Recî Vakası Nedir, Nasıl Olmuştur?

Nübüvveti

Reci Vakası nedir, ne zaman oldu? Reci Vakası’nda kimler şehit edildi? İşte İslam’a yapılan ihanetlerden biri; Reci Vakası...

Allâh Resûlü, İslâm’ı teblîğ etmek ve öğretmek maksadıyla etrâfındaki kabîlelere muallimler gönderirdi. Fakat gönderdiği bâzı muallimler, ihânete mâruz kalmıştı. Bu ihânetlerin en büyüklerinden biri; “Recî Vakası”dır:

Medîne yakınlarındaki Adal ve Kāre kabîleleri, Allâh Resûlü’nden kendilerine İslâm’ı öğretecek muallimler istedi. Resûlullâh de Âsım bin Sâbit’in başkanlığında on kişilik bir heyet gönderdi.

Kâfile, Usfân ile Mekke arasında bulunan ve Hüdât denilen yere ulaştı. Hüzeyl kabîlesi bölgesindeki Recî denilen su başında konakladılar. Müslüman muallimlerin bu mevkîye geldiği, Hüzeyl kabîlesinin bir kolu olan Lihyânoğulları kabîlesine haber verilmişti. Lihyânoğulları, yüze yakın okçudan oluşan bir grupla onları tâkibe aldılar. Âsım ve arkadaşları izlendiklerini fark edince, kendilerini savunabilecekleri yüksekçe bir yere sığındılar. Düşman da onların çevresini sardı:

“–Aşağı inin, elinizdeki silâhları bırakıp teslîm olun. Söz veriyoruz hiçbirinizi öldürmeyeceğiz!” dediler. Bunun üzerine Âsım:

“–Arkadaşlar! Ben, bir kâfirin sözüne güvenerek aşağı inmem!” dedi. Ardından da:

“−Allâh’ım, bizim vaziyetimizi Resûlü’ne bildir!” diye duâ etti. Daha sonra düşmanlar, Âsım’ı ve ona tâbî olan altı kişiyi oka tutup şehît ettiler. Âsım bin Sâbit, yaralandığı zaman:

“−Allâh’ım! Ben günün başında Sen’in dînini korudum; Sen de günün sonunda benim cesedimi koru!” diye duâ etmişti.

ARILARIN KORUDUĞU ŞEHİT

Kureyş’in bâzı ileri gelenleri, onun şehît edildiğini haber aldıkları zaman, Bedir Savaşı’nda kendilerinden birini öldürmüş olması sebebiyle, onu tanımaya yarayacak bir parçasını getirmek üzere adamlar yolladılar. Fakat Allâh Teâlâ, Âsım’ı korumak için bir arı sürüsü gönderdi. Bu arı bulutu, Âsım’ın cesedini kapladı. Kureyş’in adamları, onun nâşından hiçbir şey koparmaya muvaffak olamadılar. (Buhârî, Cihâd, 170; Meğâzî, 10, 28; Vâkıdî, I, 354-363)

Akşam olup arıların dağılmasını bekleyen düşman, hiç beklemediği bir hâdiseyle karşılaştı: Birden yağmur bastırdı. Seller aktı ve Âsım’ın cesedi bu esnâda ortadan kayboldu. Düşman da Âsım’ın cesedinden herhangi bir parça koparmaya imkân bulamadı. Bu hâdiseden sonra Âsım; “Arıların Koruduğu Şehît” diye anıldı. (İbn-i Hişâm, III, 163)

Müşrikler, yay tellerini çıkarıp teslîm olan Müslümanları kıskıvrak bağlamaya kalkınca sekizinci kişi de:

“–Bu bize yapılan ilk kalleşliktir. Vallâhi size aslâ teslîm olmayacağım. Şu şehîtler bana güzel bir misâldir!” diyerek direndi. Müşrikler, onu zorla sürükleyip götürmek istedilerse de, şiddetle karşı koydu. Bunun üzerine onu da şehît ettiler.

DARAĞACINDAKİ KUR’AN ŞEHİTLERİ

Bu on sahâbîden geriye sâdece iki sahâbî kaldı: Hubeyb ve Zey. Müşrikler, onları götürüp Mekke’de sattılar. Hubeyb’i, Bedir Gazvesi’nde öldürdüğü Hâris bin Âmir’in oğulları satın aldı. Hubeyb, kendisini öldürmeye karar verdikleri güne kadar onların elinde esir olarak kaldı. Hâne halkından bir kadın der ki:

“Allâh’a yemin ederim ki, ben hayâtımda Hubeyb’den daha iyi bir esir görmedim. Vallâhi ben onu, zincire bağlı olduğu ve Mekke’de hiçbir meyvenin bulunmadığı bir gün tâze üzüm yerken gördüm. Bu, Allâh’ın Hubeyb’e lutfettiği bir rızıktı. Hubeyb, Kur’ân okur, teheccüd namazı kılardı. Onun okuduğu Kur’ân’ı dinleyen kadınlar rikkate gelir, ağlarlardı. Ona:

«–Ey Hubeyb! Herhangi bir ihtiyacın var mı?» diye sormuştum.

«–Hayır! Bana tatlı su içirmenden, putlar adına kesilen hayvanların etlerini tattırmamandan, bir de öldürülmek istendiğim zamânı bana haber vermenden başka bir şeye ihtiyâcım yok!» dedi.

Haram olan aylar çıkıp, kendisini öldürmeye karar verdiklerini bildirdiğim zaman, vallâhi onun bundan herhangi bir korku ve kaygı duyduğunu görmedim. Hâris’in oğulları onu öldürmek için Harem bölgesinin dışına Hill denilen yere çıkardıkları zaman Hubeyb onlara:

«–Müsâade edin de iki rekât namaz kılayım.» dedi. Bıraktılar. Hubeyb iki rekât namaz kıldı ve sonra:

«–Allâh’a yemin ederim ki, ölümden korktuğumu zannetmeyeceğinizi bilsem, bu namazı daha fazla kılardım.» dedi. Böylece Hubeyb, îdâm edilecek her Müslümanın iki rekât namaz kılması âdetini başlatan kişi oldu. Daha sonra:

«Allâh’ım! Bunların her birini tek tek mahvet, birer birer canlarını al, hiçbirini sağ bırakma!» diye duâ edip şu mealdeki beyitleri okudu:

«Müslüman olarak öldükten sonra, nasıl öldüğümü asla dert etmem. Bunların hepsi, elbette Allâh uğrundadır. O dilerse, parçalanmış vücûdumla Hakk’ın rızâsına kavuşmam pek kolaydır!»

Hubeyb daha sonra Allâh Teâlâ’ya şöyle niyazda bulundu:

«İlâhî! Burada düşman yüzünden başka bir yüz göremiyorum! Resûlü’ne elçi olarak gönderilecek bir kimse de yok! O’na selâmımı Sen ulaştır!»

PEYGAMBERİMİZİN VERDİĞİ SELAM

O sırada ashâbıyla Medîne’de oturmakta olan Allâh Resûlü’nün:

«Onun üzerine de selâm olsun!» anlamında; وَعَلَيْهِ السَّلاَمُ buyurduğunu etrâfındakiler duydular. Ashâb-ı kirâm hayretle:

«–Yâ Resûlallâh! Kimin selâmına karşılık verdiniz?» diye sorunca:

«–Kardeşiniz Hubeyb’in selâmına. İşte Cibrîl, Hubeyb’in selâmını getirdi!» buyurdu. Böylece Nebî, bu sahâbîlerin şehît edildiklerini ashâbına ânında bildirdi.” (Buhârî, Cihâd, 170; Meğâzî, 10, 28; Vâkıdî, I, 354-363)

Öldürülmeden önce darağacına bağlıyken Hubeyb’e sordular:

“–Hayâtının kurtulmasına mukâbil senin yerinde Peygamber’inin olmasını ister miydin?”

Hubeyb, bu suâl üzerine hiç düşünmeden, büyük bir cesâret ve vakarla şöyle haykırdı:

“–Aslâ! Değil O’nun burada benim yerimde olmasını istemek, şu an bulunduğu Medîne-i Münevvere’de mübârek ayaklarına bir dikenin batmasına bile gönlüm râzı olmaz!”

Bu cevâba hayret eden Ebû Süfyân:

“–Ben dünyâda Muhammed (a.s.) kadar arkadaşları tarafından sevilen başka hiçbir kimse görmedim!” demekten kendini alamadı. (Vâkıdî, I, 360; İbn-i Sa’d, II, 56)

Onu astıkları zaman yüzünü Medîne tarafına çevirdiler. Hubeyb:

“−Allâh’ım, bu yaptığım eğer Sen’in katında bir hayır ise yüzümü kıblene doğru çevir!” diye duâ etti. Allâh Tealâ onu kıbleye çevirdi. Müşrikler ne kadar uğraştılarsa da yüzünü kıbleden başka bir tarafa çeviremediler. Bu mübârek sahâbî hakkında:

“Ey itmi’nâna ermiş (itaatkâr) nefs! Sen O’ndan, O da senden râzı olarak Rabbine dön, (sâlih) kullarımın arasına katıl ve cennetime gir!” (el-Fecr, 27-30) âyetleri nâzil oldu. (Kurtubî, XX, 58; Âlûsî, XXX,133)

Hubeyb’den sonra şehît edilen Zeyd de aynı îman metâneti içindeydi. Geceleri teheccüd namazı kılar, gündüzleri oruç tutardı. Putlar adına kesildiği için et yemeklerini yemezdi. Bunun yerine sütü tercih ederdi. Sütle oruç tutar, sütle iftar ederdi. Şehît edilmek üzere Ten’im’e götürüldüklerinde Hubeyb’le karşılaşınca, başlarına gelen iptilâ hakkında birbirlerine sabır tavsiye ettiler. Zeyd de iki rekât namaz kıldı.

“Senin yerinde Muhammed’in (a.s.) olmasını ister miydin?” sorusuna aynen Hubeyb gibi cevap verdi. (Vâkıdî, I, 361-362)

Kendisine, Müslümanlıktan vazgeçtiği takdirde âzâd edileceğini söyleyen ahmak müşriklere de:

“–Müslüman olarak ölmek, dînimden dönerek yaşamaktan bin defâ evlâdır!” cevâbını vererek, bir mü’min vakarı içerisinde şehâdet şerbetini zevkle yudumladı.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları