Rahmân’ın Has Kulları Kimlerdir?
Furkan suresinde bahsedilen Rahman’ın has kulları kimlerdir?
Rabbine kul olmayı en yüce bir pâye olarak gören/görmesi gereken ve bu şuurla hayatını tanzim eden mü’mini, Rabbimiz çeşitli vasıflarla vasıflandırmıştır. Kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in muhtelif yerlerinde mü’minlerin özellikleri ifade edilmiş, hakikî mânâda kul olmak için hangi vasıflara sahip olunması gerektiği ortaya konulmuştur. Zaten Kur’ân’ın baştan sona temel gayelerinden biri de “kâmil bir insan” modelini ve onun özelliklerini ortaya koymak, ardından insanlığı bu güzel örneğe dâvet etmektir.
RAHMAN’IN HAS KULLARI
Kur’ân-ı Kerîm’in ve dolayısıyla Peygamber Efendimiz’in insanlığa çağrısı da yine insanın, “insanlık kalitesi olarak” en mükemmele ulaşmasıdır. Bu mükemmel insan olma ölçüsü de şüphesiz “Rahmân’ın Kulları” olarak ifade edilen mü’minlerle ilgili belirtilen özelliklerle ortaya konulmuştur. Kur’ân-ı Kerîm, mü’min kimliğine çok ehemmiyet vermiştir. Başlangıç sûresi olan Fâtiha’da ve hemen arkasından gelen Bakara sûrelerinin ilk âyetlerinde mü’minlerin özelliklerini peşpeşe sıralamıştır. Bu özelliklere göre mü’min, yalnız Allah’tan yardım isteyen ve O’na ibadet eden kimsedir. Rabbine, dalalete düşenlerin, sapkınların yolundan uzak olmak için duâ edenler de yine mü’minlerdir.
Aynı şekilde mü’minler; gayba îman eder, namaz kılar, zekât verir ve kendilerine verilen rızıktan Allah yolunda infak ederler.
Rabbimiz Kitabı’nın daha ilk âyetlerinde hepimizin önüne bir kulluk ölçüsü ortaya koyuyor ve konu ile ilgili diğer âyetlerde bu ölçülerin farklı yönlerine yer veriyor.
Konumuzun özünü oluşturan “Rahmân’ın Kulları” ifadesi ise, Rabbimizin mübarek kelamı Kur’ân’ın husûsî bir ifadesi… Herkes Allâh’ın kulu olarak yaratılmış. Ama bu kullar, özel… Onlar, Rahman’ın has kulları… Furkan sûresinde yer alan âyetlerde Rahmân’ın bu has kullarının (İbâdu’r-Rahmân) üstün özellikleri bir bir sıralanıyor.
Bildiğimiz gibi Arap dilinde “abd” kelimesi Allâh’ın kulları mânâsına gelmektedir. Abd kelimesinin çoğulu, iki farklı şekilde karşımıza çıkar: Birincisi “abîd”; bu kelime Allâh’ın bütün kulları için kullanılır. İkincisi “ibâd”, Allâh’ın özel kulları, yani “İbâdu’r-Rahmân” olarak isimlendirdiği kulları için kullanılır.
İşte bu özel kullar, vasıflarıyla farklı oldukları gibi, kavuşacakları mükâfâtla da farklıdırlar. Zirâ âyet-i kerimede onlar hakkında; “İşte onlar, sabretmelerine karşılık Cennet’in yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selâmla karşılanacaklardır.” (el-Furkan,75) buyrulmuştur.
Kısa bir şekilde Furkan Sûresi’nin bahsedilen âyet-i kerimlerinde Rabbimiz bu güzel kulları nasıl ifade buyurmuş ona bakalım:
1- O has kullar, kendilerine karşı yapılan her davranışa ölçülü ve kontrollü bir tavır içinde olurlar.
“O çok merhametli Allâh’ın has kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve câhil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) «Selam!» derler (geçerler).” (el-Furkan, 63)
Bu kullar cemiyet içindeyken yüksek bir tevâzuya sahiptirler. İnsanlara karşı merhametli ve aynı zamanda nezâket içindedirler. İnsanlar kendilerini üzecek veya öfkelendirecek bir davranışta bulunduklarında mü’minlik firâsetiyle duygularına hâkim olurlar. İnsanlarla sâkin ve huzurlu bir şekilde konuşarak onları yatıştırmaya çalışırlar. Öfkelerini kontrol edebilirler. Enâniyetten sıyrılıp haklı dahî olsalar, durumu normale çevirmeye çalışırlar.
2- O güzel kullar gecelerini ibadetle geçirirler. Teheccüd namazını ihmal etmezler.
“Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geceleyenlerdir.” (el-Furkan, 64)
Mü’minin gündüzünün ilâhî rızaya uygun bir şekilde geçebilmesi için Allâh’ın bir nîmet olarak bahşettiği geceleri değerlendirmesi lâzımdır. Bunun en güzel yolu da gece namazı ile bu namazın öncesinde ve sonrasında yapılabilecek evrâd ve ezkârdır. Seherleri uyanık bir şekilde geçirmek; hem gönül diriliğine, hem de kalp uyanıklığına vesile olur. Gece ibadetini îfâ etmek, belki Peygamber Efendimize olduğu gibi bize farz bir ibadet değildir. Ancak Rabbimizle yakınlaşmanın ve gecenin mânevî feyzinden istifade etmenin tek yoludur. Bu özellik, âyet-i kerimede ifade edilen o güzel kulların önemli vasıflarından biridir.
3- Onlar bu ibadetleri esnasında ellerini açarak niyaz ederler ve Cehennem azabından uzak olmayı isterler. Cenâb-ı Hak, onların şu duâsını bizlere haber verir. Başka bir ifadeyle, «Seher vakti bana böyle duâ edin!» der:
“Onlar, şöyle diyenlerdir: “Ey Rabbimiz! Bizden Cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir!” (el-Furkan, 65)
Şüphesiz cehennem kısa bir zaman kalmak için de, Allah korusun, ebediyyen orada bulunmak için de çok kötü bir yerdir. Allah cehenneme kısa ya da uzun süreli olarak hiçbir şekilde girmemeyi isteyen kullarını sever. Cehennem’e girmeyi istememek de bu dünyada yaşadığımız hayatla yakından ilgilidir. Bizim yaşadığımız hayat, neticede bizi nereye götürecek, âhirette nelerle yüzleştirecek bu çok önemli bir konudur. Mü’min, âhiret istikametini bu dünyada çizen insandır. Dolayısı ile Rahmân’ın kulları, “Allâh’ım, cehennemi görmek istemiyorum” derler ve buna göre bir hayat yaşarlar.
4- Onlar ne israf ederler ne de cimrilik yaparlar.
“Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” (el-Furkan, 67)
Rabbimizin bize verdiği her türlü nimeti; nasıl, nereye ve hangi niyetle harcadığımız çok önemlidir. Bu yüzden sorumsuzca harcamamalıyız. İhtiyaçlarımız dâhilinde harcamalar yapmalıyız. Cebimizde olmayan parayı kullanmamalıyız. Mü’min, hesabını bilen, yaptığı her davranış için dünya ve âhiret hesabı yapan, akıllı insandır.
Allah için infak edilmesi gereken yerde, gücünün yettiğince harcamalı, ancak boş ve lüzumsuz yere parasını saçıp savurmamalıdır. Malını kullanırken, parasını harcarken dengeli bir tutum ortaya koymalıdır. Allah’ın verdiği nîmeti ne kendisinden, ne de diğer insanlardan esirgememelidir. Mal biriktirme hastalığından uzak olmalıdır. Ve her nîmet için, onu verenin Allah olduğu, gerçekten malın-mülkün Allâh’a ait olduğu, kendisinin dünyada sadece bir emanetçi olduğu şuurunda olmalıdır.
5- Rahman’ın o has kulları, şirk koşmayan, haksız yere cana kıymayan ve zina etmeyen insanlardır.
“Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere Allâh’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar.” (el-Furkan, 68)
Allah, günahlarını kendisine dert edinen kişilerin günahlarını affeder. Eğer günahlarımızı önemsemezsek; küçük bir günahımız dahî hesap gününde ayağımıza dolaşan çok büyük bir günah hâline dönüşecektir. Çünkü günahta asıl olan kime karşı işlendiğidir. Eskilerin ifadesiyle tevbe ile büyük günah, ısrar ile küçük günah kalmaz. Bu yüzden günahlarımızdan ötürü pişman olmalı, tevbe etmeli, hayırlı işler yapmada ciddi mânâda gayret göstermeli ve Allah’tan kötülüklerimizi, iyiliğe çevirmesini istemeliyiz. İçinde bulunduğumuz Allâh’ın rızasına uymayan bir durumumuz varsa, bir an evvel ondan kurtulmak için elimizden gelen gayreti sarf etmeliyiz.
6- O mü’minler, boş işlerle uğraşmaz ve mâlâyânîden yüz çevirirler.
“Onlar, yalana şâhitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir.” (el-Furkân, 72)
Müslüman boş işlerle uğraşmayan insandır. Kendisini ilgilendirmeyen meselelerin peşine düşmez. Tecessüsün ne büyük bir günah olduğunun farkında olan insandır. Dolayısıyla boş bir işle karşılaştığımız zaman ağırbaşlı bir şekilde geçip gitmeliyiz. Hâdise çıkarmamalıyız.
İnsanların yanlış tavırları karşısında konuyu şahsîleştirmeden, nebevî bir üslupla o hataya yönelmeli ve onu düzeltmek için çaba göstermeliyiz. Biz günahlardan nefret ederiz, onları işleyenlerden değil. Eğer nasihat edeceksek saygılı bir şekilde etmeliyiz. Önce insanları kötü davranışlarından vazgeçirmeye çalışmalıyız. Eğer olmuyorsa, kendimizi korumalıyız ve onlardan uzaklaşmalıyız.
7- Allâh’ın âyetlerine gereken önemi verirler.
“Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler.” (el-Furkân, 73)
Allâh’ın âyetleri, genel mânâda bütün insanlığa hitap etmekle beraber özelde îman etmiş insanlara hitap eder. Ve Allâh’ın her bir âyeti, mü’min için hayatî önemi hâiz prensiplerdir.
Allâh’ın âyetleri zikredildiği zaman îmanları ziyadeleşen ve kalpleri titreyen gerçek mü’minlerin, O’nun âyetlerine kör ve sağır olmaları düşünülemez. Kör ve sağır olanlar, ancak hidâyetten nasibi olmayan, kalbi kararmış, fesada uğramış insanlardır. Mü’min, onların hidâyeti için Rabbine duâ eder…
8- O güzel mü’minler, Allah’tan göz aydınlığı olacak eşler ve zürriyetler vermesini isteyen insanlardır.
“Ve onlar ki: «Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl.» derler.” (el-Furkan, 74)
Bugün içinden çıkılmaz hâle gelen en önemli problemlerimizden biri, üzülerek belirtmek gerekir ki, âile mefhumudur. Dış taarruzlara en çok açık hâle getirilen, âile fertleri arasındaki münâsebetlerin tartışmaya açıldığı ve her konunun “eşitlik” bağlamında ele alındığı bir ortamda âile konusunda yeniden kendi kodlarımıza dönmeli ve geleneğimizin o temiz âile münâsebetlerini yeniden ayağa kaldırmalıyız.
Çöken milletlerin çökme sebeplerinin başında, yok olan âile mefhumu gelmektedir. Bizim gibi sağlam toplumların en hassas noktası da âile olduğu için, iç ve dış, bütün saldırılar bizi içten içe çökertmek üzere sinsice ve durmaksızın hep âileye yöneltilmektedir.
Bu zamanda İslâm ümmetinin ne ekonomik, ne siyâsî, ne de başka bir konuda aşamayacağı derin bir problemi vardır. Asıl kafa yorulması gereken tek bir konu varsa, o da dindar âile yuvasının tesisi ve devamıdır. O yüzden Rabbimiz, has kullarını tavsîf ederken onların “göz aydınlığı eşler ve temiz nesiller isteyen insanlar olduklarını” hâssaten ifade buyurmuştur.
Kaynak: Şefika Meriç, Şebnem Dergisi, Sayı: 188, 189
YORUMLAR