Sağlıklı Çevre Nedir?
Sağlıklı çevre nedir? Sağlıklı çevrede bulunması gereken etmenler nelerdir? Sağlıklı bir çevre nasıl olmalıdır?
Temiz hava, oksijen, bulunduğumuz ortam sağlığımızı nasıl etkiler? Çevrenin sağlık üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri...
1-TEMİZ HAVA
Yeryüzü, gözle görünen görünmeyen nice canlının yaşadığı bir alandır. Bütün canlılar, yaşayabilmek için besine, suya ve havaya ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyaçların her biri çok önemli olmakla birlikte, havasız yaşamak mümkün değildir. Canlıların solunumuna yarayan, renksiz, kokusuz, akışkan gaz karışımına “hava” denir.
Hava, sağlıklı ve zinde olmamıza sebeptir. Tüm organlar için de vazgeçilemez bir hayat kaynağıdır. Tüm araştırmacılar, kirli havanın akciğerlere ve solunum yollarına büyük zarar verdiği sonucunda birleşmiştir. Yüksek hava kirliliği oranı, kanın pıhtılaşmasını kolaylaştırmak suretiyle, kalp hastalığı riskini ortaya çıkarmaktadır.
Beyin, vücuda giren oksijenin % 20 sini tek başına tüketir. Beynin sağlıklı olmasında, havanın rolü son derece önemlidir. Dolayısıyla havanın, özellikle temiz havanın insan sağlığı üzerindeki tesiri tartışılmaz.
Oksijeni bol hava, temizdir. Kapalı ortamlarda solunum dolayısıyla oksijen tüketilir, karbondioksit oranı yükselir. Çünkü solunum sırasında oksijen alır, karbondioksit bırakırız. Bu sebeple, sınıfta, odada, büyük ya da küçük salonlarda, soluyan insan sayısıyla orantılı olarak hava kirlenir. Bu tip mekânların havalandırılması, pencereleri açılarak içeriye temiz hava girmesinin sağlanması gerekir.
Zaten insan, havasız bir odada uzun süre kaldığında başının ağrıdığını hisseder. Çünkü havasız ortamda vücut, yeterince oksijen alamaz. Oksijen alamayan kan temizlenemez. Kanı temizlenmeyen kişide de baş ağrısı ve halsizlik gibi rahatsızlıklar hemen kendini göstermeye başlar.
Özellikle yatak odalarında çok miktarda canlı çiçek bulundurulmaması gerekir. Çünkü bitkiler geceleri, ortamdaki oksijeni alıp karbondioksiti bırakarak solurlar. Bu da ortamın oksijenini daha çabuk azaltan bir faktördür. Uykumuzun ortalama sekiz saat sürdüğünü ve uyuyan kişinin, sekiz saat boyunca yeterli oksijen alamadığını düşündüğümüzde, tehlikeyi daha iyi anlarız. Genellikle, sağlıksız bir hava soluyarak uyuyanların yüzleri, sabah kalktıklarında kısmen şiş olur. Bunu engellemek için, odanın pencerelerinden biri hafif aralık bırakılarak yatılabilir.
Temiz havadan faydalanabilmek için, kır, bahçe, sahil gibi açık alanlarda yürüyüş yapmak, bütün vücudun hava almasını sağlamak lazımdır. Sadece burun yoluyla değil, deri yoluyla da oksijen alırız. Bu sebeple, giyilen kıyafetlerin sentetik malzemelerden değil, pamuk, yün, keten gibi doğal malzemelerden yapılmış olması, dar ve sıkıcı olmaması önemlidir.
Cildimiz, minik gözeneklerle kaplıdır. Cildin güzelce nefes alabilmesi için, gözeneklerin açık olması, yani vücut derisinin, düzenli banyo ve temizlik ile gözenekleri tıkayan toksinlerden kurtarılması gerekir. Bunun en kolay yolu, kabak lifi gibi doğal ve sert bir malzeme ile keselenmektir.
