Rızaya Erenler

İbadet Hayatımız

Cenâb-ı Hakk'ın rızâsına erişmenin şartı nedir? Kuran kimlere benzememizi öğütlüyor?

Âyet-i kerîmede de Cenâb-ı Hak; rızâsına ermenin yolunu, sahâbeye ihsân üzere tâbî olmak şeklinde ifade buyurmakta:

(İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen

  • İlk muhâcirler ve
  • Ensâr ile
  • Onlara güzellikle tâbî olanlar var ya;

İşte Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır.

Allah onlara; içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır.

İşte bu büyük kurtuluştur.” (et-Tevbe, 100)

CENÂB-I HAKK’IN RIZÂSINA ERİŞMENİN ŞARTI

Bu âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak; rızâsına erişmenin şartı olarak, ashâb-ı kirâma benzemeyi ve onların ardınca ihsân üzere yürümeyi bize tâlim buyurmaktadır.

Sahâbe için o devirde câhiliyyeye karşı durmak ne kadar zor ve meşakkatliyse; âhirzaman câhiliyyesinin küfür ve isyan karanlıklarına karşı durmak da öyle bir gayret, fedâkârlık ve azim gerektirmektedir.

Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurur:

“İslâm, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hâle dönecektir.

Ne mutlu o garip mü’minlere!” (Müslim, Îmân, 232)

Merhum Elmalılı Hamdi Efendi, bu hadîs-i şerîfi şerh ve îzâh ederken şöyle der:

“İslâm’ın istikbâli gece değil, gündüzdür. Sönük değil, parlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri, onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir.

Bu hadis; «İslâm garip olarak zuhûr etti, ileride tekrar garip olarak zuhûr edecek» mânâsındadır.

Hadiste geçen طوُبٰى (Ne mutlu!) kelimesi korkutmak için değil, müjde içindir. Çünkü onlar, Sâbikûn (İslâm’ı ilk yayan bahtiyar kimseler) gibidir.” (Hak Dîni Kur’ân Dili, VII, 3713)

Bu hadîs-i şerîfin bir rivâyetinde Efendimiz şöyle buyurur:

“Ne mutlu o garip mü’minlere ki, insanların benden sonra bozdukları sünnetimi ıslah ederler.” (Tirmizî, Îmân, 13)

Garîb kelimesi; «gurbette olan, tek kalan, insanlara garip görünen» gibi mânâlara geldiği için; «Bir başına kalsa da, İslâm’ı; aslî / orijinal, zamanımız tabiriyle, kuruluş ayarlarıyla yaşayan kişi» mânâları da bu kelimeyle kastedilmiştir. Onlar;

“–Ne yapayım? Herkes böyle!” deyip topluluğun yanlışlarına uymaz, Kur’ân ve Sünnet’in, Rasûlullah ve sahâbe-i kirâmın yolundan yürürler.

Tâbiîn’den Hasan-ı Basrî Hazretleri İslâmî hassâsiyetlerin yaşanma kıvâmındaki hızlı değişmeyi şöyle tarif eder:

“Bedir ashâbından yetmiş kişiye yetiştim…

  • Eğer siz onları görseydiniz mecnun sanırdınız.
  • Onlar da sizin sâlihlerinizi görselerdi (gayret ve takvânızı az bularak);

«–(Herhâlde) bunların âhirette bir nasîbi yok!» derlerdi.

Kötülerinizi görselerdi;

«–(Herhâlde) bunlar hesap gününe inanmıyorlar!» derlerdi.” (Ebû Nuaym, Hilye, 2/134)

İslâm’ın böyle zor zamanlarda, «kınayanın kınamasına aldırmadan» yaşanması ve yaşatılmasında ise, çok büyük ecir ve mükâfat vardır:

Hadîs-i şerif şöyledir:

“Ümmetimin fesâda uğradığı dönemde, sünnetime sarılan (onu ihyâ eden) kişiye şehid sevâbı verilir.” (Heysemî, I, 172; Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 200; Süyûtî, el-Câmî, no: 9171)

Bugün Rasûlullah Efendimiz’in sünneti değil; farzlar unutuluyor, haramlar çiğneniyor. İslâm’ın şiarlarından habersiz nesiller yetişiyor.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2022 Ay: Ağustos, Sayı: 210