Ruh İnkişafı Ne Demektir?
Her idrak sormalı: İnsan nereden geldi? Nereye gitmektedir? Kimin mülkünde yaşamaktadır? Bu geliş ve gidiş ne için? Kendisine emânet edilen imkânları kim verdi? Bu nîmetler nereden ve hangi maksatla geldi? Kendi kendine mi oldu? Hiç kendi kendine olan bir şey var mı?.. Sordukça anlamalı ki; insan Rabbine ne kadar da muhtaç!..
Tefekkürde derinleşmek ve böylece rûhu inkişâf ettirmek, kulun en mühim mes’ûliyetlerinden biridir. Zîrâ ibâdetlerde huşûya, kalbin rikkat kazanmasına, muâmelâtta nezâkete ve ahlâkta kemâle erebilmek, ancak rûhu inkişâf ettirecek bir tefekkür ile mümkündür.
Hakîkaten ilâhî kudretin eserlerine ibret nazarıyla bir bakacak olursak, sayısız hikmet tabloları görebiliriz. Meselâ tonlarca ağırlıktaki bir fili, on yaşında bir çocuk çekip götürebilmektedir… Sırtı yere gelmeyen bir pehlivanı, çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük bir mikrop ölüm döşeğine düşürebilmektedir… O hâlde kim güçlü, kim zayıftır? Güç veya acziyetin, varlık veya yokluğun miyârı nedir?
Hayat ve kâinâtı ibretle seyrettiğimizde, cevapları rûhumuzun derinliklerinde gizli daha pek çok suâl ile karşılaşırız:
Bu cihâna nereden geldik? Niçin yaratıldık? Bu cihân nedir? Kimin mülkünde yaşıyoruz? Nasıl yaşamalıyız? Nasıl düşünmeliyiz? Yolculuk nereye? Fânî hayâtın hakîkati nedir? Ölüm gerçeğinin sırrı nasıl çözülür? Ona nasıl hazırlanılır?..
İşte bu nevî tefekkürler, Kur’ân ve Sünnet’in rehberliği ile ilâhî kudret ve azamet tecellîleri karşısında kulu hiçlik ve acziyetini idrâke sevk eder. Yoktan var edilen insana, varlık ve benlik iddiâsında bulunmanın ne büyük bir yanlış olduğunu hatırlatır.
Hakîkaten insan, dâimâ Rabbine muhtaçtır. Bütün canlılar, var olmak ve hayatta kalmak için nasıl büyük bir kudrete muhtaçsa, insan da aynı kudrete muhtaçtır. Fakat bunun farkında olmamak, ne hazin bir gaflettir.
Tefekkür ile ulvî bir ruh kıvamına eren mü’minin ise kulluk hayâtında ve ibâdetlerinde yüksek bir feyz ve rûhâniyet hâsıl olur.
Tefekkürle inkişâf eden rûh idrâk eder ki:
“İbâdette bedenin kıblesi Kâbe, her nefeste rûhun kıblesi ise Cenâb-ı Hak’tır.”
Bunun içindir ki Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:
“İlimsiz ibâdette ve tefekkürsüz Kur’ân tilâvetinde fayda ve feyz azalır.” buyurmuştur. Zîrâ Hak’tan gâfil bir gönülle yapılan ibâdetler, derece derece kıymetini yitirir, hattâ bâzen bir yorgunluktan ibâret kalır.
Bu sebeple Hak dostları da; namazı, son namazmış gibi düşünerek kılmayı; orucu, nîmetlerin kadrini ve muhtaçların ıztırâbını tefekkür ederek tutmayı, yâni bütün ibâdetleri mutlakâ tefekkür cihetine de riâyetle edâ etmeyi öğütlemişlerdir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Gönül Bahçesinden Öyle Bir Rahmet Ki
YORUMLAR