Sadaka Verme Edebi

Zekat

Sadaka nasıl ve nelerden verilmelidir? Sadaka açıktan mı, gizli mi verilmelidir? Sadaka verme edebiyle ilgili ayet ve hadisler nelerdir?

İnfak edebiyle ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...

1- Avf bin Mâlik (r.a.) demiştir ki: Resûlullah elinde bir asâ ile yanımıza mescide geldi. Bir kişi, mescide (sadaka olarak) âdî bir kuru hurma salkımı asmıştı. Resûlullah asâ ile bu hurma salkımına dürttü ve şöyle buyurdu:

“‒Bu sadakanın sahibi isteseydi, bundan daha iyisini vere­bilirdi. Bu sadakanın sahibi, kıyamet günü âdi hurma yiye­cektir.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 17/1608)

2- Ebû Hüreyre’den (r.a) nakledildiğine göre o:

“–Yâ Resûlallah! Hangi sadaka daha faziletlidir?” diye sordu.

Allah Resûlü:

“–Malı az olan kişinin imkânı nisbetinde verdiği sadakadır. Vermeye, bakmakla yükümlü olduğun kişilerden başla!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Zekât, 40/1677)

3- Enes bin Mâlik’in (r.a) nakline göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ arzı yarattığı vakit, arz sarsılmaya başladı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, dağları yaratarak yeryüzüne yerleştirdi ve onu istikrâra kavuşturdu. Melekler dağların kuvvetine hayran kaldılar.

«–Ey Rabbimiz, dağlardan daha kuvvetli bir mahluk yarattın mı?» diye sordular.

«–Evet, demiri yarattım» buyurdu.

«–Ey Rabbimiz, demirden daha kuvvetli bir şey yarattın mı?» dediler. Hak Teâlâ:

«–Evet, ateşi yarattım» buyurdu.

«–Ey Rabbimiz, ateşten daha kuvvetli bir şey yarattın mı?» diye yine sordular. Hak Teâlâ:

«–Evet, suyu yarattım!» buyurdu.

«–Ey Rabbimiz, sudan daha kuvvetli bir şey yarattın mı?» dediler. Hak Teâlâ:

«–Evet, rüzgârı yarattım» cevabını verdi.

«–Ey Rabbimiz, rüzgârdan daha kuvvetli bir şey yarattın mı?» diye yine sordular. Bu sefer Hak Teâlâ:

«–Evet insanoğlunu yarattım. Eğer o, sağ eliyle sadaka verir ve bunu da sol eli bilmeyecek şekilde gizlerse, (hepsinden daha kuvvetli olur)» buyurdu.” (Tirmizî, Tefsîr, 113-114/3369; Beyhakî, Şuab, III, 244)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Allah için verilen sadaka, fakire ulaşmadan evvel Allah’ın eline geçtiğine göre, zekât ve infak niyetiyle ayrılan malın keyfiyetine dikkat etmek lâzımdır. Diğer taraftan, insan kendisine herhangi bir şey verildiğinde, o şeyin nasıl olmasını istiyorsa, başkasına verirken de aynı hassasiyeti gözetmelidir. Böyle düşünüldüğünde zekât ve sadaka olarak malın en iyisini vermek lâzım gelirken, Cenâb-ı Hak yine kullarına merhamet ederek, elde bulunan malın orta hallisinden vermenin yeterli olacağını beyan etmiştir.

Allah Resûlü şöyle buyurur:

“…Zekat (verirken) malın yaşlı, uyuz, hasta ve zayıfını değil, vasatından veren (kimse imanın tadını alır). Zira Allah sizden mallarınızın en iyisini istemiyor, ancak kötüsünü vermenizi de emretmiyor.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 5/1582)

PEYGAMBERİMİZİN DAVETİ

Resûlullah Efendimiz, Hz. Muâz’ı (r.a.) Yemen’e gönderirken, oranın halkını Allah’a imana, beş vakit namaz kılmaya ve zekât vermeye dâvet etmesini söyledikten sonra:

“Mallarının en gözde ve kıymetli olanlarını almaktan uzak dur! Mazlumun bedduasını almaktan da şiddetle sakın; çünkü onun bedduası ile Allah arasında bir perde yoktur.” buyurmuştur. (Buhârî, Zekât, 63; Meğâzî, 60; Tevhîd, 1; Müslim, Îmân, 29, 31)

Cenâb-ı Hakk’ın bu kadar lûtuf ve merhametini görmezden gelerek zekât ve sadaka verirken malın en kötüsünü ayıranları, Yüce Rabbimiz îkaz buyurmuştur: Berâ bin Âzib (r.a.) şöyle anlatır:

Ensâr, hasat mevsiminde hurma salkımlarından getirip Mescid-i Nebevî’deki iki direk arasına bağlanan bir ipe asar, fakir Muhâcirler de ondan yerdi. Bazıları, oraya konan hurma hevenklerinin çokluğuna bakarak, bir beis olmayacağı düşüncesiyle, iyilerin arasına kötü hurmaları da koydular. Allah Tealâ böyle yapanlar hakkında şu âyet-i kerimeyi inzâl buyurdu:

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardığımız nîmetlerin iyilerinden (Allah için) infak edin. (Size verildiği takdirde) gözünüzü yummadan alamayacağınız (basit ve değersiz) şeyleri, hayır diye vermeye kalkışmayın! Allah’ın her şeyden müstağnî ve övülmeye lâyık olduğunu bilin!” (Bakara 2/267) (Vâhidî, s. 90)

SADAKA NELERDEN VERİLMELİDİR?

Resûlullah birinci hadisimizde, normalini verebileceği hâlde, kendisinin de beğenmediği değersiz hurmaları tasadduk eden kimselerin âhirette cezaya çarptırılacağını haber vermiştir. Ceza, yapılan amelin cinsinden olacağından, yoksulların yemesi için âdî ve bozuk hurma getiren kimseye, âhirette aynı şekilde kötü şeyler yedirilecektir. Aslında dünyanın en güzel nimetleri bile, akla hayâle gelmez Cennet meyveleri yanında insana azâb gibi gelir. Bir de orada âdî ve bozuk hurma yemenin insan için ne kadar kötü olacağını tasavvur etmek lâzımdır! Dolayısıyla insan, kendi beğenmediği şeyi, hiçbir zaman fakirlere revâ görmemelidir.

Sadaka vermek her hâlükârda güzel olmakla birlikte, umûmiyetle onu gizlice vermek daha makbul görülmüştür. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! (Fakat) onları fakirlere gizlice verirseniz, sizin için daha hayırlı olur ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder. Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Bakara 2/271)

Şu âyette de Cenâb-ı Hak, “gece” ve “gizli” ifadelerini, “gündüz” ve “açık” kelimelerinden önce zikrederek, nâfile sadakalarda gizliliğe riâyet etmenin ehemmiyetine dikkat çekmiştir:

“Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık infak edenler var ya, onların Rab’leri katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.” (Bakara 2/274)

Allah Resûlü de, sadakayı gizli vermenin ehemmiyeti üzerinde ısrarla durmuştur. Çünkü verirken gizliliğe riâyet etmek, hem kişiyi nefsin tuzaklarından muhâfaza eder, hem de muhtâcı mahcûbiyetten kurtarır. Buna teşvik için, “Sağ elin verdiğini sol elin duymayacağı” şekilde tasaddukta bulunan kimselerin, affedileceği ve kıyametin dehşetli ânında Arş’ın gölgesinde bulunacağı müjdelenmiştir. (Bakara 2/271; Buhârî, Ezân, 36)

Resûlullah, sadakayı gizli vermenin bir diğer faydasını beyan ederek şöyle buyurur:

“Gizli verilen sadaka, Rabbin gazabını söndürür.” (Beyhakî, Şuab, III, 244; VI, 255; Heysemî, III, 115)

Sadakayı gizli verenler, buna ilâveten Allah’ın muhabbetine de nâil olurlar. Hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“…Bir adam bir cemaate gelir, aralarındaki herhangi bir yakınlık sebebiyle değil de, sırf Allah adına onlardan bir şeyler ister. İstediğini vermezler. Bu topluluktan biri yavaşça, kimseye hissettirmeden cemaatin arka tarafına kayar ve isteyen kimseye gizlice ihsanda bulunur. (Öyle gizli verir ki) onun verdiğini sâdece Allah ile yardım ettiği kimse bilir. (Allah bu kişiyi sever)…” (Tirmizî, Cennet, 25/2568; Nesâî, Zekât, 75/2568)

SADAKANIN İNSANA VERDİĞİ GÜÇ

Üçüncü hadisimizde, gizli verilen sadakanın insana sağladığı güç ve kuvvet dile getirilmektedir. Zira, sadakayı gizlice vermek, dağlardan, demirden, ateşten, sudan ve rüzgârdan daha büyük bir kuvveti gerektirir. Çünkü burada, nefse muhalefet ederek cimriliği ve şöhret tutkusunu yenmek ve şeytanı kahretmek söz konusudur. Bu ise oldukça zor bir meseledir. Diğer taraftan, bir mü’min gizlice sadaka verirse, Allah onu sadakanın bereketiyle dağ, demir, ateş, su, rüzgâr ve benzeri şeylerden gelecek musîbetlere karşı muhâfaza eder.

Bir de, gizlice verilen sadaka mü’minin kalbini Allah’a öyle bağlar ki bu bağ sebebiyle kul her şeyden daha kuvvetli hâle gelir. Mâneviyât ehli zâtların rûhâniyet gücü bunun bir örneğidir. Nitekim onlar için:

“Allah erlerinin himmeti, dağları kökünden söküp atar.” denilmiştir.

SADAKA AÇIKTAN MI YOKSA GİZLİ Mİ VERİLMELİDİR?

Bahsedilen mahzurlar söz konusu değilse, sadakayı açıktan vermekte bir beis yoktur. Hatta bazen, sadakayı açıktan vermenin daha faydalı olacağı durumlar bile zuhûr edebilir. Böyle durumlarda sadakayı gizlemeye gerek yoktur. Diğer taraftan âlimlerimiz, farz olan zekâtı açıktan, nâfile sadakaları da gizli vermeyi daha uygun görmüşlerdir.

SADAKA VERMENİN ADABI

Sadaka vermenin, buraya kadar sayılanlar dışında bir takım âdâbı daha vardır. Onlardan bir kısmı şöyle sıralanabilir:

1. Sadaka veren kimse, onu fakire bizzat kendi eliyle takdim etmelidir.

Ashâb-ı Kirâm’dan Hârise bin Nûmân (r.a) gözlerini kaybetmişti. Namazgâhından odasının kapısına bir ip çekmiş, yanına da içinde hurma ve başka şeyler bulunan bir sepet koymuştu. Herhangi bir fakir yakınından geçip selâm verdiğinde, sepetten bir şeyler alır, ipe tutunarak odasının kapısına gelir ve fakire bizzat verirdi.

Âilesi:

“–Biz senin adına veririz” dediklerinde o, şu cevabı verirdi:

“–Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

«Yoksula kendi eliyle sadaka vermesi, kişiyi kötü ölümden muhâfaza eder.»” (İbn-i Sa’d, III, 488; Ebû Nuaym, Hilye, I, 356; Beyhakî, Şuab, V, 131/3188; Heysemî, III, 112)

2. Başa kakmak ve incitmek sûretiyle sadakaları boşa çıkarmamalıdır. Cenâb-ı Hak, bu çirkin davranışı ısrarla yasaklamaktadır. (Bakara 2/262-264; İnsân 76/8-11)

Aksine zekât ve sadakayı veren kişi, alana teşekkür hissiyâtı içinde olmalıdır. Çünkü fakir, onun mühim bir borçtan kurtulmasına ve sevap kazanmasını vesile olmaktadır.

3. Burada önemli bir husus da sadaka ve infaktan dönmemek gerektiğidir. Zira Efendimiz (s.a.v) bundan şiddetle sakındırmak için şöyle buyurmuştur:

“Verdiği sadakadan dönen kimse, yediğini kustuktan sonra dönüp onu yiyen köpeğe benzer.” (Müslim, Hibât 5)

Hz. Ömer (r.a) şöyle anlatır:

Allah yolunda cihad eden bir kişiye at vermiştim. O zât, ata iyi bakamadı ve onu zayıflattı. Ben de ucuza satacağını düşünerek atı ondan satın almak istedim. Bunu Peygamber Efendimiz’e sordum.

Resûlullah:

“–Sakın alma! Onu bir dirheme verse bile artık sadakandan geri dönme! Çünkü sadakasından dönen kişi, kustuğunu yiyen kimse gibidir” buyurdu. (Buhârî, Zekât, 59; Hibe, 29, 37; Cihâd, 119, 137; Müslim, Hibât, 1-2; Muvatta’, Zekât, 49)

4. En mühimi de sadakayı samîmiyet ve ihlâsla, sırf Allah rızâsı için verebilmektir. Gösteriş yapmak ve dünyevî maksatlar için yapılan infaklar boşa gider ve insana bir fayda sağlamaz. (Bakara 2/264)

Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“Kendileri de muhtâc oldukları hâlde yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire ikrâm ederler ve: «Biz size, sırf Allah rızâsı için ikrâm ediyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkuyoruz.» (derler). Allah da onları, o günün fenâlığından korur, yüzlerine nûr, gönüllerine sürûr bahşeder.” (İnsân 76/8-11)

Cenâb-ı Hakk’ın burada medhettiği kullar, öyle bir ihlâs ve mahviyet içindedirler ki, infakta bulunurken içlerinden “…Biz size, sırf Allah rızâsı için ikrâm ediyoruz…” diye geçirmelerine rağmen, bunu açıkça muhtâcın yüzüne söylemez, sadece hâlleriyle ifade ederler. Bu nükteye işaret etmek için, âyet-i kerimede “derler” ifadesine açık olarak yer verilmemişti.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları