Sadaka Vermekte Acele Etmenin Ehemmiyeti
Âhiret azığımızın tedâriki demek olan amel-i sâlihler için dem, bu demdir. Hadîs-i şerîflerde, sahip olduğumuz nîmetlerden tek tek hesaba çekileceğimiz hatırlatılarak, o nîmetler husûsunda gafletten sakınmamız şöyle telkin edilmektedir: “Hiçbir kul, kıyamet günü ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne yaptığından, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, vücûdunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bir adım dahî atamaz.” (Tirmizî, Kıyamet, 1/2417)
Kundakla teneşir arasında inişli çıkışlı, dar bir koridor olan ömür, alıp verdiğimiz nefeslerin yekûnundan ibârettir. Sayısı kullara meçhul, Allâh’a mâlum olan bu nefeslerin en düşündüreni, şüphe yok ki “son nefes”tir. Son nefes, nihâyete eren bir dünya hayâtı ile yeni başlayan ebedî bir âlemin kavşak noktasıdır. Yine o, son derece sarp ve çetin bir geçittir. İdrak sahibi her mü’min, o geçidi derin derin tefekkür edip her hâlini bu istikâmette düzeltme gayreti içinde olmalıdır. Hayat sahnesinin son perdesi olan son nefes, herkesin kendi âkıbetini aksettiren, buğusuz, berrak bir ayna gibidir. İnsanoğlu kendisini en net olarak son nefes aynasında tanır.
SON NEFESİMİZİN ZAMANI MEÇHÛL
Çok kıymetli zaman parçaları olan nefeslerimizi bu fânî topraklar üzerinde tüketirken, ilâhî kameraların her an kayıtta olduğunu unutmamalıyız. Doldurduğumuz hayat kasedi bir gün; “َأقِرْأَ كتِاَبكَ : Kitabını oku!” emri ile bize seyrettirilecek. O vakit kendimizi çok net bir şekilde yeniden tanıyacağız. Son nefesimizin zamanı meçhul olduğundan bizi ebedî hayatta felâha erdirecek bir hesaba hazırlık için gün, bugündür.
Hadis-i şerifte buyrulur:
“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil: İhtiyarlığından önce gençliğini, hastalanmadan önce sıhhatini, fakirliğinden önce zenginliğini, meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve ölümünden önce hayâtını!” (Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25)
HASAN-I BASRÎ HAZRETLERİ'NİN SADAKA VERMEKTE ACELE ETMESİ
Nasıl ki namazın fazîleti ilk vaktinde edâ edilmesinde ise, infâkın fazîleti de geciktirilmeden ilk fırsatta yapılmasındadır. Bu nebevî ahlâk, en çok Peygamber vârisi olan Hak dostu âlim ve âriflerin hayâtında mâkes bulmuştur. Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin şu kıssası, bu hakîkatin pek ibretli bir misâlidir:
Bir derviş, Hasan-ı Basrî Hazretleri’nden bir şey ister. O da hemen ayağa kalkıp gömleğini çıkarır ve dervişe verir.
Oradakiler:
“–Ey Hasan, eve gidip oradan bir şeyler verseydin ya!” derler.
Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle cevap verir:
“–Bir defasında bir muhtaç mescide geldi ve; «Açım!» dedi. Biz gaflet edip hemen yiyecek getirmedik. Onu mescitte bıraktık ve evlerimize gittik. Sabah namazına geldiğimizde bir de baktık ki, zavallı ölmüş. Kefenleyip defnettik.
Ertesi gün, yakaza hâlinde mânevî bir zuhurat olarak, o garibi sardığımız kefenin mihrapta durduğunu ve üzerinde; «Kefeninizi alın, Allah kabul etmedi!» yazısını gördüm.
O gün; «Bundan sonra bir ihtiyaç sahibini gördüğümde onu bekletmeyeceğim, hemen ihtiyacını göreceğim.» diye yemin ettim.”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından, Erkam Yayınları
YORUMLAR