Mademki bu kadar önemlidir, hem evlerimizde ve odalarımızda, hem şehrimizde ve ülkemizde, havayı temiz tutmak için elimizden geleni yapmamız gerekir.
- Oksijen
İnsan hayatının sürdürülebilmesi için, oksijene ihtiyaç vardır. Nefes aldığımızda, havadaki oksijeni akciğerlerimize almış oluruz. Oksijen, buradan kana geçerek, hemoglobine bağlanır ve hemoglobin, kan akımı yoluyla ulaştığı bütün dokulara oksijeni taşır. Oksijenin dokularda kullanılması sonucunda karbondioksit açığa çıkar ve karbondioksit yine hemoglobin tarafından dokulardan akciğere taşınarak nefes verdiğimizde dışarı atılır. İyi bir solunum, kandaki oksijen – karbondioksit dengesini ayarlar.
Oksijen, ağız yoluyla aldığımız gıdaların yakılmasına yardım ederek, enerji üretimine katkıda bulunur. Bütün hücrelerimizin muhtaç olduğu ve azalması halinde tüm vücut fonksiyonlarımızın olumsuz etkilendiği çok önemli bir maddedir. Oksijeni yeterince alamayanlarda, çabuk yaşlanma görülür.
Yukarıda, oksijene en çok ihtiyaç duyan organların başlında beyin olduğunu söylemiştik. Gerçekten de, nefes ile akıl sağlığı arasında, çok önemli bir ilişki olduğu, yıllardır bilinen bir konudur. Beyne yeterince oksijen gitmediğinde, olumsuz düşünceler, depresyon, hafızada zayıflama gibi sonuçlar meydana gelmektedir. Gün boyu kapalı ortamlarda çalışmak zorunda olanlarda beyin yeterince oksijen alamadığından, yorgunluk, sinirlilik ve verimsizlik gibi problemler ortaya çıkmaktadır. Kalp krizi ve kanser gibi rahatsızlıkların da oksijen yetersizliği ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir.
Oksijen yeterli alındığında ise birçok hastalığa karşı vücudu korur. Madem ki bu kadar önemlidir, oksijen almanın en kolay ve doğal yolu olan “doğru nefes” i tanımak gerekir. İşte bu sebeple, detaylı bir şekilde nefes konusunu işleyeceğiz:
- Nefes
Nefes, irademiz dışında her an devam etmekte olan bir harekettir. Planlamadan, yorulmadan, sürekli olarak nefes alıp veririz. Hatta çoğu zaman, nefes aldığımızın farkında bile olmayız. Göz açıp kapamak ya da kalbin sürekli atması gibi o kadar devamlı bir harekettir ki üzerinde çoğu zaman düşünmeyiz. Nasıl ki çürüyüp ağrımadan önce, sağlam bir tek dişin bile ne büyük bir nimet olduğunu unutuveririz, alıp verdiğimiz her bir nefes de böyledir. Nefesin kadrini en iyi bilenler şüphesiz astım, bronşit gibi ağır akciğer hastalıklarına yakalanmış olan kişilerdir.
Nefessiz hayat olmaz. Hayatta olan her canlı, nefes almaktadır. İnsan, her nefeste oksijen alıp karbondioksit bırakarak, kendini onarmaktadır. Aslında, nefes için “her an yeniden hayat bulmaktır” desek, yeridir.
- Nefes Alırken Yapılan Hatalar:
Vücudumuzun kendiliğinden gerçekleştirdiği nefes alma fonksiyonunu, yaptığımız bazı hatalarla sekteye uğratırız. Bu hataların en önemli üç tanesi şunlardır:
- 1-Nefesi ağızdan almak:
Ağızdan nefes alındığında, hava içinde olması muhtemel zararlı organizmalar, doğrudan vücudumuza giriş yaparlar. Bu da solunum yollarında enfeksiyon hastalıklarının daha kolay oluşabileceği anlamına gelir. Oysa burundan nefes aldığımızda hava, burnun özel içyapısı sayesinde, bronşlara gidene kadar ısınır, nemlenir ve temizlenir.
