Rahime Perestû Sultan Kimdir?

Osmanlı Devleti’nin en son Valide Sultanı II. Abdülhamid’in manevi annesi Rahîme Perestû Sultan’ın hayatı…

Osmanlı’nın son valide sultanı, Rahime Perestü Sultan’dır.

RAHİME PERESTÜ SULTAN KİMDİR?

Rahime Perestü Sultan, Kafkas Çerkezlerinden olup, Gogen ailesine mensuptur. 1830’lu yıllarda doğduğu tahmin edilmektedir. Babası, kızının Ruslar tarafından kaçırılması korkusuyla onu küçük yaşta İstanbul’daki Sultan Abdülmecid’in kız kardeşi olan Esma Sultan’ın yanına evlâtlık olarak göndermiştir.

Perestü Ne Demek?

Sarayda kendisine narin yapısı ve nâzik edâsından dolayı “kırlangıç” mânâsına da gelen “Perestü” denilmiştir.

Rahime Perestü Hanım, daha sonra Sultan Abdülmecid’in dördüncü hanımı olmuş, fakat hiç evlâdı olmamıştır.

İkinci Abdülhamid Han’ın annesi Tîrimüjgan Kadınefendi, genç yaşta verem hastalığından vefât edince, Sultan Abdülmecid Han öksüz kalan oğlunu şefkatle kucaklamış, fakat bu durum onun mahzun gönlünü tesellî etmeye yetmemiştir.

Annesinin ölüm haberinden sonra derinden sarsılan ve içine kapanarak kimselerle konuşamaz hâle gelen oğlu şehzade Abdülhamid’i bir akşam odasına çağıran Sultan Abdülmecid, oğluna bir hayli öğüt verdikten sonra hırkasının altına onu alarak Rahime Perestü Kadın’ın dairesine götürmüştür. Odasına girince:

“-Bak, sana ne güzel bir evlât getirdim. Önce Allâh’a, sonra sana emanet!..” diyerek hırkasının altından çıkardığı Abdülhamid’i göstermiştir.

Sonra şehzâdesi Abdülhamid’e dönen Abdülmecid Han:

“-Oğlum, bugünden sonra senin annen budur, öp annenin elini!..” demiştir.

Dindarlığı, ağırbaşlılığı, gün görmüşlüğü ve merhametiyle tanınan Perestü Kadın şehzâde Abdülhamid’i o günden sonra, hakikî bir anne şefkatiyle kucaklayıp bağrına basmış, onu, öz evlâdı gibi ihtimamla büyütmüştür. Öz annesinin eksikliğini elinden geldiğince hissettirmemeye gayret göstermiş, bundan sonraki dönemde bütün ömrünü Abdülhamid Hân’a adamıştır.

Abdülhamid Han da anneliğine, öz annesi gibi sevgiyle bağlı kalmış ve ölünceye kadar kendisine hürmette kusur etmemiş, onu baş tâcı bilmiştir. Sultan Abdülhamid Han Hazretleri anneliği olan Rahime Perestü Sultan’dan bahsederken:

“-Annem Tîrimüjgan Kadınefendi ölmemiş olsaydı, o da bana ancak bu kadar bakabilirdi.” demiştir.

Abdülhamid Han, padişah olduktan sonra da mânevî annesini yanından ayırmamıştır. Rahime Perestü Hanım Sultan, İkinci Abdülhamid Hân’ın tahta çıkışından sonra “Mehd-i Ulyâ-yı Saltanat-ı Seniyye” ünvanını almış ve “Vâlide Sultan” olarak îlan ve kabul edilmiştir.

Rahime Perestü Sultan, nâzik tavırları, vakar ve halâvetiyle vâlide sultanlığın hakkını vermiş; nezâketi, zarâfeti, inceliği ve nûrânî çehresiyle herkesin kalbine hürmet ve muhabbet tohumları ekmiştir. Vâlide Sultan, ahenkli sesinin yanı sıra yavaş ve az konuşmasıyla da dikkat çekmiş ve bütün saray halkı tarafından son derece sevilmiştir. Gerekmedikçe kimsenin işine karışmamış, kimseyi zerre kadar incitmek istememiştir.

Merasim günlerinde ağır kumaşlardan dört etekli entari giyen Rahime Perestü Sultan, “Hânedân-ı Âl-i Osman Nişanı”nı, “Şefkat” ve “Mecidî” nişanlarını göğsüne takardı. Kalpak biçiminde hotoz giyer, “Vâlide Tâcı” denilen zümrütlü iğneyi üzerine takardı.

