Sağduyu Çağrısı
Bu yazı “modernist” ya da “tarihselci” diye bilinen çevrelere “İslam ortak paydasında buluştuğumuz kanaatinden yola çıkarak” yapılmış bir sağduyu çağrısıdır. Asla “Üsttenci” bir yaklaşım içinde olmadan yapılan bir çağrıdır bu.
Bu sebeple sizlerin iman noktasında nerede bulunduğunuzu ifade edecek ya da tartışacak değilim.
Bunu sadece her mü’min için olduğu gibi sizlerin de bir iman sorunu yaşamamanızı temenni noktasında yapabilirim. Aynı hassasiyeti kendim için de taşırım. Sonuçta inanç birliği birbirimize karşı böyle bir hassasiyeti zorunlu kılar.
Bu sağduyu çağrısı başka sebepledir. Şöyle ki:
Modernizm, tarihselcilik ya da hadislere yönelik gibi başlayan, sonra “Peygamber sorgulaması”na dönüşen söylemler, size, öğrencilik vs. sebebiyle zorunlu olarak muhatap olan gençlerin inançlarını sarsıyor.
Bu, şu an Türkiye’nin önemli sorunlarından biri.
Bu sorun bazan gençlerin “Deizm” vs. başlıklarla inanç tartışmalarına sürüklenmesi mahiyetinde gündeme geliyor.
Bazan da anne - babaların çocuklarında gözlemledikleri değişim sebebiyle gündeme geliyor.
Olayın dindar toplum kesimlerinde bu söylem içinde bulunanlara yönelik “iman zaafı” suçlamasına kadar varan boyutlarda tartışıldığı da bir vakıa. Bu suçlama dilinin, ortaya çıkaracağı menfi sonuçlar itibariyle bir çok kişiyi tedirgin ettiği de gözleniyor.
Aynı şekilde bu tartışmalar içinde İslam’ın deruni duygu - inanç ikliminden çıkarılıp karşılıklı suçlamalar zeminine çekilmesi de, genel fikri savrulmalar içinde büyük sorun.
Bunun içinden, insanları tarihi süreç içinde şartlandırılmış bilgilere sahip olmakla suçlayarak çıkmak mümkün değil.
Bunun içinden, inanç sorgulamaları içine giren her genci “kurtarılmış gençler” gibi görerek çıkmak da mümkün değil. Eğer bu gençlerin daha sonraki kademede İslam’la ilişkilerinin nerelere savrulacağı görmezden gelinmiyor ya da gençlerin zaten oralara savrulması istenmiyorsa...
Şunları tesbit edelim önce:
-Olay Kuran-ı Kerim üzerinde tefekkür edip daha iyi anlama çabası olarak gözükmüyor.
-Olay Peygamber sevgisinden yola çıkıp O’na ait olmayan rivayetleri tesbit etmek gibi gözükmüyor.
-Olay gençlerin sağlıklı bir akideye sahip olması kaygısı olarak gözükmüyor.
Nasıl görünüyor?
-Kuran önceliği, Peygamber’i sınırlı sorumlu hale getirmek için.
-Hadis kritiği Peygamberle ilgili her şeyi tartışmalı hale getirmek için.
-Kuran âyetlerinin bir kısmının tarihsel olduğunu söylemek Peygamberin alanını sınırladıktan sonra Kuran’ın alanını sınırlamak için.
-Bazı Kur’an âyetlerinin muhtevasına ve getirdiklerine yönelik başlatılan tartışma Kur’an’da başka tartışmalı ayetler bulunabileceği izlenimi oluşturmak için.
-Daha ötede Allah Teâlâ tarafından bildirilenler üzerinde kuşku oluşturmak için.
-Bununla birlikte dinin Kitabı - Sünnetiyle iki temel ana kaynağını her türlü kısıtlayıcı sınırları devre dışı bırakıp tasarrufa açmak için.
Bunlar halkın önüne taşınıyor ve bu yüzden dindar halk kesimleri büyük bir öfkeye kapılıyor.
Bunlar gençlere taşındığında inanç bocalamaları oluşturuluyor.
Soru şu:
Tam da bunu mu istiyorsunuz?
“Sağduyu çağrısı” bunun istenmediği kanaatine ya da beklentisine dayanıyor.
Ama bir sorun olduğu görmezden gelinir ve en problemli kanaatler “ulu orta” zeminlerde kamuoyuna sunulur, ya da bir “misyon” izlenimi verecek şekilde mesela İmam Hatip Lisesi öğrencilerine taşınırsa, İlahiyat Fakülteleri böyle bir misyon çabası içinde daha çok “misyoner” yetiştirme heyecanıyla zemin olarak kullanılmak istenirse, meselenin samimiyet boyutu ortadan kalkıyor ve başka bir hesap devreye giriyor.