- 2-Nefesi göğsümüzle almak:
Bu sığ bir nefestir. Sığ nefes oksijeni sadece, akciğerin üstü kısmına kadar getirir. Böylece akciğerlerimizin kapasitesinin çok azını kullanmış oluruz. Bu da yetersiz oksijen almamıza ve içerideki karbondioksiti de yeterince dışarı atamamamıza sebep olur. Sürekli böyle nefes alıp veren kimseler, hep oksijene muhtaç ve toksinle yüklü yaşamak zorunda kalırlar. En doğrusu, diyafram solunumuna alışmak ve oksijenin tüm hücrelere daha rahat yayılabilmesi için derin ve sakin nefes almayı alışkanlık haline getirmektir.
- 3-Nefesi hızlı ve kesik almak:
Oksijenin yeterince alınması ve alınan oksijenin akciğerin her yanına dağılması için, derin nefes almak gerekir.
- Doğru nefes:
Her nefes aldığımızda, oksijen molekülleri ciğerlerimizden kana geçer. Orada, kırmızı kan hücrelerinde bulunan hemoglobinle birleşir ve kana kırmızı rengi veren bir bileşim ortaya çıkar. Daha sonra bu oksihemoglobin, kan dolaşımı sayesinde tüm vücuda dağılır. Bu dolaşım sırasında, solunumun atığı olan karbondioksiti toplar ve nefesle dışarı atmak üzere yeniden ciğerlerinize taşır. Ciğerlerin sadece üst kısmını kullanarak alınan sığ nefesler, bu atığı dışarı atmakta yeterince etkili olmaz. Buradan anlaşılıyor ki aslında derin nefes, her seferinde vücudumuzun temizlenmesine yarayan eşsiz bir nimettir.
Doğru nefes, burundan alınıp ağızdan verilendir. Yetişkin bir insan, normal şartlarda dakikada 12 – 16 defa nefes alıp verir. Bir nefesle içimize çektiğimiz havada % 79 nitrojen, % 20 – 21 oksijen, % 0.04 karbondioksit ve çok az miktarlarda da diğer gazlar ve su buharı vardır. Bir nefesle dışarıya verdiğimiz havada ise %79 nitrojen, %16 oksijen, % 4 karbondioksit, çok az miktarlarda diğer gazlar ve su buharı bulunur. Buradan anlaşılıyor ki nefes alıp verirken oksijen ve karbondioksit oranlarında % 4 lük bir değişim söz konusu olmaktadır. Bu durum bize nefesle ilgili iki önemli gerçeği gösterir:
İhtiyacı olan oksijeni dokulara, organlara ve hücrelere ulaştırmanın tek yolu nefes almaktır.
Vücudu zararlı oluşumlardan ve toksinlerden arındırmanın en temel yollarından biri nefes vermektir.
Nefes doğru alındığında kalp ritmi düzelir, kan basıncı düşer, kan dolaşımı hızlanır, sindirim kolaylaşır ve kişi kendini olumsuz olay ve durumlara karşı daha kuvvetli hisseder. Uyku düzensizliği, ilaç bağımlılığı gibi durumlardan kurtulmanın en kestirme yolu, doğru nefesi alışkanlık haline getirmek ve yoğun tempo içinde, dinlenmeyi bilmektir. Beş vakit namazı düzenli olarak kılmak, bunun en pratik uygulamalarından biridir.
Hızlı ve sığ nefes aşırı yorgunluğa, düzensiz uykuya sebep olur. Tasa, isteksizlik, gaz ve kas krampları, görme problemleri, göğüs ağrısı ve kalp çarpıntılarına yol açar. Dengeli ve derin nefes ise, sağlığımızın iyileşmesine, cildimizin tazelenmesine, moralimizin kuvvetlenmesine, hayata çok daha güzel bakabilmemizi sağlar.
