Sadaka Vermek Lutuf Mu Mecburiyet mi?
İkram ve ihsânı başa kakmak, sadece yapılan hayrın boşa gitmesiyle kalmaz, Allâh’ın gazabını da celbeder.
Peygamber Efendimiz bir defasında arka arkaya tam üç kez:
“–Üç kişi vardır ki, kıyâmet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.” buyurdular.
Ebû Zer (r.a.):
“–Adları batsın, umduklarına ermesinler ve hüsrâna uğrasınlar! Kimlerdir bunlar yâ Resûlallâh?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz:
“–Elbisesini (kibir ve gururundan dolayı kurula kurula) sürüyen, yalan yeminle malını pazarlayan ve verdiğini başa kakan!” buyurdular. (Müslim, Îman, 171)
Görüldüğü üzere, ardından başa kakma ve mihnet gelen riyâkârca infaklar, kulu sevap yerine azâba dûçâr eden ağır cürümlerdendir. Çünkü kalpler, nazargâh-ı ilâhîdir. İncitilmeye gelmez...
SADAKA VERMEK LUTUF MU MECBÛRİYET Mİ?
Üstelik zekât ve sadakalar, zenginlerin servetlerinde ilâhî emirle belirlenmiş, muhtâcın en tabiî hakkıdır. O hakkı çıkarıp fukarâya vermek bir lutuf değil, sadece hakkın yerine teslim edilmesidir. Dünya serveti, ilâhî bir emânettir. Bunu unutarak, Allâh’ın nîmetlerinin, O’nun bir kuluna ulaşmasına vâsıta olmaktan dolayı nefsine pay çıkarıp da muhtâca eziyet veren riyâkârca hâl ve tavırlar içine girmek; gaflet, hamlık ve nâdanlıktır.
O hâlde infakta kibirlenmemek, fakiri hor görmemek, bilâkis kendini fakirin yerine koyup, bir gün kendisinin de onun durumuna düşebileceğini tefekkür etmek îcâb eder. Zira zenginlik veya fakirlik biraz cehd işiyse de daha çok baht işidir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları