutlak iyi, mutlak güzel, mutlak gören, mutlak duyan (basar), mutlak anlayan… Bütün nispi durumlardan, temalardan, sıfatlardan uzak, Tanrı mutlak, onun dışındaki her şey nispidir. O nedenle Tanrı ile varlığı tanırız, varlık ile O’nu değil.

Tanrı, insana soru sorar, insanı sorgular. Çünkü insan ve Tanrı ilişkisinde nispi olan insan, mutlak olan Tanrıdır. İnsan sınırlı, ölümlü, kayıtlı özellikleriyle ezeli ve mutlak olan bir varlıktan nasıl olur da önceliğe sahip olur? İnsanı; sınıfı, yaşı, cinsiyeti, yaşadığı dönemi, bilgisi, gücü tanımlar. Bunlardan bağımsız ve bunların ötesinden bir algılama ve düşünme kudretine sahip değildir. Bu nedenle ezeli ve ebedi olan bir varlığı sorgulamaya kalkışması haddini bilmemesi, sınırlarının farkında olmamasıdır. Bu, sonunu düşünmemesidir. Mütevazı ve teslimiyet duygularından bihaber yaşamasıdır.

FİLOZOFLARIN EN BÜYÜK YANILGISI

Filozofların en büyük yanılgısı insan ile Tanrı arasındaki ilişkiyi eşitlik temelinde algılamalarıdır. Bu algıdan yola çıkarak insanın da Tanrıyı sorgulaması gerektiğini düşünürler. Elbette akıllarından ve bilinçlerinden ürettikleri Tanrı imajı eleştirilebilir. Feuerbach, Hegel, Marx, Harari, Freud gibi filozofların muhayyilesinde icat ettikleri Tanrılar sorgulanabilir. Sorgulanmalı da. Ama hakikat olan, bir olan, her şeye kadir olan, ebedi olan bir varlık sorgulanamaz. Sorun filozofların akıl ve muhayyilelerinde icat ettikleri Tanrı ile hakikat Tanrısını özdeşleştirmeleri ve sonra da bunların beraber sorgulanabileceğini söylemeleridir.

Mekke müşrikleri de endişe ve beklentilerinden hareket ederek put tanrılar icat ediyorlardı. Bunların çoğu dişiydi, hatta onların da kızlarından bahsediyorlardı. İlkel kabile bilincinin muhayyilesi daha çıplak bir nesnellikle var olur. Modern düşünürlerin bilinci çok daha soyut. Bu soyut muhayyile ve akıllarından çıkan Tanrı da elbette bu özelliklere sahip olacak. Hegel, bir Ortaçağ Tanrısı ve İlkçağ Tanrısından bahsediyorsa, bu mantığa göre bir de Modern Çağ bilincinin ürettiği Tanrı olacaktı. Bu çağ bilincini de filozoflar kendi fikirleriyle birleştirdiler. Çağ bilinçlerinden Tanrı imajları çıktı. Sonuçta bu Tanrı imajları ile sorgulayıcı, reddedici, alay edici gibi her çeşit ilişki kurdular. Onlar Kilise ve Ortaçağ Hristiyan Tanrısını ret ederken bunun yerine “çağın bilinci”( zamanın ruhu) dedikleri şeyle özdeşleştirdikleri bir Tanrı imgesi icat ettiler. Bu Tanrı bilinci, Tanrıdan haber verme ve hakikati gösterme ile eş algılandı. Elbette kendileri de bunun elçileri oldular! Oysa Tanrı bilinçten de, çağdan da, muhayyile ve imajdan da bağımsızdır.

Kaynak: Ergün Yıldırım, Altınoluk Dergisi, Sayı: 433

İslam ve İhsan

FİLOZOFLARIN TUTARSIZLIKLARI

Filozofların Tutarsızlıkları

BEDEVÎ VE FİLOZOF KISSASI

Bedevî ve Filozof Kıssası

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.