Dünya Sağlık Örgütü’nün standartlarına göre doğru nefes almak için:
1- Ciğerlerimizi, dakikada 4 - 6 litre hava ile doldurmalı,
2- Diyafram nefesine alışmalı,
3- Solunumu ağız yerine burundan yapmalıyız.
Diyafram nefesi, üç sebeple daha üstündür:
Birincisi: Diyafram nefesiyle daha fazla havayı, daha derinlere kadar çekmiş oluruz.
İkincisi: Diyafram, kendine has hareketiyle ciğerlerin alt bölümünü genişletir ve damarlardaki akışı artırır.
Üçüncüsü: Diyafram, hareketi ile sadece ciğerlerin alt bölümü genişler ve rahatlık verir.
iii. Nefes Kalitesini Düşüren Sebepler:
Bu çok önemli faaliyetin en doğru ve etkili biçimde gerçekleşmesi gerekir; fakat bazı sebeplerle, nefes almak güçleşir. Şimdi bunların her birini gözden geçirelim:
Bulunduğumuz ortam: Yoğun trafik sebebiyle yayılan egzoz gazı, kötü bir alışkanlık neticesi olarak birçok insanın yaydığı sigara dumanı ve kışın artan yakıt tüketimi dolayısıyla kirlenen hava, zararlıdır. Yeterince oksijen barındırmayan hava, insanın ihtiyacını gidermekten de uzaktır. Bunların dışında, kalabalık işçi guruplarının dar mekânlarda çalışmak zorunda kalması da solunumu olumsuz etkiler. Yeterince havalandırılmayan ortamlarda çalışmak, hastalıklara davetiye çıkarmak gibidir.
Acelecilik: Günlük hayat içinde, özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanların hep bir koşturmaca içinde olduğunu görürüz. Bu hızlı tempoda insanlar genellikle hızlı yemek, tuvalete çabucak girip çıkmak, metroya ya da vapura yetişmek için hızlı adımlarla yürümek ya da koşmak zorunda kalırlar. Durum böyle olunca, nefes de hızlanır ve sığlaşır. Yani kişi, çabuk çabuk soluyacağım derken, tam nefes alamaz ve bu durumda oksijen, gerekli yerlere ulaşıp yeterince dağılamaz.
Stres: Taşıdığımız sorumluluklar, aldığımız görevler, yetiştirmek zorunda olduğumuz işler arttıkça, yorgunluklarımız, koşuşturmamız ve endişelerimiz de artar. Bu durum da nefesin sığ ve hızlı olmasına yol açar.
Hassasiyet: Duygularını yoğun yaşayan insanlarda, çok çabuk kırılma, kolay heyecanlanma, çabucak kızma, sevinç ve kederleri çok uç sınırlarda yaşama gibi durumlar söz konusudur. Böyle kimselerde nefes, olumsuz etkilenerek hızlanır ve sığlaşır.
Yoğunluk: Bir iş, bir düşünce, bir olay üzerinde, çok yoğun bir konsantrasyonla yoğunlaştığımızda kaslarımız gerilir. Nefesle ilgili olan kasların gerginliği, nefes alımını sınırlayan bir faktördür. Bu durumda aldığımız nefesler her seferinde daha kısa süreli olur.
Duruş bozuklukları: Oturma ve yürüme sırasında alışkanlık haline getirdiğimiz tüm duruş bozuklukları nefes almamızın zorlaşmasına ve nefes kalitemizin düşmesine sebep olur. Dik oturmamak sallanarak ya da kamburu çıkarak yürümek gibi yanlışlıklar, hem nefes süresini kısaltır hem de akciğerlerin, fonksiyonunu tam olarak yerine getirmesine engel olur.
Hareketsizlik: Sürekli oturarak çalışmak, temizlik ve yemek ihtiyacını karşılarken, teknolojinin ve yeni hayat tarzının getirdiği kolaylıklardan faydalanıyor olmak, hareketlerimizi sınırlar. Mesela, elde, leğende çamaşır yıkarken yapılan hareketlerle, çamaşır makinesine çamaşır atmak arasında çok fark vardır. Birincisinde vücut, saatler süren yorucu bir çalışma içindeyken, diğerinde çok da fazla yorulmamaktadır. Önceleri yürüyerek işe giden bir kişinin, araba aldıktan sonraki enerji sarfiyatı da elbette çok farklı olacaktır. Fiziksel aktiviteler sınırlanınca, derin nefes alma durumu seyrekleşir ve sığ nefes, bir alışkanlık hâline gelir. Bu da vücudumuza aldığımız oksijen miktarının düşmesine, dolayısıyla birçok başka sıkıntıya sebep olur.
Çok yemek: İnsan, çok fazla yediğinde midesi genişler, vücudu ağırlaşır. Fazla kiloların tesiriyle hareketleri sınırlanır, nefesi zorlanır. Rahat bir nefes için dengeli beslenmeye alışmak gerekir. Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa aleyhisselâm, bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
“İnsanoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır. İnsanoğluna belini doğrultacak birkaç lokma kâfidir. Mutlaka yemesi gerekirse, midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye, üçte birini de nefes alıp vermeye (havaya) ayırmalıdır.” (Tirmizî, Zühd, 47)
Yaşın ilerlemesi: Genel olarak bir insan yirmili yaşlara geldiğinde, akciğer kapasitesi ve solunum fonksiyonu açısından en iyi duruma ulaşır. Bu yaşlardan sonra her on senede bir kapasite düşmeye başlar. Bu düşüş %9 ilâ %25 arasında gerçekleşir. Solunum kapasitesinin gerilemesine mânî olmak ve mevcut kapasiteyi geliştirmek için düzenli nefes egzersizleri ve spor yapmakta fayda vardır.
2- KOKULAR
Koku, insan sağlığı ve psikolojisi üzerinde çok farklı etkilere sahip olmasından dolayı, önemli bir konudur. Kötü kokular iğrenme ve nefret hissine sebep olurken, güzel kokular hem güzel hislerin oluşmasına, hem sıhhatin düzelmesine hem de moral seviyesinin yükselmesine yardım eder.
Güzel koku nimetine çiçekler, meyveler, çeşitli otlar kaynaklık eder. İnsanların ve hayvanların her birinin, kendine has kokuları vardır. Yaratılışta ikrâm edilen bu kokuyu, temizlikle korumak gerekir. Müslümanlara, rahatsız edici kokular ile mescide gelmemeleri emredilmiştir. Sevgili peygamberimiz hazreti Muhammed Mustafa aleyhisselâm, bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kim sarımsak, soğan yemişse, mescidimize yaklaşmasın. Çünkü insanoğlunun rahatsız olduğu şeyden melekler de rahatsız olur.” (Müslim, Mesâcid, 74)
Bu bitkilerin, yenmeden önce pişirilerek kokularının giderilmesi ya da kokusu çıkıp gittikten sonra mescide gelinmesi istenmiştir. Kötü koku ile çevresine rahatsızlık vermek, bizzat Sevgili Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. Demek ki Müslümanların, güzel kokulu olması, çevresindeki insanlara rahatsızlık verecek her türlü kötü kokudan temizlenmesi şarttır.
- Nasıl Koku Alırız?
Anne karnındaki bebeklerde ilk olarak tat alma duyusu gelişir. Tat alma duyusu, koku duyusu ile ayrılmaz bir ikili gibidir ve birlikte gelişirler. Gebeliğin 28. haftasında temelli olgunlaşmış olan bu duyu sayesinde, bebekteki koku hafızası o kadar kuvvetlenir ki, bir bebek, kendi annesine ait kokuyu binlercesi arasından ayırıp tanıyabilir.
Gebeliğin 11 – 15. haftaları arasında oluşan burun, iki delikle dışarı açılan ve iç taraftan da yutağa bağlı olan koku alma organımızdır. Burun boşluğunun içinde, üst kısımda koku mukozası denilen özel sıvı kaplı bir bölümde, beynin koku algılayıcı hücreleri vardır. Soluk alıp verme ile birlikte, koku taşıyan gazlar buruna taşınır. Burada mukus sıvısı içinde çözünüp duyu sinirlerini uyarır. Bu uyarılar beyne iletildiğinde, koku algılanmış olur.