Her işte hak ve hakkâniyete önem veren Rahime Perestü Sultan, sahih itikad sahibi, istikamet ehli, güzel ahlâklı ve dindar bir hanımdı. Günlerini tâat ve ibadetle geçirir, fakirlere ve muhtaç kimselere elinden geldiğince yardımda bulunurdu.

Sultan İkinci Abdülhamid Hân’ın hanımlarından Behice Sultan, Rahime Perestü Vâlide Sultan ile ilgili şunları söylemiştir:

“Nakşî idi. Hâl ehli, tam derviş bir kadın idi. Ömrünün son zamanlarında çok zayıflamış, kuş gibi bir hâl almıştı. Koltuklarından tutar, öyle hizmet ederlerdi. Bahar gelince saraydan ayrılır, kendi konağına giderdi. Cennetmekân Abdülhamid Han bu duruma çok sıkılır, ondan hiç ayrılmak istemezdi. Annesi üşümesin diye ona eliyle hırkasını giydirirdi. Fakat kadıncağızın da bir huyu vardı. Yünlü şeyleri giymekten hiç hoşlanmazdı. Abdülhamid Han gittikten sonra onu tekrar çıkarır, tesbihini alır, onunla meşgul olurdu. Biraz sonra yine Cennetmekân gelir, bakar ki hırka çıkmış. Onu çok sevdiği, hasta olmasından çok korktuğu için tekrar giydirir ve etraftaki kadınlara güyâ çıkışarak, «Siz annemin sırtından bunu çıkarıyorsunuz. O kendisi çıkarmaz.» derdi. Annesini kırmaktan çok korkardı. Vâlide Sultan ile arada bir Yıldız Sarayı bahçesindeki havuzlardan birinin başında beraberce oturur ve sohbet ederlerdi. Çok defa kahvelerini ben bizzat ellerimle götürüp takdim ederdim.”

Rahime Perestü Vâlide Sultan, 1904 yılında 75 yaşında iken vefat etmiştir. Eyüp Sultan’da bulunan Mihrişah Vâlide Sultan Türbesi’nde hayatta iken yaptırmış olduğu kabirde yatmaktadır. Sandukasının üzerindeki örtüye kadar kabrin her şeyini kendi hazırlatmıştır. Kabrini yaptırırken Sultan İkinci Abdülhamid Han kendisine yardımda bulunmak istemişse de o bunu kabul etmemiştir.

Vâlide Sultan’ın vefâtından sonra sarayda uzun bir süre matem havası hâkim olmuş, bu nur yüzlü hanımın yokluğu herkes tarafından hissedilmiştir. Sarayda bir hafta nöbet mızıkası çalınmamıştır. Şâzelî Tekkesi ile Hamidiye Câmii’nde rûhu için mevlidler okutulmuştur.

İnsan, sarayda nîmetler içinde de olsa, büyük dert ve sıkıntılar içinde de olsa, Rabbini unutmamalı, daima şükür hâlinde bulunmalıdır. İnsanın dert ve hastalıklar içinde Allâh’a tazarrû ve niyazda bulunması, O’na yönelerek ihtiyaçlarını arz etmesi nisbeten kolaydır. Zira elinden başka bir şey gelmez. Ancak Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm- gibi, zenginlik, servet ve üstün mevkiler içinde, Allâh’ın varlığını, nîmetlerini unutmamak; kulluk ve ibadetten bir an olsun gâfil bulunmamaya çalışmak daha zordur. Zira görünüşte nîmet olan bu imkânlar, gaflet ve dalâlete yol açmaya başlarsa, insanın mânen helâkine sebep olabilir.

Rabbimiz, dünya imtihanlarının her türlüsünü, sabır ve şükür muvâzenesi içinde yüz akı ile geçmeyi; rızâsına kavuşturacak sâlih amel ve hizmetlere muvaffak olmayı, yaşarken arkamızda sadaka-i câriye olacak eserler bırakmayı hepimize nasip etsin.

İslâm’ın güzîde hanımlarından olan Rahime Perestü Vâlide Sultan Hazretleri’ni rahmetle yâd ediyor, Cenâb-ı Hak’tan kendisine Firdevs Cenneti’ne girmeyi ve cemâlullah ile müşerref olmayı nasip etmesini niyaz ediyoruz.

Rûhu için bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs-ı Şerîf okumanızı istirham ediyoruz.

İstifade Edilen Kaynaklar: Ahmet Şimşirgil, Vâlide Sultanlar ve Harem, İstanbul, 2017, 219-222; https://www.somuncubaba.net/makale/2-abdulhamid-hana-anne-sevgisi-veren-perestu-kadin (Somuncu Baba Dergisi, Makale)

Kaynak: Merve Güleç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 464

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.