Resulullah Dünyaya Yeniden mi Teşrif Etti?
Peygamberleri, ilâhî memuriyetleri ve bunun neticesi olan mânevî dünyâları itibariyle kavrayamayanlar, itaat ve teslimiyet noktasına ulaşamayıp küstahlıkları sebebiyle zelîl olmuşlardır.
Hazreti Mevlânâ Mesnevî'de “Bazıları peygamberlerle cenk etmeye kalkıştılar. Onların bedenlerini gördüler; onları basit insan sandılar.” (c.2, 3113) diyor.
Peygamberleri sadece hemcinsleri olan insanlardan bir fert olarak telakkî edip onlardaki ilâhî tecellî, hikmet ve nasibi görmeyenler, nefislerini edebsizlik ve saygısızlığa sürüklenmekten kurtaramazlar. Bu, tarihte de daima böyle olmuştur. Peygamberleri, ilâhî memuriyetleri ve bunun neticesi olan mânevî dünyâları itibariyle kavrayamayanlar, itaat ve teslimiyet noktasına ulaşamayıp küstahlıkları sebebiyle zelîl olmuşlardır. Ebû Cehiller, Ebû Lehebler, Hazret-i Peygamberi kendileri gibi etten bir kalıp zannettiler de bu idrâk noksanlığının kurbanı olarak helâk edildiler.
"RESULULLAH'TAN SONRA EZAN OKUMAYA TAKATİM KALMADI"
Peygamber Efendimizi yakından tanıyan sahâbîler ise, O’nu hayranlıkla seyrettiler. Ashabın zirvelerinden olan Hazret-i Ebûbekir ise O’nun yanındayken bile O’na hasret içinde kalır ve O’nu hasretle seyrederdi.
Rasûlullâh’ın baş müezzini, Peygamber mescidinin bülbülü Hazret-i Bilâl -radıyallâhu anh-’ın hâli ise çok daha başkaydı. Allâh Rasûlü dünyâyı terkedince sanki dilini yuttu, ağzını bıçaklar açmaz oldu. Koca Medîne kendisine dar geldi.
Halîfe Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, Bilâl’e ezan okuması için defâlarca yalvardı. O peygamber âşığı, dertli Bilâl, şu cevâbı verdi:
“−Yâ Ebâ Bekir! Benim arzumu sorarsan, Rasûlullâh’tan sonra ezan okumaya tâkatim kalmadı. Beni zorlama. Ne olursun, beni kendi hâlime bırak!..”
Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ise, Rasûlullâh hasretiyle Bilâl’den o güzel demlerin ezânını ısrarla istiyor:
“−Ümmet, Rasûlullâh’tan sonra, bir de O’nun müezzininden de mi mahrûm olsun?” diyordu.
Israrlara dayanamayan Bilâl, nihâyet sabah ezânı için boynu bükük, gözü yaşlı minâreye çıktıysa da boğazına tıkanan hıçkırıklardan, ezanı okuyamadan geri indi. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- daha fazla ısrâr etmedi.
Bilâl -radıyallâhu anh-, Allâh Rasûlü’nün aziz hâtıralarıyla dolu Medîne’de daha fazla duramadı, o sabah namazından sonra derhal yola çıktı. Şam’a gitti. Bir an evvel Rasûlullâh’a kavuşmak hasretiyle, serhad boylarında şehâdet peşinde muhârebelere iştirâk ediyor, ancak takdîr-i ilâhî gereği, her defâsında gâzî oluyordu. Bu minvâlde seneler geçti.
Bir gece, rüyasında Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördü. Rasûl-i Ekrem şöyle buyuruyordu:
“−Yâ Bilâl! Bu cefâ nedir? Beni ziyâret edecek vakit hâlâ gelmedi mi?”
Hazret-i Bilâl telaşla uyandı. Derhal devesine atlayıp engin çöllere daldı. Yalnız başına günlerce yol aldıktan sonra, nihâyet nûrlu Medîne’ye geldi. Hiç kimseye görünmeden derhal Rasûlullâh’ın kabrine koştu. Mezârın üzerine kapandı. Yüzünü gözünü mezarın toprağına sürerek, gözyaşları içinde:
“−Geldim Yâ Rasûlallâh, geldim işte!” dedi.
Tam bu esnâda, Rasûl-i Ekrem’in torunları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin çıkageldi. Onları gören Bilâl, mezarın üzerinden kalkarak:
“−Aah! Rasûlün nûr-i dîdeleri (göz nûrları)!” dedi ve hasretle onları kucakladı.
RESULULLAH DÜNYAYA YENİDEN Mİ TEŞRİF ETTİ?
Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh-:
“−Yâ Bilâl! Senden bir şey ricâ etmek istiyorum, yapar mısın?” dedi. Hazret-i Bilâl -radıyallâhu anh-:
“−Söyle cânımın cânı, söyle!” deyince:
Hasan -radıyallâhu anh-:
“−Rasûlullâh’a Mescid-i Şerîf’te okuduğun ezâna hasretiz. Onu işitmek istiyoruz. Okur musun?” dedi.
Bilâl -radıyallâhu anh- da:
“−Sizin için okurum.” dedi.
Öğle vakti Hazret-i Bilâl, Mescid-i Nebevî’de eskiden ezan okuduğu yere çıktı.
Dertli ve yanık bağrından öyle bir “Allâhü Ekber, Allâhü Ekber!” dedi ki, koca Medîne Allâh Rasûlü’nün tedâisinden zangır zangır titredi. Dağlar taşlar bu yanık sadâ ile inledi.
“Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh”a gelince Medîne çalkalandı.
“Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullâh!” da ise artık bütün halk sokaklara dökülmüştü.
“−Ne oldu, Rasûlullâh dünyayı yeniden mi teşrîf etti.” diye birbirine soranlar, ağlayanlar, hıçkıranlar...
Hazret-i Bilâl ise, boğazına saplanan hıçkırıkları zaptetmeye ve ezân-ı Muhammedî’yi tamamlamaya çalışıyordu. Fakat ne mümkün... Neredeyse hıçkırıktan boğulacak. Kendisini tutamadı, bitkin ve gözü yaşlı bir hâlde, olduğu yere bir külçe gibi yığıldı kaldı.
Cennet hanımlarının efendisi Fâtımâ annemiz, mübârek babaları Rahmet Peygamberi’nin fânî ayrılığından o kadar mahzûn oldular ki:
“−Fahr-i kâinâtın ukbâ âlemini teşrîfleri ile benim üzerime öyle bir musîbet geldi ki, karanlığın üstüne gelse, karanlığın rengi değişirdi.” buyurdular.
Rabbimiz, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in, sahâbe-i kirâmın ve onların izinden yürüyen evliyâullâhın muhabbetiyle gönüllerimizi nurlandırsın! Peygamber Efendimizi yakînen tanımayı, ahlâk ve şahsiyetinden lâyıkıyla istifâdeyi nasîb eylesin. Onun ulvî muhabbetini kalbimize hiç tükenmeyen, durmadan ziyâdeleşen bir azık eylesin!.. Âmin…
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları