Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in, Ümmetine Muhabbeti
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ümmetine duyduğu muhabbet, şefkat ve merhamet, bir annenin evlâdına olan merhametinden çok daha fazla idi.
Peygamberimiz (s.a.v) dünyayı şereflendirmesinden evvel de rahmetti, hâl-i hayâtında da rahmetti, kabir âleminde de rahmettir, kıyâmet gününde de rahmet olacaktır.
Hadîs-i şeriflerde buyurulur:
“Sağlığım sizin için hayırlıdır: Siz benimle konuşursunuz; ben de sizinle konuşurum!
Vefâtım da sizin için hayırlıdır: Amelleriniz bana arz olunur, hayırlı amellerinizi gördüğümde, ondan dolayı Allâh’a hamd ederim; kötü amellerinizi gördüğümde ise sizin için Allah’tan mağfiret dilerim.” (Heysemî, IX, 24)
“Dikkat edin! Ben hayatımda sizin için bir emniyet vesilesiyim. Vefât ettiğimde ise, kabrimde;
«–Yâ Rabbî! Ümmetim!.. Ümmetim!..» diye ilk Sûr üfleninceye kadar nidâ edeceğim…” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, c. 14, s. 414)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ümmetinin hidâyetine, ıslahına ve ebedî kurtuluşuna olan düşkünlüğü âyet-i kerîmede şöyle bildirilir:
“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O; size çok düşkün, mü’minlere karşı Raûf (çok şefkatli), Rahîm (çok merhametli)dir.” (et-Tevbe, 128)
Bu âyette Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in merhamet ve şefkatini ifade için kullanılan Raûf ve Rahîm sıfatları; Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyette, Cenâb-ı Hak için de kullanılmış, fakat Peygamberimiz’den başka hiçbir peygamber, bu iki sıfatla tavsif edilmemiştir.
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; câhiliyye insanına gönderilmişti. Asırlardır kendilerine peygamber gelmemiş, ümmî bir kavme tebliğde bulunuyordu. Baskınlarda çölleri kana bulayan, öz evlâtlarını diri diri gömen, vahşî tabiatları hemen hiç terbiye görmemiş, mağrur ve kaba çöl insanını, sabırla, metânetle, şefkatle ve en mühimi de muhabbetle terbiye etti.
Mescidine bevleden bedevîye dahî sert muâmelede bulunmadı. Ona güler yüzle temizliği, nezâfeti ve nezâheti öğretti.
Cimriye cömertliği, korkağa cesareti, miskine çalışmayı, kaba saba insanlara zarâfeti öğretti.
Onları sahâbe-i kiram eyledi.
Böylece o câhiliyye enkazından bir fazîletler medeniyeti inşâ etti.
Fetih Sûresi’nin son âyetindeki ekin temsilinde anlatılan, zayıf filizi kuvvetlendikçe ve yükseldikçe sevinen bahtiyar bahçıvan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz idi.
O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanlığın kurtuluşu için âdetâ çırpınış hâlindeydi. Taşlanmayı göze alarak Tâif’e kadar gitti. Zira bütün insanlığı kendisine zimmetli ve kendisini de bütün insanlıktan mes’ûl gördü. Ümmetinin dertleriyle dertlendi. Mazlumları huzura kavuşturan müşfik bir sığınak ve barınak; muzdarip ve yorgun gönülleri ferahlatan bir rahmet esintisi oldu…
O öyle bir şefkat okyanusuydu ki; bütün ashâbının derdine derman olmaya çalışıyor, hiçbirinin dünyevî veya uhrevî bir derdine bîgâne kalmıyordu. Şöyle diyordu:
“Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha üstünüm.
Bir kimse ölürken mal bırakırsa; o mal, kendi yakınlarına aittir.
Fakat borç veya yetimler bırakırsa; o borç bana aittir, yetimlere bakmak da benim vazifemdir.” (Müslim, Cum‘a, 43)
Ümmeti için uhrevî endişesi ise, elbette çok daha derin idi. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ümmetine karşı muhabbet ve şefkatli hâlini şöyle tarif etmişti:
“Benimle ümmetimin durumu (geceleyin) ateş yakan kimsenin hâline benzer. Böcekler ve kelebekler o ateşe düşmeye başlar. İşte ben de sizler ateşe girerken kuşaklarınızdan tutup engellemeye çalışıyorum.” (Müslim, Fedâil, 17)
Rahmet Peygamberi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; 23 yıl boyunca, kavliyle, fiiliyle, sohbetiyle, cihâdıyla, örnek oluşuyla dâimâ ümmetini ateşten korumaya ve cennete vâsıl eylemeye çalıştı.
Ümmetine şöyle nidâ etti:
“Ey insanlar!
Ölmeden önce tevbe edin; fırsat elde iken sâlih ameller işlemeye bakın!
- Gizli-açık bolca sadaka vermek ve
- Allâh’ı çok çok zikretmekle,
➢Rabbiniz’le aranızı düzeltin!
Böyle yaparsanız; rızıklandırılır, yardım görür ve kaçırmış olduğunuz şeyleri elde edersiniz.” (İbn-i Mâce, İkāme, 78)
Yine Vedâ Hutbesi’nde vasiyet mâhiyetinde ümmetine seslendi:
“Sakın (günah işleyerek) mahşer gününde yüzümü kara çıkarmayın! (Beni mahcup etmeyin!)” (İbn-i Mâce, Menâsik, 76)
Çünkü;
Peygamberimiz’in ümmetine olan olgunlaştırıcı ve dönüştürücü o ulvî muhabbeti, beşerî muhabbetlerin zaman zaman zaafa dönen kusurlarından berî idi.
Meselâ;
Âzadlısı Zeyd’in oğlu Üsâme -radıyallâhu anhümâ-’yı çok severdi. Lâkin Üsâme’nin, Kureyşli bir kadına, artık tahakkuk etmiş şer‘î bir cezanın uygulanmaması için aracılık etmeye çalışmasına üzüldü ve kızdı. Onu yine muhabbet dolu bir îkazla terbiye etti.
Yani Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sevgisi, nehy-i ani’l-münker vazifesine mâni olmadı. «Söylersem üzülür.» diye susmadı. Bilâkis çok sevdiği için; sevdiklerini hatadan, günahtan ve yanlıştan sakındırdı.
Peygamberimiz’in dünya hayatındaki son günlerinde tek endişesi ardından nasıl bir ümmet bıraktığıydı.
Hastalığının şiddetli günlerinde bir defasında biraz mecal hissedince bir kolunda Hazret-i Abbâs ve bir kolunda Hazret-i Ali olmak üzere kendisine hasret hâlindeki ashâbının yanına çıktı. İmâmette bulunan Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-’ın yanına oturarak namazını kıldı, ashâbıyla hasret giderdi. (Buhârî, İstihlâf-i İmâm, 687)
Son günün sabah namazında ise oda kapısının perdesini kaldırdılar ve o esnada Hazret-i Ebûbekir’in imamlığında namaz kılan sevgili ashâbını son kez seyrettiler. Onları (yani yetiştirdiği o müstesnâ nesli) yan yana saf tutmuş, cemaatle namaz hâlinde görmekten memnun kalarak sürûr içinde tebessüm buyurdular. (Buhârî, Meğâzî, 83)
Nitekim bu hâdiseyi anlatan Hazret-i Âişe Vâlidemiz diyor ki:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbının namaz kılışını tebessüm ederek seyrediyordu. (Arkasında güzel bir nesil bırakmanın huzuru ve sürûru içindeydi.) Allah Rasûlü’nü hiçbir vakit böylesine sevinçli bir hâlde görmemiştim.” (İbn-i Hişâm, IV, 331)
Muhabbet bir ateş gibi, değdiği gönüllerde çoğalır. Bir mum, binlerce mumu yakar. Peygamberimiz’in samimî muhabbeti, sahâbe-i kirâmın gönüllerinde mâkes buldu. Güneşin aynalarda yansıması gibi çoğaldı ve onları semâdaki yıldızlar hâline getirdi.
Peygamber-i Zîşân Efendimiz’in ümmetine olan bu büyük ve derin muhabbetine mukabil, ümmetin O’na muhabbet ve vefâsı nasıldır, sahâbe ve Hak dostları O’na sevgilerini nasıl ifade etmişlerdir? Onları müteâkip yazıda ifade etmeye çalışacağız.
Cenâb-ı Hakk’a muhabbetimizi artırması için, Hazret-i Dâvud’un duâsıyla niyâz edelim:
“Allâh’ım! Sen’den Sen’i sevmeyi, Sen’i sevenleri sevmeyi ve Sen’in sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim.
Allâh’ım! Sen’in muhabbetini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle!” (Tirmizî, Deavât, 72) Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2023 Ay: Aralık, Sayı: 226
YORUMLAR