'rabbani Eğitim' Metodu

Dr. Adem Ergül'ün Genç dergisinde "Rabbani eğitim ve davranış modelleri" üzerine yazmış olduğu yazılar "Rabbani Eğitim" başlığıyla Erkam Yayınları'ndan yayınlandı.

İnsan, varlık sahnesinin şeref misafiri olarak dünyaya gelir. Ancak o, bu şerefini çoğu zaman kavrayamaz, kavrasa da koruyamaz ya da geliştirip büyütemez. İçinde sırlanan nice istidat tohumlarının yeşermesine, gelişip boy atmasına fırsat ve belki  de imkân bulamaz. Kimi zaman gafleti, kimi zaman cehâleti, kimi zaman da yanlış ellere ya da yollara düşmesi sebebiyle kendine yazık eder.

Fıtratın beyaz sayfasına rastgele çizikler atarak, güzel bir sanat eseri ortaya çıkarmak, mümkün değildir. Yine aynı şekilde yanlış bilgi ya da yönlendirmelere kanarak, sıhhatli bir gelişim yolculuğunda ilerlemek de söz konusu olamaz. Öyleyse sinemizde barındırdığımız insaniyet tohumunun, bereketli bir şekilde dal budak salması ve hatta meyveye durmasın için usul ve üslup ne ve nasıl olmalıdır?

RABBANİ EĞİTİM METODOLOJİSİ

İşte burada insanı varlık sahnesine çıkaran Yüce kudretin, onu niçin var ettiği sorusuna doğru bir cevap vererek işe başlamak gerekiyor. Esasen insanlık tarihi boyunca eğitim hedeflerinin, metodolojilerinin ve sonuçlarının belirlenmesinde ve değerlendirilmesinde, belki de en belirleyici nokta, bu sorunun cevabına verilen farklı yaklaşımlarda saklıdır. Şöyle ki:

  • Kimileri böyle bir yaratıcıyı yok sayarak işe başlar. Hayatı rastgele, içinden geldiği gibi, diğer bir ifadeyle terbiye görmemiş nefsânî içgüdülerine (nefsinin hevâsına, libidosuna) tam teslimiyet göstererek yaşar. Böylelerinin eğitimden ve terbiyeden anladığı, nefsinin arzularını en üst düzeyde tatmin etmeye vesile olacak bir takım bilgi ve becerileri kazanmak, sertifakalar ve diplomalar elde etmek ve nihâyet şu dünya hayatında, benzerleri arasında itibar sahibi olabilecek bir noktaya ulaşabilmekten ibarettir.
  • Kimileri de vardır; Yüce Yaratıcıyı kabul etmekle birlikte, kendi aklını ve tecrübesini daha güvenilir bulur. Böyleleri de Hak’dan gelen mesajları bilip öğrenseler de, onları birincil referanslar olarak görmezler ve sıradan bir bilgi mesabesinde değerlendirirler. Bu itibarla da, kendi kişisel gelişimlerinde ve terbiyelerinde, söz konusu ilâhî mesajları yol gösterici kılavuzlar ve işâretler olarak benimsemezler. Elde ettikleri neticeleri itibariyle de, birincilerden çok da farklı sonuçlara erişemezler.
  • İlâhî mesajları kendi gelişim seyirlerinde belirleyici bir referans olarak görenler arasında da farklı yaklaşımlar vardır. Bunlardan bazıları, ilâhî mesajları, kendi ön kabulleri çerçevesinde yorumlayıp, istedikleri gibi anlamak isteyenlerdir. Esasen bu gibi kimseler de, görünürde Rabbânî ölçüler içinde hareket ediyor gibi olsalar da, hakikatte kendilerini vahyin peşinde değil, önünde gören kimselerdir. Diğer bir ifadeyle böyleleri, vahye teslimiyet göstermek değil, vahyi teslim almak gibi gizli bir iddianın bilerek ya da bilmeyerek içine düşmüşlerdir.
  • Eğitimin hedefi, usûlü ve neticelerinde Rabbe güvenip dayanan ve O’na tam teslim olma yolunda çaba sarfeden kimseler ise, işte Rabbin terbiyesine girenler ancak böyleleridir. Hak mektebinin talebeleri olan bu kimseler, sonuçta Rabbânîler olarak yeryüzünde Hakk’ın temsilcileri ve şahitleridirler. Bu gibilerin özlerinde ve yüzlerinde çok farklı bir nûrânî boya vardır. Bütün âlemlerin yaratıcısı, sahibi ve terbiye edicisi olan Rabbimiz, işte bu terbiye sırrına işâretle buyurur ki:

