Rahmet İnsanının Özellikleri
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi bir müslümanın gönül yapısını anlatıyor.
RAHMETİN YANSIMALARI
Rahmet insanı ne şekilde olacak? Nasıldır rahmet insanının gönül yapısı? Rûhânî yapısı nasıldır?
O rahmet, mü’minin tefekkür dünyasına yansıyacak:
Kalp daima Rahmânî vitrinler seyredecek. Şeytânî vitrinlerden kalp kaçacak.
Rahmet, ibadetlere yansıyacak:
İbadette bir huşû hâlinde olacak. Bir duyuş hâlinde olacak.
Gönle yansıyacak:
Gönül bir dergâh olacak. Orada Allâh’ın bütün mahlûkâtı o dergâhın içinde olacak. İşte Rasûlullah Efendimiz’in gönlü. Sanki bir mahşer kaynıyordu. Bütün insanların, hayvanların hepsi Rasûlullah Efendimiz’in gönlündeydi.
Dile yansıyacak:
Dilimiz nezâket dili, zarâfet dili olacak rahmet insanının. Cenâb-ı Hak:
قَوْلًا كَرِيمًا (el-İsrâ, 23)
قَوْلًا سَدِيدًا (el-Ahzâb, 70)
قَوْلًا مَعْرُوفًا (el-Ahzâb, 32)
قَوْلًا لَيِّنًا (Tâhâ, 44) ilâ âhir…
Demek ki dile yansıyacak. Müslümanın dili bir rahmet saçacak. Asla, aslâ bir yılan dili olmayacak. Hakkı, hakîkati tebliğ eden bir dil olacak. Rûhâniyet verecek.
قَوْلًا لَيِّنًا (Tâhâ, 44) buyruluyor. Nedir “leyyinâ”? Bir suyun akışını nasıl insan seyreder, böyle bir zevkle seyreder, “قَوْلًا لَيِّنًا” böyle bir lisânı olacak bir mü’minin. Rahmet dile yansıyacak.
Göze yansıyacak:
Haramdan korunacak o göz. Zira Cenâb-ı Hak Fussilet Sûresi’nde, “gözler konuşacak” kıyâmet günü buyuruyor. (Bkz. Fussilet, 20) Bugün dilin konuşuyor. O gün gözün de konuşacak ilâve. O gün ilâve “kulağın” da konuşacak. O gün ilâve, “deri” de konuşacak. (Bkz. Fussilet, 20)
Ele yansıyacak Allâh’ın rahmeti:
Rasûlullah Efendimiz örnek.
وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ
(“(Rasûlüm!) Biz Sen’i âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” [el-Enbiyâ, 107])
Cömert olacaksın. Ümmetin derdiyle dertleneceksin. Paylaşacaksın. Daha öteye gidersek, îsar sahibi olacaksın. “Allâh’ın, bu din kardeşim bana bir emanetidir.” diyeceksin.
Mekâna yansıyacak:
Bulunduğun yerde kul hakkına dikkat edeceksin.
Efendimiz vefât ederken, râvî diyor:
İyice sesi kısıldı diyor, tekrarlıyordu diyor, “namaz, namaz, namaz”; üç sefer. Ondan sonra, “emrinizin altındakinin hukukuna dikkat edin.” (Bkz. Beyhakî, Şuab, VII, 477)
En zor, kul hakkıdır. O, Cenâb-ı Hakk’ın affının dışında olan bir hâldir. Dedikodu ettin, bir kul hakkı girdi. Gidip onun yanında; “Ben senin dedikodunu ettim, yanımda şunlar şunlar vardı…” Îtiraf etmen lâzım. Çok büyük fitne çıktı; onun için sadaka vermen lâzım, duâ etmen lâzım. Zor iş kul hakkı.
Mala yansıyacak:
Mal bir emânet.
