Şaban Ayının 15. Gecesi: Beraat Gecesi
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, Beraat gecesinde neler olduğunu ve Şaban ayının 15. gecesinin ehemmiyetini anlatıyor.
BERAAT GECESİ, BİR İLTİCÂ GECESİDİR
Beraat Kandili’yle veyahut da Kadir Gecesi’yle -ihtilâflı fakat ikisi de Kur’ân-ı Kerîm’e ait-, Cenâb-ı Hak:
“Hâ mîm.” (ed-Duhân, 1) olarak başlıyor.
“Apaçık olan Kitâb’a andolsun ki Biz onu, o Kur’ân’ı mübârek bir gecede indirdik. Kuşkusuz Biz, uyarıcıyız.” (ed-Duhân, 2-3) buyruluyor.
Burada, buyruluyor; (Kur’ân) icmâlî olarak Beraat Kandili’nde, tafsîlî olarak da Kadir Gecesi’nde indirildi.
“Katımızdan bir emirle, her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Çünkü Biz, Rabbinin bir rahmeti olarak peygamberler göndermekteyiz. O işitendir, bilendir.” (ed-Duhân, 4) buyruluyor.
Efendimiz’in, bu Şâban ayının 14’ünü 15’ine bağlayan gece üzerinde çok hadîs-i şerîfleri var.
Fazîletine binâen bu geceye “Leyle-i Mübâreke” deniyor. Yani Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin, af ve mağfiretinin yoğun olarak tecellî ettiği gece buyruluyor.
“Leyle-i Berâe” buyruluyor. Yani kurtuluş berâtını, kurtuluş belgesini alma gecesi.
“Leyle-i Sakk” buyruluyor. Vesika gecesi.
“Leyle-i Rahmet” deniliyor.
“Tebrie” ve “teberrâ”, “beraat” kelimesiyle aynı kökten gelmektedir. İlâhî huzurda beraat edebilmek için, o beraate nâil olmak için teberrî, yani Cenâb-ı Hak’tan uzaklaştıran her şeyden uzaklaşmak… Yani kelime-i tevhîd bir menfî (nefy) ile başlıyor, “lâ ilâhe” ile başlıyor. Kalpten, Allah’tan uzaklaştıran her şey silinecek. Tebrie; Cenâb-ı Hak’la beraberlik neticesinde “illâllah” kalp temizlenecek, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatlarının kalp tecellîgâhı hâline gelecek. Ve kul, bu şekilde bir takvâ sahibi olacak, müttakî olacak.
Rivâyete göre bu gece, bir sene içinde doğacak, ölecekler yazılır. Geçen sene ölen kardeşlerimiz var. Demek ki o geçen sene beraatte yazıldı onlar. Bu sene kimler ölecek, yine onlar tespite girecek bu gece. Tabi Cenâb-ı Hak indinde mâlum, fakat bu bildirilecek. Rızıklar indirilecek.
Ameller, ilâhî huzura yükselecek. Bilhassa bu, yıllık olarak Şâban ayında bu Beraat gecesinde yaptığımız ameller, nasıl bir muhâsebe vardır ticarî hesaplarda, artı-eksi hesabı. Demek ki bir artı hesabının görüldüğü bir gün olacak.
Efendimiz’in bir îkâzı var:
“Receb ile Ramazan arasındaki, insanların kendisinden gafil kaldığı bir aydır bu Şâban ayı…” (Nesâî, Sıyâm, 70/2355)
Alışıyor… Baştan bir Receb ayına heyecanla giriyor, ondan sonra alışıyor.
“…O, kendisinde amellerin Âlemlerin Rabbi’ne yükseldiği bir aydır.” (Nesâî, Sıyâm, 70/2355)
Demek ki bu ay, Cenâb-ı Hakk’a amellerimizin yükseldiği bir ay olmuş oluyor.
Buyruluyor rivâyette:
“Şâban’ın yarısı gecesinde namaz kılınız…” (İbn-i Mâce, İkāmetü’s-Salât, 191)
Tabi burada namazı huşû ile kılabilmek. Bilhassa kazâ namazlarımız varsa kazâ namazları üzerimizde, daha îtinâ edebilmek.
“…Gündüzleri de oruç tutunuz…” buyruluyor. (İbn-i Mâce, İkāmetü’s-Salât, 191)
Tabi bu mâlûm, oruç sırf mideye değil. Göze, kulağa, bilhassa ağza tutturmakla orucun faziletini koruyabilmek… Zira buyruluyor ki:
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
“…Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.” (el-Bakara, 183)
Yine buyruluyor:
“…Allah Teâlâ Güneş’in batmasıyla beraber (yani Pazartesi gecesi Güneş’in batmasıyla beraber) Dünya semâsına rahmet nurlarıyla tecellî buyurur. «Yok mu benden af dileyen, onun günahlarını bağışlayayım…»” (İbn-i Mâce, İkāmetü’s-Salât, 191)
Tabi bu da; “Yâ Rabbi beni affet” olmayacak, fiilî olarak bu şeyin içinde olacağız, Cenâb-ı Hakk’ın, bu, “tevbeten nasûhâ” bir tevbe-i nasûh hâlinde olacağız. Kul borçları, hakk-ı ibâd / kul hakları, bunlar kıyâmete kalıyor. Onlar da ödenecek, helâlleşilecek.
Efendimiz cenaze namazını kılmazdı, eğer bir borcu olanın. Ancak akrabası o borcu öderse o zaman cenaze namazını kılardı.
Cenâb-ı Hak:
“…Yok mu Ben’den af dileyen, onun günahlarını bağışlayayım. Yok mu Ben’den rızık isteyen, onu Ben rızıklandırayım. Yok mu bir musibetzede, duâ etsin de ona Ben âfiyet vereyim (bir hasta yani). Şöyle olan yok mu, böyle olan yok mu, diyerek kullarına tan yeri ağarıncaya kadar hitapta bulunur.” (İbn-i Mâce, İkāmetü’s-Salât, 191)
Dolayısıyla Beraat gecesi, bir ilticâ gecesi. Cenâb-ı Hakk’a bir yakınlaşma gecesi, duâ gecesi, gözyaşı gecesi.
Hazret-i Mevlânâ buyuruyor ki:
“Nedâmet ateşiyle, yani pişmanlık ateşiyle dolu bir gönülle ve nemli gözlerle duâ ve tevbe et. Zira çiçekler, Güneş’li ve ıslak yerlerde açar.”
Onun için bu gözyaşı çok mühimdir. Tabi bu, Allah için olan bir gözyaşı, dünya için bir gözyaşı değil.
Hikmet ehli buyuruyor:
Gözyaşı, ilâhî muhabbet bağına girenler için bir tevbe pınarıdır. Günahları yıkar, temizler. Bu gözyaşlarının bilhassa seher vakitlerinde olması, çok daha güzeldir. Rabbe karşı bir şükran ifadesidir. Cenâb-ı Hakk’ın, duâ ve gözyaşı, Cenâb-ı Hakk’ın ümit dergâhıdır. Bütün ümitlerin kesildiği bir anda bu dergâhın eşiğinde ağlayabilenlere ne mutlu!..
Bu gözyaşı hakkında ehl-i takvânın çok güzel ifadeleri var. Cenâb-ı Hak hakîkaten bu gece, Cenâb-ı Hakk’a nemli gözlerle ilticâ etmeyi Cenâb-ı Hak nasîb eylesin.
Yine Mevlânâ diyor ki:
“Cenâb-ı Hak bu dünyada senden birkaç damla gözyaşı alır ama karşılığında nice Cennet kevserleri bağışlar.”
Tabi bu gece, en mühim bir “abd-i âcizlik” içinde Cenâb-ı Hakk’a duâ etmek. Yani “ben” ile değil, bir tevâzu ile, bir hiçlikle. Hayatımızın bu hiçlikle devam etmesi lâzım.
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri “abd-i âciz” olmak için, Bursa sokaklarında sırmalı kaftanıyla ciğer sattı.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’ne tuvaletler temizlettirildi, ilimde zirve iken.
Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri, mahlûkâta 7 sene hizmet etti, hasta hayvanlara, yollara…
İmâm Gazâlî, Nizamiye Medresesi’nde sayısız talebeleri varken, “Hak rızâsında mıyım, yoksa şöhrette miyim?” düşüncesiyle büyük bir riyâzata girdi.
Velhâsıl bir hiçlikle bu gece Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etme gecesi. Senelik vukuâtın hükme bağlanacağı bu gecede, Rabbimiz’den hayırlar, feyz ü bereketler, inâyetler isteyelim.
Nefsimiz, âilemiz, hısım ve akrabalarımız, bütün ümmet-i Muhammed hakkında, bütün İslâm dünyasının, bilhassa Suriyeli kardeşlerimiz için, onların selâmetine, duâ edelim -inşâallah-.
Hiç şunu unutmamak îcâb eder ki ihyâ olunan kandil geceleri, mezar karanlıklarının cennet avizeleridir.
Seherlerde ilâhî nurlarla sürmelenen, nemlenen gözlerin mükâfatı, Hakk’a vuslattır.
Mevlânâ buyuruyor ki:
“Geceleri uyan buyuruyor. Geceleri uyan ve Hakk’a yürü. Çünkü gece, senin için sırlar yurduna rehberlik eder. Gece, senin için sırlar yurduna rehberlik eder. Herkes uyurken, ilâhî aşk sırları, mânâ zevkleri, gönlüne bereketli bir yağmur gibi yağar. Çünkü geceleyin gönül pencereleri açılır, ötelerden nasipler alınır. Lâkin bu hâller, yabancıların gözlerinden gizlenir.”
