Ramazan'da Yaşayacağımız Değişim!
"Ramazan bize ne vermeli?” sorusunun cevabını bulmak için, Ramazan’a girerken çıkışta neye, nereye ulaşmak istediğimizin farkında olmamız lâzım.
Bu, ilk teravihi kılarken, ilk sahura kalkarken, ilk niyeti yaparken derûnî bir İslâm ikliminin içine girdiğimizin farkında olmak ve çıkışta, ilk günün irade yoğunlaşmasına bağlı meyveleri devşirme iradesini kuşanmak demek.
En başta Sevgili Paygamberimiz’in, Ramazan’ın sonunda Cennetlik insanlar haline gelmemizi istediğini bilmemiz gerekiyor. Şu, bizim için umut yüklü söz O’nun (s.a.v.) muştusu:
“Ramazan orucunu inançla ve karşılığını Allah’tan bekleyerek oruç tutanın geçmiş günahları affolunur.”
Bu sözü şöyle anlayabiliriz, diye düşünüyorum: “Öyle oruçlar tutun, Ramazan’ı öyle yaşayın, Allah’a öyle teslim olun ki, kirlerinizden arının, cennete lâyık insanlar haline gelin.”
Bir iklimi yaşayacağız Ramazan’la... Ondan yeterince istifade edebilmemiz için ciğerlerimizi dolu dolu açmalıyız Ramazan iklimini soluklamaya.
Hiç şüphesiz yığınla gündemi var ülkenin ve dünyanın. Hiçbir insanın kendisini bu yoğun gündemin dışında tutması mümkün değil. Ama o gündemler içinde savrulunursa, Ramazan’ın gelip geçtiğinin farkında bile olunmayabilir. Onun için Müslümanın Ramazan’ı gündemin başına alması lazım. Çünkü, belki tüm gündem maddelerine kendinden bir şey katacaktır Ramazan...
Eğer 1.5 milyarlık İslâm dünyası, Ramazan’ı, Kutlu Önderleri’nin kendilerinden beklediği kıvamda yaşarsa, bir yeni Müslümanlık çizgisi doğacak... Bu gerek tek tek ülkeler planında gerek tüm İslam coğrafyası planında en sıcak boyutlarda yaşanan gündem maddelerini etkileyecek bir gelişmenin yolunu açmaz mı?
BİR ARINMA AYI RAMAZAN
Şöyle bir bakalım İslam’ın Ramazan ve oruç dediğimiz disiplinine:
Bir arınma ayı Ramazan... Bir süzülme ayı... İmbikten geçmesi kişiliğin... Tortulardan kurtulma zamanı...
Her oruç “İmsak”la başlar. İmsak, disiplin demek. “Şeytan zincire vurulur bu ay” diyor Allah Rasûlü sallallahü aleyhi ve sellem... İmsak, sadece yeme içmeden kesilme değil, insanı kötülüğe sürükleyen iç yöneliş anlamına nefs-i emmareyi ve Yaratan’ın “İnsanın düşmanı” diye nitelediği Şeytan’ı zincire vurma iradesi anlamına geliyor. Bu, içimizdeki potansiyel vahşetin zincirlenmesi, disiplin altına alınması demek. Bu, insanı gerçek insan kılmak demek. Bu, insanı “Rahmeten lil alemin” olan Kutlu Önder’in izinde “Rahmet insanı” haline getirmek demek.
Hadi soralım: “Şeytanlarımızı zincire vurabiliyor muyuz?” Öfkelerimizi “Ben oruçluyum” diye gemleyebiliyor muyuz? Öyle ise bir yandan oruç tutup bir yandan öteki mü’minin boynunu vurmak Müslümanlığın neresine düşüyor?
Ramazan, namazı yeniden ve bir kere daha idrak ayı... Sahurlarla birlikte seherleri hayata katma ayı... İçimizdeki namaz bilincini ihya ayı... Rabbimizin Huzuruna taze bir yürekle, yeni ahidlerle günde beş defa çıkma ayı.
RAMAZAN'DAN ÇIKARKEN
Hadi soralım: “Ramazan’dan çıkarken...” yüreğimiz hâlâ namazın “Huzur hali” ile bütünlenememişse, O’nun bizi her an gördüğü bilincini kuşanamamışsak, Rabbin Huzuruna arınmışlık duygusuyla çıka çıka yüreklerimizde yoğun bir arınma duygusu oluşmamışsa, içimizde cennet kokuları duyabilir miyiz?
Kur’an’ı idrak ayı Ramazan... Hayat kitabımızı ayet ayet, hece hece su gibi içip, damarlarımıza, tüm varlık alanımıza bir hayat iksiri gibi taşıma ayı.
Hadi soralım: Kur’an sayfalarından rahmet emmeden geçerse bu ay, içimize bir Kur’an ışığı düşmeden gidiverirse. “Ramazan’dan çıkarken...” yanmaz mıyız?
Ramazan insanı ve içinde yaşadığımız toplumu idrak ayı... Kendimizi “Öteki” ile bütünleştirme ayı. Açların, yoksulların, kimsesizlerin, yetimlerin, dulların, evsizlerin, borçluların dünyasına taşınma ayı... Mahrumiyetleri paylaşma ayı.
Hadi soralım: Ramazan asıl bugün, şimdi, hemen, Türkiye’nin, İslam dünyasının en birinci gündemi olmalı değil mi? Bir damla tebessüme hasret insanların günden güne çığ gibi büyüdüğü bu coğrafyada “Tebessüm sadakadır” diyen bir Peygamber’in sesi duyulmalı değil mi?
Hadi soralım: “Ramazan’dan çıkarken” hala bir yetim başı okşamamışsak, hala bir guraba evini şenlendirmemişsek, bir yüreğe su serpmemişsek, nasıl Allah Elçisi’nin “Amellerin en hayırlısı mü’minin kalbine sevinç taşımaktır” müjdesine lâyık olduğumuzu düşünebiliriz?
RAMAZAN BİZDE YENİ BİR İNSAN İNŞA ETMELİ
Ramazan “zekât”la bütünleşen bir ay. Zekât Arapça “arınma” kökünden gelen bir kelime. Malın arınması... İslâm, malın ancak içindeki “fakir hakkı” yerine ulaştırıldığı zaman arınabileceğini bildiriyor. Ramazan’da Müslüman, zekatını vererek malında, tevbe ırmağında yıkanarak ve tüm uzuvlarını günah kirine karşı koruyarak nefsinde külli bir arınma yaşıyor.
Hadi soralım: Bu dinin Kutlu Önderi (s.a.v.), “Komşusu açken kendisi tok sabahlayan bizden değildir” derken, ve komşuluk hukuku, yakından uzağa bir şehri, bir memleketi, bir coğrafyayı, hatta dünyayı kapsarken, Sultanbeyli’deki ya da Bangladeş’teki hatta Amerika’daki komşudan habersiz yaşanarak hangi arınma gerçekleşebilir? İslam ülkeleri dediğimiz alanlar, insanların boğazlaştığı alanlar haline gelmişken, küresel sam yelleri yürekleri kavurur ve insanımızın kimyasını bozarken, Ramazan bizde bir yeni insan, bir yeni toplum inşa edemiyorsa, Ramazan’dan yeterince istifade ettiğimiz söylenebilir mi?
Ramazan hayatımıza her yıl bir ay süreyle geliyor. Tıpkı namazın günde beş kere hayatımıza gelmesi gibi. Tıpkı Haccın, Müslüman hayatının mahşerle buluşma randevusu gibi ömrün içine saklanması gibi...
"YARALARINI GÖR VE SAR" ÇAĞRISI
“Kitaben mevkuta...” Vakitlere yazılmış, Hak Teala ile rabıtaları sürekli sürekli yenileme hamleleri... Her daim kulaklarımızda, kalbimizde işitmemiz gereken “İslam’ı diri yaşa, Müslümanlık kıvamını kaybetme, yaralarını gör ve sar” çağrıları...
Günde beş kere evinizin önünden akan nehirde yıkanıp da arınamamak... Bir ay süreyle oruç disiplinine girip de, yürekleri yıkayamamak, “Oruç insanı” haline gelememek...
İstenen bu değil. İstenen her namazla yenilenmek, arınmak, fahşadan, münkerden korunmak, her sahurla, her imsakle, her iftarla, içimizde Müslümanlık sevincini büyütmek ve onun güzelliği ile donanma gayretimizi bilemek.
Ramazan’a başlarken, çıkışı düşünmek bunun için önemli.
Merhemi nereye süreceğimizi bilmek, sarılması gereken yarayı görmek gibi bir şey bu. Diyelim ki, bu gece sahura kalkacağız. Sofraları birleştirelim komşularımızla... Artılarımızı, eksilerimizi yanyana getirelim. Sade su ile oruca niyet edenleri düşünelim.
Diyelim ki;
Yarın ilk orucun iftarını açacağız. İftar sofralarımızı genişletelim. Bilmediğimiz, tanımadığımız çocuk gülücükleri katılsın sofralarımıza... Sofralara Müslüman yüreği taşıyalım.
Kocakarı Hazreti Ömer’e “Benim halimden haberi olmayacaktı da niye halife oldu?” diye çıkışıyor. Yarın bize de “Komşundan haberin olmayacaktı da neden Müslüman oldun?” gibi ürkütücü bir soru sorulmaması için kalbimizi avucumuzun içine alıp, hesaplaşalım.
İlk sahur öncesinde bir seferberliğe soyunalım.
Şöyle Müslümanca bir infak terbiyesi içinde, yani genç-yaşlı kadınların, çocukların ezilmesine zemin hazırlamayan bir nezahetle, bir erdemi kuşanarak, dünkü sadaka taşlarının mahremiyetini gözeterek, bir elin verdiğini öbürü duymayacak bir mahfiyetle, kendini kaybederek, sevgiyi öne çıkararak, ve kendi sevdiklerinin standardında, evinde hangi kalitede yiyorsa ondan, bir (belki birkaç) paket yaptırıp, şöyle alacakaranlıkta bir evin kapısını çalmak... Ev halkının onuruna kendi onuru kadar itina ederek, onlara dua ederek, çocuklarının başını okşayarak sunmak...
Yani Ramazan’ı “Yaralarımızı görme ve sarma” iklimi, ilahi fırsatı olarak gündeme almak...
Ramazan’ı gün gün, saat saat yaşamak... Namaz namaz, oruç oruç, sahur sahur, iftar iftar, sadaka sadaka, zekât zekât, tebessüm tebessüm, barış barış yaşamak... İslâm Ramazanı - orucu ile, namazı, zekâtı ile, bu demek.
Denebilir ki: Ramazan’ı büyüt büyüt, günleri, ayları, yılları, asırları kuşatsın, İslâm zamanı olsun...
Oruç içimizde büyüsün büyüsün, namaz yüreklerimizi sarsın sarsın, zekat mallarımızı arındırsın arındırsın... cennetlik insanlar olalım, cennetlik toplumlar olalım.
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Haziran 2015, 352. Sayı