“Siz Allah’ın verdiği rengi alınız. Allah’ın boyasından daha güzel boya vuran kim olabilir? "Biz ancak O’na ibadet ederiz (deyiniz). (Bakara Sûresi, 138)

  • İnsanı tanımayan onu geliştiremez. İnsan ise hâlâ meçhul/bilinmez olmaya devam etmektedir. Onun beden yapısının bile keşfedilemeyen sayısız karanlık noktaları mevcut iken ve yine onun ruh dünyasına yönelik bilgilerimiz, küçük bilgi kırıntılarından öte geçmez iken, insanı bu seviyede beşerî bilgilerimize güvenerek geliştirme çabalarımız, hiç şüphesiz daima eksik ve hatta zaman zaman küçük-büyük yanlışlarla malul/hastalıklı olmaya mahkûm olacaktır. Fıtrata cehâletle yapılan müdahaleler, onu geliştirmek değildir; tam aksine ifsâd etmektir. Bunun içindir ki, insanın eğitiminde, yaratana teslim olmak en emniyetli yoldur. Nitekim Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“Andolsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kâf Sûresi, 16)

Tüm varlığı terbiye edip geliştiren âlemlerin Rabbi olan Mevlâmız, insanın terbiyesi için insanlığa son mesajı olan Kur’ân-ı Kerim’de bir çerçeve planı sunmuş ve o planın pratiğini de son Peygamber Muhammed Mustafâ –sallallahu aleyhi ve sellem- eliyle göstermiştir.

Bize düşen Kur’an’da gösterilen ve takip edilmesi istenen yol haritasını doğru anlamak ve şahsiyetimizin terakki ve tekâmülünü bu esaslar üzerine binâ edebilmektir. İşte bu kitabımızda, ilâhî terbiyenin sırlarını keşfe doğru bir yolculuk denemesi yapılacaktır. İnşaallah Mevlâmız refikimiz olur da, bize emânet ettiği insaniyet cevherini zayi edenlerden olmayız. Zât-ı ulûhiyyetinin bizde görmek istediği seviye ve kaliteye, yine O’nun yardım ve inâyetiyle ulaşmış oluruz.

TERBİYE YOLCULUĞUNUN ADIMLARI

Şayet bu terbiye yolculuğumuz başarılı bir şekilde gerçekleşecek olursa, neticede:

  • Hedeflerimiz O’na göre belirlenecek,
  • Hayata bakış açılarımız O’na göre şekillenecek,
  • Düşünce ve duygu dünyamızın odak noktasında hep O olacak,
  • Varlığın yeri ve konumu yüreğimizde doğru bir yere oturacak,
  • Dünümüz, bugünümüz ve yarınımıza dair inanç ve fikir dünyamız netleşmiş olacak,
  • Davranış kodlarımız, iletişim üslûbumuz, edeb ve ahlâkımız hep Rahmân’ın belirlediği ölçüler içinde tanzim edilecek,
  • Ve nihâyet gözümüz, kulağımız, dilimiz, elimiz, ayağımız ve kalbimiz, hep O’nun istediği ölçüler içinde, âdetâ Rabbânîleşecek ve sonuçta da yeryüzünde O’nun hem bir şâhidi, hem de nâîbi/halifesi olma liyakatine ermeye çalışacağız. İşte bu niyetle,

“Bismillâhi Rabbi’il-âlemîn…” diyerek O’ndan yardım niyaz ediyor ve yola çıkıyoruz.

Rabbani Eğitim, Adem Ergül, 143 Sayfa, Erkam Yayınları

Kitabı temin etmek için tıklayın

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.