Bizler de Beraat gecesi, namazlara ilâveten, Kur’ân, zikir, tesbih, salevât-ı şerîfe, mânevî sohbetlerle ihyâ etmeye gayret edelim. Gündüzü de eğer müsait olanlar, oruçla ihyâ etmeye çalışsınlar. Ve bütün bugün mahrumları sevindirmeye gayret edelim ki, o mahrumların sevinciyle…
Cenâb-ı Hak; يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104]) “Sadakaları Ben alırım.” Buyuruyor.
Şeyh Sâdî buyuruyor:
“Mü’min kardeş, merhamet, şefkat ehli ol da sâlih kişilerin yolunu tut. Sen ki ayaktasın, düşmüş insanı kaldırmak için onun elinden tutuver. Gönlün bir çiçek bahçesi gibi olsun. Şunu bil ki Allah dostları, daha ziyade kimsenin uğramadığı dükkânlardan alışveriş ederler.”
Yani yalnızların, bîçârelerin dert ortağı olurlar.
Efendimiz’den üç tâlimat var, bu da çok mühim. Efendimiz buyuruyor ki:
“Namaza durduğun zaman dünyaya vedâ eden bir kimse gibi ol…” (İbn-i Mâce, Zühd, 15)
Tabi bu nasıl olacak? Bu, kalbî merhaleler neticesinde olur. “Son namazın gibi ol.” buyuruyor. (Bkz. Deylemî, Müsned, I, 431)
Diğer bir hadiste de; “Benim kıldığım gibi kılın.” buyruluyor. (Bkz. Buhârî, Ezân, 18)
Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Mü’minler felâha ermiştir, « قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ» onlar ki namazlarında huşû içindelerdir.” (el-Mü’minûn, 1-2)
Demek ki Efendimiz’in tâlimâtı, namaz…
Zaten bu namaz, çok ehemmiyetli. Yani Cenâb-ı Hakk’a vuslat, beraberlik Cenâb-ı Hak’la.
“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.
“…Fahşâdan, münkerden (Cenâb-ı Hak) korur…” (el-Ankebût, 45) buyuruyor.
Kıldığımız namaz kendimizin, nasıl namaz kıldığımız, bir röntgenidir. Namaz bizi ne kadar fahşâdan-münkerden koruyor. Gözümüzü haramdan, kulağımızı haramdan, kendimizi ne kadar, ayaklarımızı haramdan koruyor. Kalbimizi ne kadar boş şeylerden koruyor namaz?
Namaz bizim için bir ölçü. Kalbimizin bir röntgeni.
İkinci, Efendimiz’in tâlimâtı:
“…Özür dilemeni gerektiren bir sözü konuşma...” (İbn-i Mâce, Zühd, 15)
Eğer bir camda bir çatlak olursa, istediğin kadar onu yapıştırmaya çalış, o çatlağın izi gözükür.
Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:
“Anne-babaya karşı «öf» bile deme!” buyuruyor. “قَوْلًا كَرِيمًا” buyuruyor. Yani “ikramkâr ve iltifatkâr söz söyle” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 23)
Bir fukaraya, hiçbir şey veremiyorsan, imkânın yoksa, “قَوْلًا مَيْسُورًا” buyuruyor. “Tatlı birkaç söz söyle” buyuruyor gönlünü alacak. (Bkz. el-İsrâ, 28)
Yine, başa kakmak, gönül incitmek sûretiyle ecri zâyî edilen bir sadakadansa, “قَوْلٌ مَعْرُوفٌ” buyuruyor. Yani tatlı bir söz daha hayırlıdır diyor, tahrip ederek verdiğin bir sadakadan, gönlü inciterek verdiğin bir sadakadan, tatlı bir söz daha hayırlıdır buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-Bakara, 263)
Kanadı kırık bir kuş gibi himâyeye muhtaç yetimlere, yakın akrabaya, yoksullara karşı yine “قَوْلًا مَعْرُوفًا” buyuruyor. (Bkz. en-Nisâ, 8) Yani güzel söz ve tatlı dille konuş buyruluyor. Hep zarâfet, incelik.
Kalbinde mânevî hastalık bulunan kimselere karşı, herhangi bir töhmete, fitneye ve yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için yine; “قَوْلًا مَعْرُوفًا” buyuruyor. Yani yerinde ve uygun bir söz söyleyin buyuruyor. (Bkz. el-Ahzâb, 32)
Zâlimlerin kalbini yumuşatmak için, onun zulmünü hafifletmek, bertaraf etmek için “قَوْلًا لَيِّنًا” buyuruyor. Bir akarsuyun akışı gibi yumuşak bir söz ifade et buyuruyor. (Bkz. Tâhâ, 44)
Demek ki bir mü’min özür dilemeyi gerektiren bir sözü söylemeyecek. Fakat sözleri Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk’ın buyurduğu şekilde, bir ifade tarzı kazanacak. Kâmil insan modeli.