Sürekli aynı kokuyu almak, burun hücrelerinin, bir süre sonra duyarsızlaşmasına yol açar. Bu sebeple kokunun azaldığını ya da kaybolduğunu sanırız. “Koku yorgunluğu” denilen bu durum, yeni bir koku gelinceye kadar devam eder.
Nezle olan birinde burundaki mukus tabakası kalınlaştığından koku alma duyusu zayıflar. Beynimiz de koku ve tat uyarılarını aynı merkezde değerlendirir. Bu nedenle, yiyeceklerin kokusunu ve tadını birlikte algılarız.
Koku alma duyusu yirmi dört saat boyunca hiç ara vermeden çalışır. Uyku sırasında aldığımız kokuları fark etmeyiz; fakat bu kokulardan olumlu ya da olumsuz etkileniriz.
- Kokunun Etkileri:
Güzel koku insana canlılık, güven, coşku ve sevinç gibi pozitif hisler yaşatır. Bazı kokular dinlendirici ve sakinleştiricidir. İnsan, kötü kokan bir yere girmek istemez. Kokusundan hoşlanmadığı kimselerle arkadaşlık etmekten kaçınır. Burada şunu da belirtmekte fayda var: Her insanın hoşlandığı koku, farklı olabilir. Birine çok güzel gelen bir kokudan, bir diğeri hoşlanmayabilir.
Düzenli uyuyamayan, uykuya rahat geçemeyen kimselere, lavanta kokusu tavsiye edilir. Bu koku, işi çok stresli ve yorucu olanlar için de dinlendiricidir. Çörekotu ve menekşe kokusu, ağlayan bebeklerin rahatlamasına yardımcı olur. Bluğ çağına girmiş gençlerde, hırçınlığı azaltan etkisi sebebiyle gül, menekşe, limon ve bergamut kokuları tavsiye edilir.
Lavanta ve bergamut kokusunun, endorfin salgısını 8 - 12 kat artırdığı saptanmıştır. Bunun anlamı şudur: Bu kokuları alan kişi, kendini çok daha mutlu hissetmeye başlar ve büyük ölçüde rahatlar. Yaşlılar için biberiye ve tarçın kokularının dinlendirici olduğu tespit edilmiştir. Gül kokusunun zekâyı ve algılama kuvvetini artırdığı, hâfızayı kuvvetlendirdiği bilinir. Bu faydaların tamamı, kokuların doğal olması hâlinde geçerlidir. Sentetik kokuların şifâ olması söz konusu değildir.
Koku, burnumuzun içindeki koku reseptörleri tarafından alınarak beyne ulaştırılır ve koku hafızamızın devreye girmesine sebep olur. Bu şekilde, bazı kokular sebebiyle, yıllar öncesine giderek, çok eskiden yaşadığımız bir olayı veya tanıdığımız bir insanı hatırlamamız mümkün olur. Buradan anlıyoruz ki koku, duygularımızın, hâtırâlarımızın canlanıp depreşmesine de yol açabilir.
Bazı bitkilerin özyağları, kan dolaşımına dahil olarak fiziksel rahatsızlıklarımızı iyileştirici rol oynar. Meselâ, okaliptüsün mikrop kırıcı özelliği vardır. Bu konuda yapılmış olan bir araştırmada, çalışma ortamı limon özyağı ile kokulandırıldığında, bilgisayar operatörlerinin, % 54 oranında daha az hata yaptığı görülmüştür. Karabiber özyağının, sigara içme isteğini ve huzursuzluğu azalttığı tespit edilmiştir.
İnsan, farkında olarak ya da olmayarak kokuya tepki verir. Her insanın, kendine has bir kokusu vardır, demiştik. Araştırmalara göre bu durum, kimi eş ya da arkadaş olarak seçeceğimizi de, biz farkında bile olmadan etkilemektedir.
Koku hâfızasının görsel hafızadan daha kuvvetli olduğu, özellikle çocukluk döneminde ve yoğun duygusal dönemlerde alınan kokuların unutulmadığını tecrübe etmişizdir. Bazı kokuların bize huzur vermesi, bizi çocukluk yıllarında yaşadığımız huzurlu anlara götürmesindendir.
İnsanın, on bin farklı kokuyu ayırt edebilecek kapasitesi olduğu söylenir. Kokunun mekân algısını etkilediği, bazı kokuların mekânı daha geniş ye da dar algılamamıza sebep olduğu biliniyor. Koku duyusu özellikle kadınlarda kuvvetlidir ve güzel kokunun, kadınlarda ağrı kesici etki yaptığı da araştırmalar sonucunda ortaya konmuştur.
Birçok bebeğin, annesinin tülbendine ya da elbisesine sarılarak uyuduğuna şâhit olmuşuzdur. İnsanlar özlemlerini gidermek, endişelerinden sıyrılıp güven duymak için, işte bazen böyle, çok sevdikleri birinin kokusunu almaya ihtiyaç hissederler. Birini çoğu zaman kokusundan ötürü sever ve benimseriz.
Hastane gibi kokan bir evde, kendinizi rahat hissetmeniz zordur… Ve karnınızın çok acıktığı bir zamanda, mutfaktan kurabiye kokusu yayılmaya başlarsa, elbette mutlu olursunuz. Özetle söylemek gerekirse, koku, hayatımızda son derece önemli ve belirleyici bir unsurdur.
- Koku Duyusu Bozulur ya da Kaybolursa Ne Olur?
Çevre kirliliği, yaşın ilerlemesi, sigara ve alkol kullanımı, üst solunum yolu enfeksiyonları, burun ve sinüs hastalıkları, psikolojik rahatsızlıklar ve hamilelik gibi çeşitli sebeplerle, her insanda zaman zaman koku duyusunda bozulma ve/ya kayıplar yaşanabilir. Özellikle elli yaş üstündeki kimselerde, bu durumun %24 daha sık görülebileceği söylenmektedir. Koku alamadığımızda, tat duyusu da çok büyük oranda ( % 75) kaybolur. Bu gibi durumlarda yaşanan en belirgin sıkıntı, tat duyusunun kaybolmasından ötürü, yemekten zevk alınamaz olunmasıdır.
Koku alamayan biri, güzel kokulardan mahrum kalacağından, birçok sevinçten de ayrı düşer. Böyle biri, kötü kokuları da alamayacağından, meselâ ter koktuğunu fark edemeyip, etrafa rahatsızlık verebilir. Bu da o kişinin, sosyal ortamda sıkıntılar yaşamasına yol açar.
Birçok tehlikeden, koklayarak korunuruz. Mesela, evin içine yayılan gazı, kokusundan anlar ve gidip ocağı kapattıktan sonra, pencereleri açarak tedbir alırız. Yanık kokusu almasak, diğer odada çocuğumuzun kibritle oynadığını belki de hiç fark edemeyiz. Kısacası çok büyük zararlara uğramaktan, çoğu zaman koku duyumuz yardımıyla kurtuluruz.
3- KİRLİ HAVA
Soluduğumuz hava, çeşitli sebeplerle kirlenir. Özellikle büyük şehirlerde, ısınmadan, taşıtlardan ve sanayiden kaynaklanan bu kirlenmenin önüne geçmek gerekir. Çünkü kirli hava, başta üst solunum yolları hastalıkları olmak üzere birçok hastalıkların artmasına yol açar. Havanın kirlenmesine yol açan maddelerin, insan vücudunda ne şekilde zararlı olduğuna bir bakalım:
Kurşun: Kan hücrelerinin gelişmesini ve olgunlaşmasını engeller. Kanda ve idrarda birikerek, sağlığı kötü etkiler.