Mesele bir yerde Kur’an’ı ve Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellemi yeterli görmeme, Müslümanların Allah’ın ayetlerini ve O’nun Elçisinin getirdiği - yaşadığı ölçüleri aşma, onları “tarihte kalmış” değerler olarak görme noktasına geliyorsa, o zaman “Neden İslam üzerinde duruluyor ki? Başka bir Kitap, başka bir Peygamber aramak aklı her şeyin maymuncuğu haline getiren o kişiler için daha ‘akıllıca’ olmaz mı” diye bir soruyu sormak kaçınılmaz oluyor.
Ne yapacaksınız? “Düzelteceksiniz!” Neyi? Kur’an’ı, Allah Rasulü’nün sözlerini - hayat ölçülerini? Neden ki? Başka ayetler indirecek, başka Peygamber gönderecek bir “Tanrı” bulmak daha kolay değil mi? Olmuyor mu, başka “Tanrı”, başka “Peygamber” bulunamıyor mu?
İş, -hâşâ- Allah’ı tanzim etmeye, -hâşâ- Peygamber’i tanzim etmeye, sonuçta da İslam’ı bir hale - yola koymaya (kuşa çevirmeye mi demeliyim?) geliyor değil mi? Bunlar daha kolay mı gözüküyor acaba?
Kur’an’a saygıyı müşahede etmiyoruz o çevrenin yaklaşımında.
Rasûlullah’a saygıyı gözlemliyemiyoruz.
Hangi ayette nasıl bir sorun var, hangi hadis, geçmiş zaman çukuruna atılabilir? Böyle bakıldığı izlenimi oluşuyor.
Sahabe, 14 asır içinde gelip - geçen alimler, zaten çoktan üzerleri çizilmiş dünyalar...
Dinin tarifinde birinci madde “Ta’zim li emrillah -Allah’tan gelene yönelik ta’zim, saygı, yüceltme duygusu” var. Bu bir kalb hassasiyeti. “Kur’an didiklenebilir”, “Allah’ın ayetlerini ta’zim etmek Müslümanların bir zaafıdır” gibi bir cümle, bir çıkış, hoyratlıktan başka nedir ki? Ben burada bu tür tartışmalarda seslendirilen ifadeleri paylaşmayı bile Allah Teâlânın, Rasulullah’ın, Kur’an’ın hukukuna saldırı gibi değerlendiriyorum. Yüreğim kaldırmıyor. Yüreği kaldıranların duygu dünyasını, inanç iklimlerini de anlamak istiyorum. Bu mahfillerde konuşulanların getirildiği ortamlardaki saygı aşınmasını, islamî ölçüler üzerindeki kolay tasarrufçuluğu ürkerek izliyorum.
Şunu biliyoruz: Allah’ın dini şu veya bu kişinin inanmasına “muhtaç” değil. Dileyen iman eder, dileyen etmez. Din de şu veya bu kişi iman etmiyor diye değerinden bir şey kaybetmez.
Bu din inananları gördüğü gibi inanmayanları, münafıkları ve dine sabah girip akşam çıkanları da gördü. İnsanın sınavı Allah’tan gelen ölçüleri bulup, inanmak ve hayatını ona göre tanzim etmektir. Mü’minler, yanlarında daha çok inananın bulunmasından mutluluk duyarlar. Dünyanın fevc fevc İslam’a akması onları büyük sevince garkeder. Ama herkes kendi imtihanını verir. Müslümanlar, zor zamanlar da yaşayabilir. Başka bir din mensubu Müslümanlar alanından insan çalarsa, ya da bir Müslümanın kafası karışır, inanç bocalamaları içine düşerse, buna elbette üzülünür. Ama Müslümanların içinde birileri “Bakın kafaları nasıl karıştırdık!” diye ortalarda dolaşmaya başlarsa, bunun zararı öncelikle o rollerde dolaşanların kalbine olur.
Belki de Rabbimiz “Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ- Rabbimiz bizi hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi kaydırma” diye başlayan duayı bizlere tam da böyle savruluş anları için öğretmektedir.
Bir sağduyu.
Akıl, ama akl-ı selim...
Basiret.
Allah’ın huzurunda bulunduğumuz bilinci.
Yarın O’nunla buluşacağımız, O’nun huzuruna çıkacağımız bilinci.
Rasûlullah’ın Allah Teâlâ nezdindeki hukukunu ve bizden beklenen kalbî bağlılığı idrak.
Ahirette savunulabilir bir hayat dosyası...
Son söz: Bu hayat imtihanında Allah yardımcımız olsun.
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Sayı: 393
YORUMLAR