“اَلْمُلْكُ لِلّٰهِ” Mülk, Allâh’a ait. Ne mülk fertlerindir, ne toplumundur, mülk Allâh’ındır. Sana tâlimat veriyor: Bu mülkü nasıl kullanacaksın? İşte rahmetin mala yansıması.
İsraf olmayacak.
“İsraf edenler şeytanların arkadaşlarıdır.” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 27) Malın sana bir rahmet olacak.
Şahsiyete yansıyacak:
Şahsiyetin “el-emîn, es-sâdık” olacak.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz daha câhiliye devrinde, bâzen ismini söylemezlerdi, “el-Emîn geldi, en emniyetli insan geldi, es-Sâdık geldi, en doğru insan geldi.” derlerdi.
Ebû Cehil bile bunu söylüyordu:
“Bak diyor, Muhammed diyor, biz diyor, Sen’inle beraberdik, Sen hiç yalan söylemedin diyor. Sadece Sen’in getirdiğini istemiyoruz.” diyor.
Şahsiyete yansıyacak:
Ebû Süfyan Uhud Harbi’nde seslendi:
“‒Ömer dedi, ben avenelerimden çok sana îtimâd ederim dedi. Muhammed sağ mı değil mi?” dedi.
Demek ki nasıl bir müslüman, o rahmet nasıl bir karakter ve bir şahsiyete yansıtacak…
Bu şahsiyetlerle emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker insanı olacak bir mü’min.
Zamana yansıyacak. Zamanı israf etmeyecek. Zaman en kıymetli bir hazine zaman.
Onun için Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ölüm ânı gelir de «Yâ Rabbi, (azıcık bir genişletsen) azıcık bir uzatsan da sadaka versem ve sâlihlerden olsam demeden evvel...” (el-Münâfikûn, 10) buyuruyor.
Demek ki bir mü’min dâimâ bu hâlini israftan korkacak. Bir daha geri almak mümkün değil. Cenâb-ı Hak:
“وَالْعَصْرِ”: “Zamana yemin olsun.” (el-Asr, 1) buyuruyor. En kıymetli şey zaman. En kötü israf da zaman.
Rahmet, âile hayatına yansıyacak:
İşte en mükemmel hayat, Rasûlullah Efendimiz’in âile hayatı. Üsve-i hasene, örnek.
KUR'ÂN-I KERİM'İN KALBE TESİRİ
Kur'ân-ı Kerîm’i, hâfızlar ve cümlemiz, kendimize söylüyorum, ne kadar gönlümüze indirebilirsek, biz de Allah katında o kadar değerli oluruz. İş, Kur'ân-ı Kerîm’i zihinden kalbe indirebilmek.
Cibril, Kur'ân’ı indirdi, meleklerin en faziletlisi oldu.
Kur'ân-ı Kerîm Efendimiz’e indi. Efendimiz, öncekilerin seyyidi oldu, Efendisi oldu. Mîraç’ta bütün peygamberlere namaz kıldırdı.
Kur'ân-ı Kerîm, ümmet-i Muhammed’e geldi. O ümmet, ümmetlerin en hayırlısı, ümmet-i merhûme oldu, rahmet ümmeti oldu.
Kur'ân-ı Kerîm Ramazân-ı Şerîf’te indi. O ay bütün ayların en hayırlısı oldu. Efendimiz’in en çok ülfet ettiği Kur'ân-ı Kerîm’le, ay, Ramazan ayıydı.
Kur'ân-ı Kerîm Kadir Gecesi indi. O gece “مِنْ اَلْفِ شَهْر” (Bkz. el-Kadr, 3) bin aydan daha öteye geçti fazîlet olarak. Bütün gecelerin en hayırlısı, en fazîletlisi oldu.
Eğer Kur’ân bizim kalbimize, hayatımıza, davranışlarımıza inerse, o zaman insanların en hayırlısı oluruz. Elimizden, dilimizden, yüreğimizden ümmet-i Muhammed’in müstefîd olduğu kullardan olmuş oluruz. Bu nasıl bir tahsilimiz olacak?