Üçüncüsü, Efendimiz’in üçüncü tâlimâtı:
“…İnsanların elinde bulunan dünyalıklardan ümidini kesmeye karar ver ve buna azmet.” (İbn-i Mâce, Zühd, 15) Yani müstağnî ol, Cenâb-ı Hak’tan iste.
Muhterem kardeşler!
Bu Beraat Gecesi’nden sonra gün ve geceler de Ramazân-ı Şerîf’e hazırlık mâhiyetinde olduğu için îtinâ göstermek lâzım ki; zira o gelen geceler, bir rahmet geceleridir. Nur kaynağı Ramazân-ı Şerîf’in mukaddes davetiyeleridir bu geceler.
Bu günlerde Ramazan neşvesiyle, gönül heyecanını rûhânîleştirmeli. Hayır-hasenâtımızı çoğaltmalı, îman muhabbeti, Hakk’a sadâkatimiz artmalı, kalplerimiz bir dergâh hâline gelmeli, kendimizi bütün insanlara, bütün mahlûkâta mes’ûl görmeliyiz.
Beraat gecesi, Kur’ân-ı Kerîm’in inzâl olduğu bir gece. Kadir gecesi hâkezâ, Ramazân-ı Şerîf… Demek ki Kur'ân-ı Kerîm ile bu geceleri ihyâ etmek, gündüzleri ihyâ etmek.
Kur’ân-ı Kerîm tahsili en mühim tahsildir. Bizi kurtaracak, âhirette selâmete çıkaracak, Kur’ân-ı Kerîm tahsilidir.
Kur'ân-ı Kerîm tahsili üç kategoridedir:
Birincisi; tilâvet, huruf. Harflerin mahreçlerine ve tecvid kâidelerine riâyet ederek, Kur’ân’ı düzgün tilâvet etmek. Eğer bunda eksiksek, bunu tamamlamaya gayret etme… Kıraatsiz bir namaz kılınamaz.
İkincisi; hudut. İlâhî emir ve yasaklar hakkında fiilen yaşamak. Bu da ihlâs ve takvâ sahibi olmakla mümkün. Kalp ve beden âhenk içinde olacak, zâhirle bâtın birbiriyle mezcolacak.
Kalp merhaleler katedecek ki Allâh’ın emirleri büyük bir iştiyakla, vecd ile, sevinerek, “Allâh’a yaklaşıyorum ben…” o şekilde emirler îfâ edilecek. O şekilde yasaklardan kaçınılacak. Öyle olacak ki:
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
“…Eğer siz takvâ (üzere olursanız) Allah size öğretiyor…” (el-Bakara, 282) buyuruyor. Yani zihnî bilgiyle kalbî bilgi mezç hâlinde olacak.
Üçüncüsü, hulk. Kur’ân ahlâkı, Allâh’ın ahlâkı, Rasûlullâh’ın ahlâkıyla ahlâklanmak.
Bu işte bir, Kur’ân kültürü budur.
Her hâlimizde şunu tefekkür edeceğiz:
“Allah benim bu hâlimden râzı mıdır? Rasûlullah Efendimiz benim bu hâlimi görse tebessüm eder miydi, üzülür müydü?..”
Mü’min, nefsâniyetin taarruzlarına karşı Kur’ân’ın rûhâniyetiyle çetin bir nefs muhâsebesine giren kişidir. Bu, Kur’ân’ın rûhâniyetine girebilmek için de zâhir-bâtın emirlere, yasaklara dikkat etmemiz lâzım.
Nasıl zâhirî farzlar var:
Namaz; huşû ile kılınacak.
Oruç; “لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ” (“…Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.” [el-Bakara, 183])
Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıracak bir oruç, merhameti artıran, nîmetleri düşündüren bir oruç.
Zekât; mülk Allâh’a ait, bu idrak ile Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıracak verilecek zekât, sadaka, infak vs.
Hac; bir kefen iklimine giriş. İlâhî huzura çıkışı bir hatırlama.
Bu, zâhirî farzlar, bunun yanında seher vaktinin kıymeti var. Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Aman gece kalkmaya gayret edin. Çünkü o, sizden önceki sâlih kimselerin âdetidir. Şüphesiz gece ibadetine kalkmak, Allâh’a yakınlık (ölçüsü)dür. Bu ibadet, günahlardan alıkoyar. (Kalp, rûhâniyetle dolar.) Hatâlara kefâret olur ve bedenden dertleri giderir.” buyruluyor. (Bkz. Tirmizî, Deavât, 101/3549)