Rahman Suresi
Rahman suresi ne anlatıyor? Rahman suresi Arapça, Türkçe okunuşu ve meali. Rahman suresinin anlamı ve fazileti nedir? Rahman suresi ne zaman ve nerede indirilmiştir? Rahman suresi Arapça oku, dinle ve Rahman suresi duası hakkında bilinmesi gerekenler...
Rahmân sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 78 âyettir. İsmini 1. âyette geçen Allah Teâlâ’nın اَلرَّحْمٰنُ (Rahmân) ism-i şerîfinden alır. Bu isim, sûrenin muhtevasıyla da alakalıdır. Zira sûrede baştan sona kadar Allah’ın rahmeti ve rahmetinin tezahürleri zikredilir. Mushaf tertîbine göre 55, nüzûl sürecine göre 97. sûredir.
Rahman Suresi hakkında metnimizde sizler için hazırladıklarımız:
- Rahman Suresi Arapça Oku
- Rahman Suresi Oku – Türkçe
- Rahman Suresi Meali
- Rahman Suresinin Konusu, Nuzül Sebebi ve Fazileti
- Rahman Suresi’nin Tefsiri
- Yasin, Tebareke, Amme, Fetih, Vakıa Suresi, Ayetel Kürsi, Amenerrasulü ve Namaz Sureleri
RAHMAN SURESİ ARAPÇA OKU
-
Rahman Suresi 1. Sayfa
-
Rahman Suresi 2. Sayfa
-
Rahman Suresi 3. Sayfa
-
Rahman Suresi 4. Sayfa
RAHMAN TÜRKÇE OKUNUŞU*
(*Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için aramalarda çıkmak için sitemize eklenmiştir.)
Bismillahirrahmanirrahim
1. Errahmân(u)
2. ‘Alleme-lkur-ân(e)
3. Ḣaleka-l-insân(e)
4. ‘Allemehu-lbeyân(e)
5. Eşşemsu velkameru bihusbân(in)
6. Ve-nnecmu ve-şşeceru yescudân(i)
7. Ve-ssemâe rafe’ahâ ve vada’a-lmîzân(e)
8. Ellâ tatġav fî-lmîzân(i)
9. Ve akîmû-lvezne bilkisti velâ tuḣsirû-lmîzân(e)
10. Vel-arda veda’ahâ lil-enâm(i)
11. Fîhâ fâkihetun ve-nnaḣlu żâtu-l-ekmâm(i)
12. Velhabbu żû-l’asfi ve-rrayhân(i)
13. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
14. Ḣaleka-l-insâne min salsâlin kelfeḣḣâr(i)
15. Ve ḣaleka-lcânne min mâricin min nâr(in)
16. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
17. Rabbu-lmeşrikayni ve rabbu-lmaġribeyn(i)
18. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
19. Merace-lbahrayni yeltekiyân(i)
20. Beynehumâ berzeḣun lâ yebġiyân(i)
21. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
22. Yaḣrucu minhumâ-llu/lu-u velmercân(u)
23. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
24. Velehu-lcevâri-lmunşeâtu fî-lbahri kel-a’lâm(i)
25. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
26. Kullu men ‘aleyhâ fân(in)
27. Ve yebkâ vechu rabbike żû-lcelâli vel-ikrâm(i)
28. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
29. Yes-eluhu men fî-ssemâvâti vel-ard(i)(c) kulle yevmin huve fî şe/n(in)
30. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
31. Senefruġu lekum eyyuhâ-śśekalân(i)
32. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
33. Yâ ma’şera-lcinni vel-insi ini-steta’tum en tenfużû min aktâri-ssemâvâti vel-ardi fenfużû(c) lâ tenfużûne illâ bisultân(in)
34. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
35. Yurselu ‘aleykumâ şuvâzun min nârin ve nuhâsun felâ tentesirân(i)
36. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
37. Fe-iżâ-nşakkati-ssemâu fekânet verdeten ke-ddihân(i)
38. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
39. Feyevme-iżin lâ yus-elu ‘an żenbihi insun velâ cân(nun)
40. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
41. Yu’rafu-lmucrimûne bisîmâhum feyu/ḣażu bi-nnevâsî vel-akdâm(i)
42. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
43. Hâżihi cehennemu-lletî yukeżżibu bihâ-lmucrimûn(e)
44. Yatûfûne beynehâ ve beyne hamîmin ân(in)
45. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
46. Velimen ḣâfe makâme rabbihi cennetân(i)
47. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
48. Żevâtâ efnân(in)
49. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
50. Fîhimâ ‘aynâni tecriyân(i)
51. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
52. Fîhimâ min kulli fâkihetin zevcân(i)
53. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
