Sadelik, Kanaatkârlık ve Kardeşlik Örnekleri
Anadolu insanının ayrılmaz vasıfları nelerdi? Anadolu insanından sadelik, kanaatkârlık ve kardeşlik örnekleri.
Anadolu insanının ayrılmaz vasıfları; sadelik, kanaatkârlık ve kardeşlik idi.
Anadolu insanının hayatı sadelik içindeydi. Kanaatkârdı. Lüks, israf, gösteriş ve oburluk bilmezdi.
Servetini, malını-mülkünü ve yiyip içtiğini başkalarına göstererek caka satmaya kalkışmak, çok çirkin bir ayıp telâkkî edilirdi.
Nazardan endişe edilir, «Göz hakkı»na riâyet edilirdi.
Evlerde fırın yoktu. Pişirilecek börek ve benzeri gıdâlar çarşı fırınına götürülürdü. Götüren evlâda; mutlaka, pişiren ustaya ikramda bulunup göz hakkını vermesi tembihlenir, getirilip götürülürken de tepsinin üzeri bir sofra beziyle örtülürdü.
Lokantalarda; dışa bakan cam üzerinde ince bir perde olur, yiyeceklerin dışarıdan görünmemesi sağlanırdı.
Çarşı pazara gidilirken, file yerine içi gözükmez zembiller ve sepetler vardı.
Komşu hakkına riâyete de çok ihtimam gösterilirdi. Mahallede bir komşu hastalansa; fakiri, zengini mutlaka herkes hastaya; yemek, çorba, muhallebi vb. bir şeyler götürürdü. Bilhassa yetim ve dullar, mahallenin teminatı altında olurdu. Bîçârelerin çaresi ve kimsesizlerin kimsesi bütün bir mahalle olurdu. Âdetâ ibâdet vecdiyle muhteşem bir kardeşlik yaşanırdı.
Yaklaşık yirmi sene evvel tanıdığımız Hayri Amca diye bir zât vardı. O, halk içinden birisi olsa da Anadolu irfânına sahip biriydi.
Mısır Çarşısı’ndan badem alır, kendisi öğütüp «badem ezmesi» yapar, küçük paketler hâlinde, kapı kapı dolaşır, satardı.
Biraz da meczup gibiydi, saati belli olmazdı. Gecenin geç vaktinde de kapımızı çaldığı olurdu.
Yine bir gün bize geç vakitte geldi. Biz de bir tepsi içinde kendisine yemek getirdik. Tatlıya baktı ve sordu:
“‒Osman Efendi! Siz bu tatlıyı, dışarıdan mı aldınız, yoksa evde mi pişirildi?”
“–Pek bilemiyorum, dışarıdan da olabilir, evden de olabilir.” dedim.
“‒Yok yok, siz dışarıdan almazsınız.” dedi.
“‒Niye Hayri Amca?” dedim.
“‒Çünkü, dışarıda satılan şeyler vitrine ediliyor, burada birçok mahrumun gözleri takılıyor. Takılan bu gözler de bu gıdânın mânevî durumunu bozar, yiyenlere zarar verir.” dedi.
Maalesef Anadolu insanındaki o ince düşünüş, bugün terk edildi. Döner tezgâhları, kızartılmış tavuklar ve daha birçok leziz yiyecek, yollarda gelip geçen mahrumların da göreceği şekilde teşhir ediliyor. Kim bilir onları yiyemeyen nice garipler, bunlara içini çekip geçiyor. Böylece;
Teşhir edenler, mahrum ve gariplere karşı kul hakkına girmiş oluyor. Bu şekilde rahatça yiyenlere de bilseler; «Eyvah!» diyecekleri bir durum ortaya çıkıyor. Şifâ olmayacak bir gıdâ... Bu da, mânevî hastalıkların başka bir menşei.
Bugün artık dışarıda yemenin de ötesinde, evlere dahî dışarıdan yemek istenir oldu!.. Motosikletlerle evlere yiyecek servisi başladı!.. Göz hakkının ötesinde, yiyenler hiç düşünmüyorlar mı?
- Bu yiyecekleri kim pişirdi? Abdestli mi, cenâbet mi? Ellerini tuvaletten çıkınca yıkamayı bilen biri mi?
- Bu etler nereden geldi? Kim kesti? Besmeleyle mi? Helâl mi, şüpheli mi?
- Evde çok daha hesaplı şekilde karnı doyurmak mümkün iken, dışarıdan yemek istemek israf değil midir?
- Yoksa evler birer otele mi dönüşmektedir? Bu anlayışın sonu nereye varır?
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Anadolu Dervişinin Gönül Dünyası, Yüzakı Yayıncılık