Efendimiz, Abdullah bin Ömer’e diyor ki:
“Ey İbn-i Ömer (diyor), dînine iyi sarıl (diyor). Dînine iyi sarıl (diyor, tekrarlıyor). Zira o senin hem etin, hem kanındır (buyuruyor. Yani her şeyindir senin.) Dînini kimden öğrendiğine iyi dikkat et (diyor. Yani takvâ sahiplerinden dînini öğren buyuruyor). Dînî ilimleri ve hükümleri, istikâmet ehli âlimlerden al, sağa-sola meyledenlerden alma.” (Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye, s. 121)
Bugün bir nîmetin içindeyiz. Bir zamanlar Kur'ân-ı Kerîm hor görüldü. Kur'ân Kurslarının kapısına kilit konuldu. İmam Hatip. Ben ilk İmam Hatip talebesiyim, hor görüldü o zaman. Alay edilmeye başlandı. İşte bu bir, o zamanın îman zaafıydı.
Bir mü’min, Kur’ân’ı en azîz, en kıymetli varlığı bilip ona sahip çıkacak. Kur'ân-ı Kerîm’e sahip çıkmayanlardan Allah Rasûlü kıyâmet günü şikâyetçi olacak.
Furkan Sûresi 30. âyet:
“Peygamber der ki; «Ey Rabbim! Kavmin bu Kur’ân’ı büsbütün terk ettiler.»”
Osmanlı’ya, ecdâdımıza baktığımız zaman, 620 sene devam eden, dünyada ikinci bir devlet yok. Kur'ân-ı Kerîm’e bir tâzimle başlandı. Yavuz Sultan Selîm mukaddes emânetleri bir tâzimle getirmesi, kırk hâfız seçerek muttasılan, lâ-yenkatî, devamlı Kur'ân-ı Kerîm okutması. O rahmet devam ettiği müddetçe ecdat âbâd oldu. 24 milyon kilometrekareye çıktı. Yani bugünkü Türkiye’nin 30 misli. Yani Kur’ân azizdir, izzet bahşeder.
PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN KUR'ÂN İLE MÜNÂSEBETİ
Yine Rasûlullah Efendimiz’in Kur'ân-ı Kerîm’le münâsebeti. Kur'ân-ı Kerîm’i en güzel okuyan bir hakkıyla, Rasûlullah Efendimiz. Ümmet ondan öğrendi. Mânâsını çok çok tefekkür ederdi. Ashâb-ı Suffe’de ezberletirdi. Ondan sonra onun mânâsını telkin ederdi. Ondan sonra yaşattırırdı. Meselâ o infak âyetleri inmeye başladığı zaman, ashâb-ı kirâm yarı çıplaktı yoksulluktan, onlar infak âyetleri geliyor, çünkü, “Bollukta ve darlıkta verirler…” (Âl-i İmrân, 134) Dağlara çıktılar, odun kestiler, sattılar, Allah Rasûlü’nün önüne koydular.
Yani her âyeti tatbikâta geçiriyorlardı. Efendimiz’in emirleri derhal tatbik olunurdu. Âdeta Kur’ân’ı hissederek, yaşayarak ve kalpleriyle okuyorlardı.
Efendimiz Kur’ân okurken, Allâh’ı tesbih eden âyetlere gelince “sübhânallah” gibi ifadelerde bulunurdu. Yani Cenâb-ı Hakk’ı noksan sıfatlardan tenzih ederdi. Duâ âyetleri gelince Allâh’a münâcâtta bulunurdu. Cenâb-ı Hakk’a sığınmaktan, ilticâdan bahseden âyet okunduğu zaman hemen Cenâb-ı Hakk’a sığınırdı. Bazen de bir âyeti sabaha kadar tekrar ederdi.