54. Mutteki-îne ‘alâ furuşin betâ-inuhâ min istebrak(in)(c) ve cenâ-lcenneteyni dân(in)
55. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
56. Fîhinne kâsirâtu-ttarfi lem yatmiśhunne insun kablehum velâ cân(nun)
57. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
58. Ke-ennehunne-lyâkûtu velmercân(u)
59. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
60. Hel cezâu-l-ihsâni illâ-l-ihsân(u)
61. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
62. Vemin dûnihimâ cennetân(i)
63. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
64. Mudhâmmetân(i)
65. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
66. Fîhimâ ‘aynâni naddâḣatân(i)
67. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
68. Fîhimâ fâkihetun ve naḣlun ve rummân(un)
69. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
70. Fîhinne ḣayrâtun hisân(un)
71. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
72. Hûrun maksûrâtun fî-lḣiyâm(i)
73. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
74. Lem yatmiśhunne insun kablehum velâ cân(nun)
75. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
76. Mutteki-îne ‘alâ rafrafin ḣudrin ve’abkariyyin hisân(in)
77. Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân(i)
78. Tebârake-smu rabbike żî-lcelâli vel-ikrâm(i)
RAHMAN SURESİ ANLAMI
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Rahmân,
2. Kur’an’ı öğretti.
3. İnsanı yarattı.
4. Ona anlayıp açıkça anlatmayı öğretti.
5. Güneş ve ay bir belirli bir hesâba göre hareket etmektedir.
6. Yıldızlar da ağaçlar da Allah’a secde ederler.
7. Göğe gelince, Allah onu yükseltti, kâinattaki mükemmel ahengi sağlayan ölçü ve dengeyi koydu.
8. Ta ki siz de bundan ders ve örnek alıp ölçüyü aşmayasınız!
9. Öyleyse tarttıklarınızı adâletle dosdoğru tartın ve hiçbir zaman ölçüyü eksik tutmayın!
10. Yeryüzüne gelince, Allah onu tüm canlılar için yayıp döşedi.
11. Orada çeşit çeşit meyveler, ürünler ve salkımlarla yüklü hurma ağaçları vardır.
12. Sapları ve yaprakları hayvanlara yiyecek olarak kullanılan taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.
13. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
14. Allah insanı kiremit gibi pişmiş bir çamurdan yarattı.
15. Cinleri de dumanı olmayan saf bir ateş alevinden yarattı.
16. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
17. O, iki doğunun ve iki batının Rabbidir.
18. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
19. O, suyu acı ve tatlı iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.
20. Fakat aralarında bir engel vardır; onu aşıp da birbirine karışmazlar.
21. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
22. O denizlerin her ikisinden de inci ve mercan çıkar.
23. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
24. Deniz üzerinde koca dağlar gibi yüzüp giden devâsâ gemiler O’nundur.
25. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
26. Yeryüzünde bulunan herkes fânidir.
27. Yalnız sonsuz büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâkî kalacaktır.
28. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
29. Göklerde ve yerde bulunan her canlı tüm ihtiyaçlarını O’ndan ister. O ise, sayısız isim ve sıfatlarıyla her an sınırsız
tec ellî ve yaratma hâlindedir.
30. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
31. Ey cin ve insan topluluğu! Yakında hesâbınızı görmek üzere sizin için de boş vaktimiz olacak!
32. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
33. Ey cin ve insan topluluğu! Göklerin ve yerin hududundan geçip gitmeye gücünüz yetiyorsa, haydi geçin gidin bakalım!
Şunu bilin ki, onları ancak üstün bir güç, kuvvetli bir delil ve bilgi ile geçebilirsiniz.
34. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
35. Üzerinize dumansız bir ateş alevi ve erimiş bir bakır gönderilir de ne yapsanız Allah’ın azabından kurtulamaz,
kendinize yardım edecek kimse de bulamazsınız.
36. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
37. Gök yarılıp kızarmış yağ gibi kıpkırmızı bir güle dönüştüğünde son derece korkunç bir hal alacak ve müthiş işler
olacak!
38. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
39. Artık o gün ne insanlara ne de cinlere günahları sorulur.
40. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
41. Ömürlerini günahla doldurmuş inkârcı suçlular sîmâlarından tanınırlar; derhal perçemlerinden ve ayaklarından kıskıvrak
yakalanıp cehenneme atılırlar.
42. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
43. İşte kâfirlerin dünyada iken varlığını inkâr edip durdukları cehennem!
44. Şimdi onlar, cehennem ateşiyle kaynar su arasında devamlı döner dururlar.
45. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
46. Rabbinin huzuruna çıkıp hesap vermekten korkan kimseye iki cennet vardır.
47. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
48. Her iki cennet de türlü türlü meyveler veren sık yapraklı ağaçlarla doludur.
49. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
50. İkisinde de akıp giden iki pınar vardır.
51. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
52. İkisinde de her çeşit meyveden çifter çifter vardır.
53. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
54. Cennetlikler, orada astarları kalın atlastan dokunmuş döşekler üzerine kurulurlar. Her iki cennetin olgunlaşmış
meyveleri de ellerinin altında, hemen erişilip toplanıverecek yakınlıktadır.
55. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
56. O cennetlerde bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş öyle tatlı bakışlı güzel kadınlar vardır ki, bunlardan önce
kendilerine ne bir insan eli değmiştir ne de cin.
57. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
58. O kadınlar güzellik ve parlaklıkta sanki yakut ve mercandırlar.
59. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
60. İyiliğin mükâfatı böyle iyilikten başka ne olabilir ki?
61. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
62. Bu iki cennetten başka iki cennet daha vardır.
63. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
64. Baştanbaşa yemyeşil iki cennet.
65. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
66. İkisinde de gürül gürül akan iki pınar vardır.
67. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
68. Her ikisinde de türlü türlü meyveler, hurmalar, narlar bulunur.
69. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
70. Bunların içinde iyi huylu, güzel yüzlü hanımlar vardır.
71. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
72. Onlar çadırlarda sadece eşleri için ayrılmış gözlerinin siyahı simsiyah, beyazı bembeyaz fevkalade güzel hûrilerdir!
73. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
74. Daha önce kendilerine ne bir insan eli değmiştir, ne de cin.
75. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
76. O cennetlerdekiler, yeşil yastıklara ve hârikulâde güzel işlemeli döşeklere yaslanırlar.
77. Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?
78. Sonsuz büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin ismi ne yücedir!
RAHMAN SURESİ NELERDEN BAHSEDER? RAHMAN SURESİNİN KONUSU NEDİR?
Allah Teâlâ’nın nihâyetsiz rahmeti ve bu rahmetin en büyük tecellisinin Kur’ân-ı Kerîm’i indirip insanı onu anlayacak ve anlatacak şekilde yaratması olduğu hatırlatılır. Kamer süresi 49. âyette bahsedilen “her şeyin bir ölçüye göre yaratılmasının” bir tefsiri sadedinde göklerde ve yerde bulunan ilâhî nizama, şaşmaz ölçü ve ahenge dikkat çekilir. Cenâb-ı Hakk’ın insan ve cinlere bahşettiği büyük nimetleri sayılır.
Her nimet hatırlatıldıkça “Öyleyse, ey insanlar ve cinler, Rabbinizin hangi nimet ve kudretini yalanlayabilirsiniz?” (Rahmân 55/13) ikazı tekrar edilir. İnkârcı ve nankörlerin cehennemdeki cezalarına kısaca temas edildikten sonra, iyilik ve ihsan sahiplerine va’dedilen kat kat cennetlerin ve o cennetlerde yığınla kaynaşan nimetlerin genişçe tasviri yapılır.
RAHMAN SURESİ NUZÜLÜ VE FAZİLETİ
Mushaftaki sıralamada elli beşinci, iniş sırasına göre doksan yedinci sûredir. Ra‘d sûresinden sonra, İnsân sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. Tamamının Mekkî olduğu veya bir kısmının Mekke’de bir kısmının ise Medine’de indiği görüşleri de vardır (Zemahşerî, IV, 49). Şevkânî, sûrenin hem Mekke’de hem de Medine’de indiğine dair rivayetler bulunduğu dikkate alınarak kısmen Mekkî kısmen Medenî olduğunu kabul etmenin uygun olacağını belirtir (V, 151).
- Fazileti:
Sûrede, edebiyatımızda terciibend denen edebî sanat benzeri bir üslûpla, “Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?” anlamındaki cümleye otuz bir defa yer verilmiştir.
Kim Rahmân sûresini okursa, Allahü teâlânın verdiği nîmete şükr etmiş olur. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün, Ashâbının huzuruna çıktı ve Rahmân suresini baştan sona okudu. Hepsi de sükût ettiler. Bunun üzerine:
"Ben bu sureyi cinlere de okudum, onlar sizden daha güzel karşılık verdiler. Şöyle ki: "Cenâb-ı Hakk'ın: "Rabbinizin hangi ni'metini tekzib edersiniz?" kavl-i şeriflerini her okuyuşumda şöyle diyorlardı: "Ey Rabbimiz, biz ni'metlerinden hiçbir şeyi tekzib edemeyiz, bütün hamdler sanadır." Tirmizî, Tefsir, Rahmân, (3287).
RAHMAN SURESİ TEFSİRİ
Rahman suresi tefsiri...
1. Rahmân,
2. Kur’an’ı öğretti.
اَلرَّحْمٰنُ (Rahmân), Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimlerinden biridir. Nihâyetsiz rahmet ve merhamet sahibi demektir. O’nun ayırım yapmaksızın tüm yaratıklarına sınırsız rahmet edici olduğunu ifade eder. Rahmân ismi zikredildikten sonra hemen peşinden “Kur’an’ı öğretti” buyrulması, O’nun insanlığa en büyük rahmet tecellisinin Kur’ân-ı Kerîm olduğunu gösterir. İnsanı da bu gaye ile yaratmıştır. Onun yaratılış hedefi, Kur’an’ı öğrenmek ve onun talimatlarına uygun yaşayarak Allah’ın sevdiği bir kul olmaktır. Kısaca Kur’an insana doğru yolu göstermek için indirilmiş, insan da Kur’an’ı anlayıp yaşamak için yaratılmıştır. Bunun gerçekleşebilmesi için de Allah Teâlâ, diğer yaratıklar arasında insana düşünme, anlama ve anladığını anlatma nimetini lütfetmiştir.اَلْبَيَانُ (beyân); insanın kendini, vicdanında meydana gelen duygu ve anlayışlarını, başkalarına açık ve güzel bir şekilde ifade etmek, maksadı anlamak ve anlatmak demek olan konuşma ve dil nimetidir. “Konuşma” ve “anlama”, mâhiyetini kavrama bakımından bilim dünyasını tam anlamıyla acze düşüren birer mûcizeler silsilesidir. Öncelikle “bir şeyi konuşup anlatabilme”nin temelinde “düşünce” vardır ki bu başlı başına bir mûcizedir. Konuşmanın ilk adımı ise, düşüncenin kelime dediğimiz sembollere çevrilmesidir. Bu semboller, hâfızanın derinliklerinden, sırrına akıl erdiremediğimiz bir mekanizma ile çağrılır, bir cümle içinde peşpeşe dizilir. Cümlelere kelimeler, anlamlar, duygular yüklenir. Sonra, vücutta işini bitirmiş ve atık madde olarak ciğerlerden çıkmakta olan hava, ses tellerinde, dilde, dişte, dudaklarda kelimelere dönüşür. Bu arada yüzümüzün 44 tane kası, akıl almaz bir şekilde derimizi şekilden şekle sokarak, ağzımızdan çıkan sözlere kendi yorumuyla eşlik eder. Hava zerreleri bu kelimeleri alır, milyarlarca kopyasını muhatapların kulak zarlarına iletir. Dinleyenin vücut sistemlerinde de, en az konuşanın kadar olağanüstü işlemler sonucunda bu cümlelerin ve kelimelerin anlamları çözülür, içerdiği duygular anlaşılır. Hâsılı, konuşulanı anlamak da “beyân” mûcizesinin en az konuşmak kadar önemli bir halkasıdır. (bk. Kandemir ve diğerleri, II, 1831)
Şunu ifade edelim ki, ilmin elde edilmesi, Kur’ân’ın öğrenilip öğretilmesi de ancak “beyân” nimetiyle meydana gelir. Nitekim Hz. Âdem yaratıldıktan sonra kendisine eşyanın isimlerinin öğretilmesi sayesinde meleklerin bilemediklerini bilmiş ve onların ulaşamadıkları üstün dereceye ulaşmıştır. Peygamberlerin tebliğ yapabilmeleri, kitaplar getirmeleri, ümmetlerin onlardan istifade edebilmeleri hep bu beyân ilmi, dil nimeti sayesinde olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerîm’in tefsir ve tercümesi nimetine ulaşmamız ve ondan faydalanmamız dahi o nimetten aldığımız pay nispetindedir.
Cenab-ı Hakk’ın yüce kudretini gösteren diğer delilleri izah için buyruluyor ki:
3. İnsanı yarattı.
4. Ona anlayıp açıkça anlatmayı öğretti.
اَلرَّحْمٰنُ (Rahmân), Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimlerinden biridir. Nihâyetsiz rahmet ve merhamet sahibi demektir. O’nun ayırım yapmaksızın tüm yaratıklarına sınırsız rahmet edici olduğunu ifade eder. Rahmân ismi zikredildikten sonra hemen peşinden “Kur’an’ı öğretti” buyrulması, O’nun insanlığa en büyük rahmet tecellisinin Kur’ân-ı Kerîm olduğunu gösterir. İnsanı da bu gaye ile yaratmıştır. Onun yaratılış hedefi, Kur’an’ı öğrenmek ve onun talimatlarına uygun yaşayarak Allah’ın sevdiği bir kul olmaktır. Kısaca Kur’an insana doğru yolu göstermek için indirilmiş, insan da Kur’an’ı anlayıp yaşamak için yaratılmıştır. Bunun gerçekleşebilmesi için de Allah Teâlâ, diğer yaratıklar arasında insana düşünme, anlama ve anladığını anlatma nimetini lütfetmiştir.
اَلْبَيَانُ (beyân); insanın kendini, vicdanında meydana gelen duygu ve anlayışlarını, başkalarına açık ve güzel bir şekilde ifade etmek, maksadı anlamak ve anlatmak demek olan konuşma ve dil nimetidir. “Konuşma” ve “anlama”, mâhiyetini kavrama bakımından bilim dünyasını tam anlamıyla acze düşüren birer mûcizeler silsilesidir. Öncelikle “bir şeyi konuşup anlatabilme”nin temelinde “düşünce” vardır ki bu başlı başına bir mûcizedir. Konuşmanın ilk adımı ise, düşüncenin kelime dediğimiz sembollere çevrilmesidir. Bu semboller, hâfızanın derinliklerinden, sırrına akıl erdiremediğimiz bir mekanizma ile çağrılır, bir cümle içinde peşpeşe dizilir. Cümlelere kelimeler, anlamlar, duygular yüklenir. Sonra, vücutta işini bitirmiş ve atık madde olarak ciğerlerden çıkmakta olan hava, ses tellerinde, dilde, dişte, dudaklarda kelimelere dönüşür. Bu arada yüzümüzün 44 tane kası, akıl almaz bir şekilde derimizi şekilden şekle sokarak, ağzımızdan çıkan sözlere kendi yorumuyla eşlik eder. Hava zerreleri bu kelimeleri alır, milyarlarca kopyasını muhatapların kulak zarlarına iletir. Dinleyenin vücut sistemlerinde de, en az konuşanın kadar olağanüstü işlemler sonucunda bu cümlelerin ve kelimelerin anlamları çözülür, içerdiği duygular anlaşılır. Hâsılı, konuşulanı anlamak da “beyân” mûcizesinin en az konuşmak kadar önemli bir halkasıdır. (bk. Kandemir ve diğerleri, II, 1831)
Şunu ifade edelim ki, ilmin elde edilmesi, Kur’ân’ın öğrenilip öğretilmesi de ancak “beyân” nimetiyle meydana gelir. Nitekim Hz. Âdem yaratıldıktan sonra kendisine eşyanın isimlerinin öğretilmesi sayesinde meleklerin bilemediklerini bilmiş ve onların ulaşamadıkları üstün dereceye ulaşmıştır. Peygamberlerin tebliğ yapabilmeleri, kitaplar getirmeleri, ümmetlerin onlardan istifade edebilmeleri hep bu beyân ilmi, dil nimeti sayesinde olduğu gibi, Kur’ân-ı Kerîm’in tefsir ve tercümesi nimetine ulaşmamız ve ondan faydalanmamız dahi o nimetten aldığımız pay nispetindedir.
Cenab-ı Hakk’ın yüce kudretini gösteren diğer delilleri izah için buyruluyor ki:
5. Güneş ve ay bir belirli bir hesâba göre hareket etmektedir.
Güneş, ay ve yıldızların doğuş ve batışı, değişmeyen, muazzam bir kanuna tabidir. Bu kanun sayesinde insanlar, mevsimlerin vakitlerini, günlerin sayısını, mahsulâtın hasat zamanlarını tespit edebilirler. Yeryüzünde canlı hayatının devam etmesinin sebebi, güneşin yeryüzünden belli bir mesafede uzak tutulmuş olmasıdır. Şayet güneş ölçüsüz hareket etseydi; yeryüzüne yaklaşsa ya da uzaklaşsa idi, bunca varlık yok olur giderdi. Ayrıca güneş ve ay birbirleriyle öyle bir uyum ve âhenk içindedirler ki bizlerin kullandığı takvimler, zaman tayin vasıtaları onların hareketlerine bağlıdır. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Allah güneş ve ayı da vakitlerin tespiti için birer hesap ölçüsü olarak yaratmıştır.” (En‘âm 6/96)
“Biz geceyle gündüzü kudretimizin büyüklüğünü gösteren iki delil yaptık. Onların her biri için de bir alâmet var ettik. Sonra gecenin alâmetini sildik. Gündüzün alâmetini ise bizatihî ışıklı ve aydınlatıcı kıldık ki, hem Rabbinizin lütfedeceği nimetleri araştırıp elde edesiniz, hem de yılların sayısıyla birlikte zamanı hesaplamayı bilesiniz. İşte biz, her bir şeyi böylesine yerli yerine koyup tüm ayrıntılarıyla açıkladık.” (İsrâ 17/12)
Güneş ve ayda olduğu gibi, gökte sayısız yıldızlar yerde de sayısız bitki ve ağaçlar Allah Teâlâ’ya secde etmekte, yani O’nun emrine boyun eğmiş vaziyette kendileri için takdir edilen vazifeleri harfiyen yerine getirmektedirler. O’nun koyduğu sınırların dışına zerre miktarı bile çıkmazlar.
6. âyette geçen اَلنَّجْمُ (necm) kelimesi, Arapça’da hem “yıldız”, hem de kavun, karpuz, kabak, çimenler gibi “gövdesiz bitkiler” için kullanılır. Burada her iki mânayı gözetmek de mümkündür.
Şâir der ki:
“Yetişen her çemen yerde,
«Vahdehû lâ şerîke leh»[1] demede.”
Tüm varlıkların Allah’a secde etmesi hakkında âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Görmez misin ki, göklerde olanlar, yerde olanlar, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, yeryüzünde hareket eden bütün canlılar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedir…” (Hac 22/18)
Madem ki tüm kâinat nizamını yaratan, yeryüzünden gökyüzüne kadar her şeyin hâkimi olan Allah’tır; tasarruf ve yetkilerinde hiç kimse kendisine ortak değildir; o halde kulluk ve secde edilecek yegâne mabud O’dur. İşte tevhid budur ve Kur’an bu inancı tebliğ eder. Tevhid gerçeğine rağmen küfür ve şirk içinde yaşayanlar, tüm kâinat nizamına aykırı ve onunla çelişkili bir halde yaşıyor demektir. Oysa göklerdeki ihtişam ve kusursuz nizam, onları şirkin girdaplarından kurtaracak güçte açık bir delil değil midir:
[1] Mânası: “Allah birdir, O’nun hiçbir ortağı yoktur.”
Rahman suresi tefsirinin tamamı için tıklayınız…
YORUMLAR
♡♡♡♡
Allah razı olsun
güzel ve yazısı anlaşılır emeğinize sağlık
Yazısı çok güzel ve anlaşılır ayrıcada gerçekten elinize sağlık
ellerinize sağlık