Peygamber(s.a.v)'in Ulvî Teşrîfi İle Vukû Bulan Hâller

Beklenen Nûr, milâdî 571 yılının 20 Nisan’ına tesâdüf eden 12 Rabîulevvel Pazartesi sabahında tan yeri ağarırken zuhûr âlemine tenezzül ederek Abdullâh ve Âmine’nin izdivac kucağında dünyâmızı şereflendirdi.

PEYGAMBER EFENDİMİZ(S.A.V)'İN DÜNYA'YA TEŞRİFLERİ

Bu teşrîf ile âdeta bütün varlıklar dile gelip:

Hoş geldin yâ Rasûlallâh!” diyerek sürûra gark oldular. Süleyman Çelebi, cihanda bütün zerrelerin bu ulvî teşrîf karşısındaki sevinç ifâdelerini mısrâlarında şöyle dile getirir:

Merhabâ ey âlî sultân merhabâ!

Merhabâ ey kân-ı irfân merhabâ!

Merhabâ ey sırr-ı Furkân merhabâ!

Merhabâ ey derde dermân merhabâ!

Merhabâ ey Rahmeten li’l-âlemîn!

Merhabâ Sen’sin Şefîu’l-müznibîn!..

O’nun zuhûruyla Allâh’ın rahmeti bu âlemde coşup taştı. Sabahlar ve akşamlar âdeta renk değiştirdi. Duygular derinleşti. Sözler, sohbetler, lezzetler enginleşti; her şey ayrı bir mânâ, ayrı bir letâfet kazandı. Putlar sarsılarak yere devrildi. Kisrâlar beldesi Medâyin saraylarında sütunlar ve kuleler yıkıldı. O zamanlar insanların mukaddes saydıkları Sâve Gölü, zulüm bataklığı hâlinde kurudu.( İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273.)

Sâve, Hemdân ile Kum arasında, Tahran’ın 125 km. güneybatısında bir göldür. Suyu çekilince yerine Sâve Şehri kurulmuştur.

Cihandaki zaman ve mekânda gerçekleşen bu tecellî, o asîl varlığın zuhûrunun ilk bereketi idi. Bu bereket, bütün kâinâtı kuşattı. O seneye bolluk senesi denildi. Nitekim ehl-i dil (gönül ehli) nazarında Kadir Gecesi’nden sonra en kıymetli gece, Rasûlullâh’ın doğduğu gece olarak kabûl edilmiştir.

O gece bir gül gibi açılan Âlemlerin Efendisi’nin feyz ü bereketiyle dolan gönüllerden taşan ifâdeler, şâirlerin mısrâlarına ayrı bir letâfet kazandırdı:

Suya virsün bağ-bân gülzârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzâre su

Bahçıvan gül bahçesini sulamak için (boş yere) zahmet çekmesin! (Zîrâ), bin tane gül bahçesi sulasa (yâ Rasûlallâh, yine de) Sen’in yüzün gibi bir gül (hiçbir zaman) açılmaz!..

O güller gülünün ulvî teşrîfiyle her şeyin akışı değişmişti. Rahmet tecellîleri, inci tâneleri gibi kâinâta serpilmiş ve nûra hasret gönüller sürûra gark olmuştu. İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’dan şöyle rivâyet edilmiştir:

“Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, pazartesi günü doğdu, pazartesi günü peygamber oldu, pazartesi Mekke’den Medîne’ye hicret etti, pazartesi günü Medîne’ye vardı, pazartesi günü vefât etti. Pazartesi günü (Kâbe’de hakemlik yaparak) Hacer-i Esved’i yerine koydu. Pazartesi günü Bedir zaferini kazandı. «...Bugün size dîninizi tamamladım...» (el-Mâide, 3) âyeti nâzil oldu.” (Ahmed, I, 277; Heysemî, I, 196)

O’nun doğumu, peygamberliği, hicreti ve irtihâlinin, ilâhî bir tecellî olarak hep pazartesi günlerine rastlaması, bu günün ehemmiyetinin bir nişânesidir. Cemâl ve celâl tecellîsi olarak sevincin heyecânı ile hüznün burukluğu, bayram neşesi ile irtihâl elemleri berâber yaşanmaktadır.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kâinâtı teşrîf ettiği mübârek gecede bâzı hârikulâde hâller vukû bulmuştur. Bu mûcizelerden birkaçı şöyledir:

Hazret-i Âmine’nin bildirdiğine göre kendisi, ne hâmileliği ne de doğum esnâsında hiçbir zahmet çekmemiş ve Allâh Rasûlü dünyâya gelirken doğu ile batı arasını aydınlatan bir nûrun kendisinden çıktığını görmüştür. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- temiz bir şekilde, ellerini yere dayayarak doğmuş ve başını semâya kaldırmıştır.( İbn-i Sa’d, I, 102, 150.)

O anda şeytan, hayâtında hiç olmadığı kadar büyük bir çığlık koparmıştır.( İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 271)

İran başkadısı ve din adamı Mûbezân, rüyâsında birtakım serkeş develerin bir sürü yürük atları önlerine katarak Dicle Irmağı'nı geçtiklerini, İran topraklarına yayıldıklarını görmüştür.

Semâve Vâdisi’ni su basmıştır.

Semâve, Kûfe ile Şam arasında, Bağdat’ın 235 km. güneydoğusunda, Kelb arâzisinde, taşsız bir çöldür.

Kisrâ’nın sarayından 14 sütun yıkılmıştır.

İranlıların, tapınaklarında bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşleri sönmüştür.( İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273)

YAHUDİ KADIN NÜBÜVVET MÜHRÜNÜ GÖRÜNCE BAYILDI

Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın anlattığına göre Mekke’de ticâretl meşgul olan bir yahûdî, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’ in doğduğu gece, Allâh Rasûlü’nün dünyâyı teşrîŞnin alâmeti olan yıldızın doğduğunu görmüş, Kureyş meclislerinden birine giderek:

“–Ey Kureyşliler! İçinizde bu gece çocuğu doğan var mı?” diye sormuştu.

“–Vallâhi bilmiyoruz!” denilmesi üzerine yahûdî:

“–Ey Kureyş cemaati! Size söylediğim şeyi iyi belleyiniz! Bu gece âhir zaman ümmetinin peygamberi doğmuştur. Onun iki kürek kemiği arasında, üzerinde tüyler bulunan siyah sarı karı şımı bir ben vardır.” dedi.

Meclistekiler, yahûdînin söylediklerine hayret ederek dağıldılar. Evlerine varınca yahûdînin sözlerini âilelerine anlattılar.

Bir kısmının âilesi:

“–Abdullâh’ın bir oğlu doğdu. O’na Muhammed ismini verdiler!” dedi. Bunun üzerine onlar yahûdînin evine gidip:

“–Mekke’de bir çocuk doğmuş, haberin var mı?” dediler.

Yahûdî:

“–Ben size haber verdikten sonra mı yoksa önce mi?” diye sordu.

“–Önce doğmuş, ismi de Ahmed!” dediler. İsteği üzerine onu Hazret-i Âmine’nin evine götürdüler.

Hazret-i Âmine mübârek oğlunu onlara gösterdi. Yahûdî, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sırtındaki nübüvvet mührünü görünce bayıldı. Ayıldığı zaman, kendisine:

“–Ne var, ne oldu?” dediler.

Yahûdî:

“–Vallâhi artık İsrâîloğulları’ndan peygamberlik gitti! Ellerinden Kitap da gitti! Son peygamberin, İsrâîloğulları’nı öldüreceği ve din adamlarının îtibârını düşüreceği yazılıdır. Araplar nübüvvetle büyük bir izzet ve şerefe erecekler. Ey Kureyş cemaati! Sevininiz, vallâhi siz, haberi doğudan batıya kadar ulaşacak bir kuvvete mâlik olacaksınız!” dedi. (İbn-i Sa’d, I, 162-163; Hâkim, II, 657/4177)

MEKKE HALKI ÇOK SEVİNDİ

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in velâdetine bütün Mekke halkı sevinmişti. Hattâ Ebû Leheb, mübârek yeğeninin doğduğunu müjdeleyen câriyesi Süveybe’yi, âzâd ederek mükâfatlandırmıştı.(Halebî, I, 138)

Bu hâdiseyle alâkalı olarak daha sonra Abbâs –radıyallâhu anh- şunları anlatır:

Ebû Leheb’i ölümünden bir sene sonra rüyamda gördüm.

Kötü bir hâlde idi:

“–Sana nasıl muâmele edildi?” diye sordum.

Ebû Leheb:

“–Muhammed’in doğumuna sevinerek Süveybe’yi âzâd ettiğim için pazartesi günleri azâbım biraz hafifletilmektedir. O gün baş parmağımla işâret parmağım arasındaki şu küçük delikten çıkan su ile serinlemekteyim.” cevâbını verdi. (İbn-i Kesîr, el- Bidâye, II, 277; İbn-i Sa’d, I, 108, 125)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafâ-1 (s.a.v), Erkam Yayınları, 2013, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.