Rad Suresinin 28. Ayeti Ne Anlatıyor?
Ra’d suresinin 28. ayetinde ne anlatılmak isteniyor? Gönüllerin ilacının ne olduğunu bildiren âyet; Ra’d suresinin 28. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...
Kur’an’da şöyle buyrulur:
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ
Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. (Ra’d, 13/28)
GÖNÜLLERİN İLACI: ZİKRULLAH
Bilgi:
Allah’a inanarak O’nu zikreden ve O’nun indirdiği Kur’an’ı okuyan kimselerin kalpleri yatışır, huzur bulur. Bu, Allah’ın mümin kullarına dünyadaki belki de en güzel hediyesidir. Zira hayatın meşakkatleriyle bunalan mümin, hemen Allah’ı zikrederek, Kur’an okuyarak, namaz kılarak huzur bulur. Aynı şekilde Allah’ın ayetlerini okuyan mümin kulun kalbi, şüpheden, tereddütten kurtulur.
Mesaj:
- Allah’ı zikrederek onun yardımını ve gücünü devamlı yanımızda hissederiz.
- İnanmayanların gönülleri Allah’ı anmaktan gafil olduğu için asla huzura eremez.
Kelime Dağarcığı:
Zikr: Allah’ı anmak ve hatırlamak, onu unutmamak, Allah kelimesini ve tekbir, tehlil, tesbih, tahmid cümlelerini söylemek; Kur’an’ın bir ismi.
Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler
TEFSİR
- Onlar, iman eden ve kalpleri de dâimâ Allah’ı hatırlayıp anmakla doygunluk ve huzura eren kimselerdir. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah’ı hatırlayıp anmakla doygunluk ve huzura erer.
İnkârcıların doğru yolu bulamamalarının, mûcize gösterilip gösterilmemesiyle ilgili bir yönü yoktur. Eksik olan mûcize değil, doğru yolu bulma arzusudur. Bu bir tercih meselesidir. Tercihini sapıklıktan yana kullananları Allah sapıklıkta bırakır. Onlar bu sapıklık içinde şaşkın şaşkın dolaşır dururlar. Allah’a yönelip tercihini hidâyetten yana kullananları ise Allah doğru yola ulaştırır. Görüldüğü üzere tercih ve sorumluluk kula, yapılan tercihe göre sonucu yaratmak ise Allah’a aittir.
Kendi arzularıyla Allah’a gönül verip doğru yola erenler, inanılacak hususlara hakkiyle iman eden ve Allah’ın zikriyle kalpleri huzur ve itminâna eren kişilerdir.
Kalpleri huzura kavuşturan “Allah’ın zikri”nden maksat şunlar olabilir:
› Allah Teâlâ’yı birlemek, O’nun güzel isimlerini zikretmek: Bu kimseler “Lâ ilâhe ilallah” diyerek Allah’ı birlerler. Böylece kalpleri huzur ve sukûna erer. Kalpleri, dilleriyle beraber Yüce Allah’ın esmâ-i hüsnâsını, husûsiyle “Allah” ismini zikre devam etmek suretiyle mutmain olur.
› Bundan maksat Kur’ân-ı Kerîm’dir. Gerçekten de pek çok âyette Kur’ân-ı Kerîm “zikir” olarak tavsif edilir. (bk. Enbiyâ’ 21/50; Hicr 15/9) Kur’an, Allah’ın bir hatırlatması, en açık tebliği, en büyük bir mûcizesi ve en faydalı bir âyeti ve en muknî bir delilidir. Kalpler onun tilâveti ve âyetleri üzerinde tefekkürle mutmain olur, huzur ve sükûna erer. Çünkü gönüller, farkında oldukları veya olmadıkları sorularının cevabını orda bulurlar. Gönül aradığı cevapları buldukça rahatlar, ikna olur, huzura erer.
› Burada, Allah’ı hatırlatan ve O’nun birliğini gösteren deliller üzerinde düşünmek, böylece O’nun sonsuz kudret ve azametini idrak etmekle kalplerin huzur bulacağı mânası da vardır.
Gerçekten de kalpler ancak Allah Teâlâ’yı keyfiyetli ve şartlarına uygun bir zikirle çalkantılardan kurtulup huzura erer. Çünkü bütün varlıkların ve oluşların başlangıcı da sonu da Allah’a bağlıdır. Sebepler zinciri Allah Teâlâ’dan başlar ve yine dönüp dolaşarak O’nda son bulur. Mümkün ve muhtemel olan her şeyin akışı Cenâb-ı Hak’ta kesilir. Allah, kendinden daha üstü ve daha ötesi olmayan, sınırdan ve miktardan münezzeh olan yüceler yücesi bir zattır. Bu bakımdan gerek dış dünyadaki varlıklarda, gerek vicdanda O’ndan daha ilerisi yoktur. Bu sebeple insan kalbiyle Allah deyince, O’nun sonsuz kudret ve azametini tefekkür edince, düşünceler hareket alanının son noktasına erişmiş, mantıklar durmuş, bütün duygular, bütün korkular ve ümitler son durağına dayanmış bulunur. Kalbin başka bir yöne doğru hareketine imkân ve ihtimal kalmaz. Gönüller O’nun dışında hangi dünya nimetine meylederse etsin, hangi isteğe ulaşırsa ulaşsın, onların hepsinin daha iyisi ve daha üstünü, daha ötesi bulunduğundan, hiçbirinde karar kılamaz. Hiçbiri ruhun hasretini gideremez, heyecanını doyum noktasına ulaştıramaz. Kalp, imkân bulduğu takdirde haz ve lezzette daha yükseğine ulaşmak ister. Fakat kalp ilâhî mârifetten, Allah’ı zikirden zevk almaya başlayınca, bütün maksatların ve bütün işlerin Allah’a yönelmiş olduğunu anlar ve artık O’ndan yüksek bir makam ve merciye, O’nun dışında bir maksuda geçmek mümkün olmaz. Bu mânayı şâir şöyle dile getirmeye çalışır:
“Envâr-ı feyze mazhar olur kalbi sâf olan
Almakda mâh mihr-i cihântâbdan fürûğ.” (Aynî, Ayıntablı Hasan)
“Kalbi tertemiz olan insanlardır ki, kendilerine verilen feyizden hisselerini alırlar ve olgunlaşırlar. Tıpkı ayın güneşten ışık alarak bir nûr kaynağı hâline gelmesi gibi.”
Bundan dolayıdır ki, mârifetullaha yükselemeyen ve Allah’ı zikretmeyen kâfir ve gafil kalpler, hiçbir zaman ıstıraptan kurtulamaz, kalp huzuru, gönül huzuru denilen mutluluğu tadamaz. Huzur bulamaz, çırpınır durur. Üstelik bu çırpınış, geçici sebeplerin, boş emellerin sarsılıp yıkılışından kaynaklanan bir hicran acısıdır. Bu acı, hakiki mânada “Allah” demedikçe sürekli olarak devam eder gider. Fakat Allah Teâlâ’nın celâl ve azamet iksiri o kalbe düştüğü zaman, onu hiçbir değişme ve bozulmayı kabul etmeyen, bâkî, saf ve nûrânî bir cevher haline dönüştürür. Böylece kalp, Allah’ın zikri ile en yüce bir itminân mertebesine yükselme imkânı bulur. Dünyanın ve âhiretin benzersiz saadetine erer.
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com
YORUMLAR