Rahmet Vesilesi İki Amel
Rahmet vesilesi olan iki kıymetli amel ve bu amellerin fazileti, önemi, hayatımıza faydası ve bereketi...
Rahmet Vesilesi: Teheccüd ve İstiğfar
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
“(Ya Ekreme’r-rusül!) Muhakkak senin Rabbin bilir ki sen gecenin iki sülüsünden az bir zamanda ve nısfında ve sülüsünde teheccüd için kalkarsın ve seninle beraber ashabından bir cemaat da kalkar. Rabbin Teâlâ bunların hepsini bilir, ilminden hiç bir şey gâib olmaz. Ve Allah Teâlâ gece ve gündüzün miktarlarını takdir eder.” (Müzemmil Sûresi / 20)
Bu âyet-i celîlede, teheccüd kılan âbidleri ibâdete terğîb ve âsileri de tehdit vardır, buyurulmuştur.
Evvelce ashâb-ı kirâm hazarâtının gecenin üçte ikisini uyanık olarak kıyam ve teheccüd namazıyla ibâdete devamları sebebiyle bazılarının ayakları da şişerek meşakkat olduğundan lutf-ı ilâhî olarak ikinci âyetle gecenin yarısında veyahut ziyâde veya noksan olmak beyninde muhayyer kılınarak yükleri tahfîf buyurulmuştur.
Beş vakit namaz farz olarak emir olunmakla gece teheccüd kılmanın farziyeti nesholunmuştur. Neshe de sebep, ashâb-ı Rasûlullah’ın gündüzleri umûr-ı dünyevî ile meşgûliyetlerinden dolayı ârız olan meşakkati kaldırmak içindir. Bu da lutf-ı ilâhîdir.
Teheccüd namazı ümmet-i Muhammed hakkında nâfile olarak kalmıştır. Fakat Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz için vâcibdir. Yani farzdır. “Gecenin bazısında sana ziyâde ve fazîlet olarak Kur’an’la teheccüd namazını edâ et.”(İsrâ Sûresi /79) Yani ‘‘Ya Ekreme’r-rusül! Rabbine takarrüb edip sevabın ziyâdesini ister isen gecenin bazısında uykudan kalk, Kur’ân kırâatiyle teheccüd namazını edâ et.” buyurulmuştur. Sûre-i Zâriyât’da: “Muttakîler geceden az bir zamanda uyku uyurlar ve gecenin diğer vakitlerinde ibâdetle meşgul olurlardı. Onlar seher vakitlerinde istiğfar ederler.” (Zâriyât Sûresi / 17-18) buyurulmuştur.
İstiğfârın asıl mânâsı; Allah Teâlâ hazretlerinden kusurlarının affını ve günahlarının setrini istemek olduğu gibi zikrullah ile mağfiret talep etmeye, namaz ve sâir mağfirete vesîle olacak ibâdetleri işlemeye de istiğfâr denilir. “Şol muttakî kimseler ki onlar: Ey bizim Rabbimiz senin vahdâniyetine ve Rasûllerine ve kitaplarına îmân ettik, Sen bizim günahlarımızı mağfiret et ve cehennem azâbından bizi sakla, demekle Rablerinin dergâhına ilticâ ederler. O muttakîler ki üzerlerine vâcib olan ibâdeti edâda ve haram olan şeylerden nefislerini muhâfazada gördükleri zahmete sabredici ve sözlerinde hak ve hayır söylemekle sâdık ve mühim umûrlarında Rabblerine duâ edici ve kendilerine taraf-ı ilâhîden ihsân olunan rızıktan hâlis niyetle muhtaç olanlara infak edici ve seher vaktinde Rabblerinden mağfiret talep edici kimselerdir.”( Âl-i imrân Sûresi /16-17) İşte bu evsâfı hâiz olanlar, muttakîlerdir.
Abdullah bin Abbas -radıyallahu anhümâ-’dan rivâyet olunduğuna göre şöyle demiştir:
Kıyâmet günü olduğunda bir münâdî şöyle nidâ edecektir:
- Kerem ehillerinin kimler olduğunu bugün bileceksiniz! Her hallerinde Allah’a hamd edenler kalkıp gelsinler. Bu nidâ üzerine kalkıp süratle cennete giderler. Sonra bir münâdî daha şöyle nidâ eder:
- Kerem ehillerinin kimler olduğunu bugün bileceksiniz!
“Gece yanlarını yataklarından ayıranlar…” (Secde Sûresi / 16) gelsinler.
Sonra bir münâdî şöyle nidâ eder:
- Kerem ehillerinin kimler olduğunu bugün bileceksiniz!
“Kendilerini ne ticaretin ne de alış-verişin Allah’ı zikirden, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymadığı ricâl…” (Nûr Sûresi / 37) gelsin. Ve onlar da kalkıp cennete giderler.
Kaynak: Mahmud Sâmî Ramazanoğlu, Musâhabe-3, s.90- Erkam Yayınları
YORUMLAR