Ramazan Sonrası Kalıcı Değişimi Nasıl Başaracağız?
Oruç sayesinde nefsimizde bulunan dört ana kötülüğü belli oranda alt etmeyi başardık, ama esas mesele şimdi başlıyor, edindiğimiz bu müspet değişimi ne kadar süre devam ettirebileceğiz?
Allah Teâlâ bizi bu dünyaya imtihan için göndermiş, kendi fıtratımızdan veya çevremizden kazandığımız kötü vasıfları iyileri ile değiştirmemizi bizlere emretmiştir. Değişim ise gerçekten zordur, insanoğlu alıştığı konfordan, zamanla edindiği alışkanlıklardan ve toplumdan aldığı adetlerden kolay kolay vazgeçemez. Kötülüğü herkesçe malum içki, kumar, yalan bile alışıldığında insanı kendisine esir eder.
Sufiler için manevi gelişim yolunda değişim ve gelişim çok önemlidir. İnsan-ı kâmil olmak yani kişiliğimizde gizli olan, potansiyelimize erişmek bu hayatın yegâne amacıdır. Ne var ki bunun için gayret etmek, yorulmak, nefsin hatta yerine göre toplumun beklentilerini elimizin tersi ile itmek gerekir. Biz kendimizi değiştirmezsek dışarıdan hiçbir güç bizi değiştiremez. Bu hakikati Rabbimiz şöyle ifade etmiştir: “Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez.” (Rad, 11)
Demek ki Allah Teâlâ ahsen-i takvim üzere yarattığı insanı ancak kendi eli ile işlediği kötülükler sebebi ile esfel-i safiline yani aşağıların aşağısına indirmektedir. Aynı şekilde kul kötü alışkanlıklarından kurtulmayı can u gönülden istemediği sürece istisnalar hariç kimse bu hususta o kula yardımcı olamaz.
Müminler olarak çoğu zaman kötü alışkanlıklarımıza, yaptığımız aşırılıklara üzülür ama bunlardan kurtulmak için harekete geçemeyiz. Hâlbuki yeni uğurladığımız mübarek Ramazan ayı tam da bu işi başarmak için gönderilen ilahi bir hediyedir. Şimdi Ramazan ayında terk etme eğitimi aldığımız bazı kötü alışkanlıklarımızı ele alalım.
İNSANIN KÖTÜ VASIFLARI
İmam Gazali insanın kötü vasıflarını 4 ana merkezde toplar ve bu kötülüklerin hemen her insanda az veya çok bulunduğunu söyler. Bunların birincisi behimiyyet, yani kontrolsüz olarak dünya nimetlerinden istifade etmek, her arzumuzu modern tabirle “hemen, şimdi” yerine getirmektir. Bunun da en başı da yeme içmede gösterilen aşırılıklardır. Hele içinde bulunduğumuz dönemde yiyeceğe ulaşmak son derece kolay hale gelmiştir, buzdolaplarımız her tür lezzetli gıda ve içecek ile doludur, gittiğimiz her yerde birkaç çeşit ikram ile karşılanırız. Böylece yeme içme vücudumuza enerji sağlamak için değil de zevk almak için yapılan bir tür eğlence haline gelir.
Halbuki Ramazan ayında öğrendiğimiz ilk kural içimizdeki canavara dur demek oldu; nefsimiz bir yudum su için yalvardı, kuru bir ekmek parçası için sızlandı ama bunların hiçbirini ona vermedik, keyfince yeme-içmenin, cinselliğin hayatın amacı değil aracı olduğunu öğrendik. Sufilerin kıllet-i taam, kıllet-i kelam dedikleri “az ye, az tüket, gereğinden fazla konuşma” tavsiyesini yaşadık. Ama edindiğimiz bu güzel alışkanlığı Ramazan ayı gider gitmez kaybeder isek bir aylık aldığımız eğitimi heder etmiş oluruz. Bu sebeple İmam Gazali yeme-içme hususundaki kontrollü tutumumuzu tüm sene boyunca devam ettirmemizi tavsiye eder, hatta haftanın bir günü sadece ekmek ve su ile yetinmemizi alışkanlık haline getirmemizi salık verir.
İmam Rabbani hazretleri de bu manada tasavvufu mubahları azaltma sanatı olarak görür, insan her tür tüketiminde ne kadar az mubah ile yetinirse o kadar iyi sufi olur, zira mubah sınırını sonuna kadar zorlayanlar bir süre sonra şüphelilere daha sonra da haramlara dalarlar da farkına bile varmazlar.
“Amellerin Hayırlısı Az da Olsa Devamlı Olanıdır”
Behimiyyetin bir diğer özelliği, bencillik yani tüm nimetleri kendimize layık görmektir. Hâlbuki ramazan ayında benciliğimizi törpüledik, verdiğimiz iftarlar, infaklar, fitreler, zekâtlar ile paylaşmanın zevkine vardık, yedirmenin yemekten daha önemli olduğunu fark ettik. Eğer bu fedakârlık ruhu sadece Ramazan’da kalır ve cömertlik elbisesini bir sonraki Ramazan da giymek üzere gardıroba kaldırırsak gerekli değişimi gerçekleştirememiş oluruz. Bu hususta Peygamber Efendimizin (sav): “Amellerin hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır” hadisi rehberimiz olmalıdır. Zira devam etmeyen amelin faydası azdır.
İmam Gazali’ye göre insanın ikinci kötü huyu subuiyyet, yani vahşi bir hayvan gibi öfkelenmesi, insanlara saldırması, onlara zarar vermesidir. Aile içi şiddet başta olmak üzere insana karşı işlenen her tür cinayetlerin altında işte bu kontrolsüz öfke patlaması vardır. Ramazan ayında öfkemizi nasıl kontrol edeceğimizi öğrendik. Ramazan sayesinde sadece midemize değil aşırı duygularımıza da sınırlama getirmeyi nispeten başardık. Orucun hatırına öfkemizi yuttuk, İşte bu mübarek ayın bize kazandırdığı hilm halini tüm yıl boyunca devam ettirmeli, bir anlık öfke ile ailemize, dostlarımıza, komşularımıza zarar vermekten uzak durmalıyız.
Gazali’ye göre insandaki ana kötülüklerin bir başka tezahürü de şeytaniyettir. İnsanları kandırmak, yalan söylemek, çevremizdekileri manipüle etmek, dilimizi bir silah gibi kullanmak gibi şeytani günahların farklı dereceleri insan fıtratında az çok bulunur. Ramazan ayında ise bu kötülükleri işlemenin boşuna aç kalmak olduğunu öğrendik ve elimizden geldikçe bu tür günahlardan uzak durduk. İnsanları kullanmak bir tarafa onlara iyilik yapmak için fırsat kolladık. İşte bu alışkanlığımızı da senenin diğer aylarında devam ettirmeli, bize hiç yakışmayan yukarıdaki vasıflardan uzak durmalıyız.
Kendini Haşa Tanrı Gibi Hissetmek
İmam Gazali’nin saydığı ana kusurlardan bir başkası da rububiyyet, yani kendini haşa tanrı gibi hissetmektir. Modern dilde narsizm denilen bu illet nefsimizi hayatın merkezine koyup herkesin etrafımızda dönmesini istemektir. Lisan ile denildiğinde küfr olan “ben sizin en yüce Rabbinizim” sözünü, lisan-ı hal ile söylemek de bir o kadar tehlikelidir. Bu hastalık daha çok maddi veya manevi güç sahiplerinde ortaya çıkar. İnsanlara üstten bakmak, herkesin bizi övmesini istemek, övmediklerinde öfkelenmek bu hastalığın başlıca tezahürleridir. Bu benlik ve kibir oruç ile paramparça oldu, o kadar imkânımıza rağmen dünyanın en fakir insanları ile aynı açlığı yaşadık, ne kadar aciz bir varlık olduğumuzu fark ettik. Hiç de vehmettiğimiz gibi üstün ve farklı olmadığımızı ramazan ayında açlık ve susuzluk çekerek anladık. Eğer “sağlıklı olmasına rağmen Müslümanlara para/fidye ödeme karşılığı oruç tutmama hakkı” verilseydi bazı varlık sahipleri milyarlar verip bu mükellefiyetten kurtulurdu. Hâlbuki Ramazan ayında padişah ile sıradan vatandaş, patron ile işçi, zengin ile fakir eşitlendi, böylece tevazuu, kulluğu, hiçliği yaşadık.
Allah Korusun Terk Ettiğimiz Kötü Alışkanlıklara Geri mi Döneceğiz?
Oruç sayesinde nefsimizde bulunan bu dört ana kötülüğü belli oranda alt etmeyi başardık, ama esas mesele şimdi başlıyor, edindiğimiz bu müspet değişimi ne kadar süre devam ettirebileceğiz? Acaba daha bayram namazından çıkar çıkmaz kul olduğumuz unutup da Allah korusun terk ettiğimiz kötü alışkanlıklara geri mi döneceğiz? Hevamızın keyfine göre yaşamayı, bencilliği, öfkeyi, kin ve kibri bırakıp bunları fedakârlık, kanaat, hilm, tevazu ile değiştirebilecek miyiz? Tüm mesele bu, Yüce rabbimiz bu hususta hepimizi muvaffak kılsın, orucun ve ramazan ayının getirdiği güzel değişim ve gelişimi yıl boyunca devam ettirmemizi bizlere nasip etsin. Âmin.
Kaynak: Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 435
YORUMLAR