Demek ki nasıl bir, o âyet-i kerîmenin telkini içinde bulunacak, o âyeti yaşayarak tevzî edecek Allah Rasûlü…
Peygamber Efendimiz, her gün düzenli bir şekilde Kur'ân-ı Kerîm okurdu. Kur'ân-ı Kerîm’i yediye taksim ederdi. Haftada bir hatim indirirdi. Ashâb-ı kirâm da O’na ittibâ ederdi ancak.
Çünkü Efendimiz’in hiçbir boş vakti yoktu. 24 saati sanki bir 30 saatti. Bir taraftan namaz, bir taraftan Kur'ân-ı Kerîm, bir taraftan emr-i bi’l-mârûf, bir taraftan dertlilerin, muzdariplerin derdiyle dertlenmesi…
Yine Rasûlullah Efendimiz’in kıraati, açık şekilde, harf harf, yani tertîl üzere, yani teennî ve tedebbür ile. Tecvid kâidelerine uygun olarak yapılan bir tilâveti vardı Efendimiz’in.
Efendimiz’in yine hayatına bakıldığı zaman O’nun her vesîleyle Kur’ân okuduğunu görürüz. İnsanlara İslâm’ı anlatırken ve ashâbıyla sohbet ederken Kur’ân okurdu. Bir meseleyi îzah ederken, o mevzuyla alâkalı âyetleri okurdu. Gece ibadetlerinde uzun uzun Kur'ân-ı Kerîm tilâvet ederdi. Sefer esnâsında Kur'ân-ı Kerîm okurdu.
Hattâ hicrette, Sürâka diyor ki, “o kadar yaklaştım”, güya (onları yakalayacaktı), hidâyet buldu, Efendimiz’i katletmek için yaklaşıyor. “Ben diyor, Rasûlullah Efendimiz’i Kur'ân-ı Kerîm okurken, tilâvetinin sesini duyuyordum.” buyurdu.
Bilhassa Ramazân-ı Şerîf’te Kur'ân-ı Kerîm’e daha çok ehemmiyet verirdi. Ve Cebrâil ile mukâbelede bulunurlardı. Cebrâil’den sonra Efendimiz yine ashâb-ı kirâm ile mukâbelede bulunurdu.
Kur'ân-ı Kerîm Hâlık’ın mahlûkuna mektubu. Size bir mektup gelse, size mektup gönderenin sizdeki haysiyeti, kıymeti kadar o mektuba îtinâ edersiniz. Bu benim arkadaşımdı dersiniz, bu benim hatırımı sayan bir kişiydi dersiniz. Onun mektubunu alıp bir çöp tenekesine atmazsınız. Düzgün bir yere koyarsınız. Ben hatırlıyım dersiniz. Kur'ân-ı Kerîm Cenâb-ı Hakk’ın bir mektubu.
Yine Cenâb-ı Hak Fetih Sûresi’nin sonunda, son âyet 29. âyette, Efendimiz’in yanında bulunanların meziyetini bildiriyor, fârikalarını bildiriyor. Bir defa, ilk başta, dinden tâviz yok. Kitap ve Sünnet yaşanacak. Ve Kitap ve Sünnet’e, yapılan tasallutlara karşı mukâvim olunacak. Bir tâviz verilmeyecek. Mü’minlere karşı merhametli olunacak. Nasıl mü’minlere o olacak o zaman. Benim kıldığım gibi -Efendimiz- kılın buyuruyor.
“…Sen onları rükû ederken, secde ederken görürsün…” buyuruyor.
Ne isterler Cenâb-ı Hak’tan duâlarında, mal-mülk mü? Değil. “…Allah rızâsını, fazîlet isterler…”
Cenâb-ı Hak onlara ne tecellî ettirir? “مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ” “bir secde alâmeti” bir nûrâniyet, bir huzur. (Bkz. el-Fetih, 29)
YORUMLAR