Karbon monoksit: Kandaki hemoglobin ile birleşerek oksijenin taşınmasında aksamalara sebep olur.
Kükürt dioksit: Üst solunum yollarını ağır şekilde tahriş etme gücüne sahiptir. Bitkilere de zarar verir.
Fosil yakıtlar: Hidrokarbon içeren kömür, petrol, doğal gaz gibi doğal enerji kaynaklarıdır. Ormanları tahrip eder. Atmosferdeki karbondioksit miktarını artırır.
Kirli hava sadece insanlara değil, hayvanlara, bitkilere, suya ve toprağa da zarar verir. Ekolojik dengenin korunabilmesi, canlıların sağlıklı hayat sürebilmesi için, tedbirler almak ve uygulamak gerekir.
Bu tedbirlerden bazıları şunlar olabilir:
-Sanayi tesislerinin bacalarına filtre takılması, bu tip tesislerin yerleşim birimleri dışında kurulması. Fabrika atıklarının kontrol altında tutulması ve doğaya sevkinin engellenmesi.
-Evlerin iç ve dış yapısında izolasyona önem verilmesi, evde ısınmak için kullanılacak yakıtın, yüksek kalorili kömürden doğalgaza dönüştürülmesi. Odun - kömür kullanılmakta olan evlerde, sobaların kalite belgeli olması ve bacaların her sene düzenli olarak temizlenmesi. Kalorifer ve doğalgaz kazanlarının periyodik bakımlarının yaptırılması. Bu bakımı yapacak kişilerin özel eğitim alması. Yerleşim birimlerinde merkezi ısınma sisteminin daha fazla tercih edilmesi.
-Toplu taşıma araçlarının çok daha yaygın ve aktif hâle getirilmesi, böylece trafikteki araç sayısının azaltarak, egzoz dumanından kaynaklanan kirliliğin önüne geçilmesi.
-İnsanların ve diğer canlıların zarar göreceği şekilde, lastik v.b. maddelerin yakılmaması.
-Yeşil alanların planlı bir şekilde artırılması, halkın ağaç dikmeye özendirilmesi. Evlerin bahçeli olması mevcut bahçelerin canlandırılması ile ilgili teşvik edici çalışmaların yapılması. Ormanlık alanlarda yangın gibi felâketlerin önüne geçilmesi.
-Atmosfere, bitkilere, insanlara ve hayvanlara zarar veren kimyasallar yerine, alternatif olabilecek zararsızların tespit edilip kullanılması.
Temiz Su
Suyun insan sağlığı üzerinde ne kadar önemli bir yeri olduğunu daha önceki konularda anlatmıştık. Sadece insanlar için değil, tabiattaki tüm canlılar için de su, aynı derecede önemlidir. Toprak, susuz kaldığında işini yapamaz. Hayvanlar susuz yaşayamaz. Denizler, göller, nehirler kuruyup yok olsa, bütün ekolojik denge bozulur. Evde, okulda, sanayide, fende, tıpta… Hayatın her alanında su, başlıca ihtiyaçtır.
Allah, yağmur ve kar yoluyla, sürekli olarak tabiatın sıvı dengesini korumaktadır. İnsan, barajlarda biriktirdiği suları arıtıp kullanmakta ve çok ciddi miktarlarda su tüketmektedir. Bu sebeple, suyun kalitesini korumak ve suyu israf etmeden kullanmak, hayati önem taşır.
Tabiatta bulunan suların en safları sırasıyla kar ve yağmur sularıdır. Özellikle yağmur suyu, toprağın zirâî gücünü artırır.
Suyun eksikliği veya yokluğu canlılar için tehlikeli ve öldürücüdür. Kaybedilen su tekrar alınmazsa, vücutta çeşitli aksaklıklar meydana gelir. Genç bir yetişkinin vücut ağırlığının % 80 i sudur. İleriki yaşlarda bu oran % 60’a çekilir.
Bir su, içinde dışkı bakterileri varsa, hasta eder. İçme suyu ile meydana gelen hastalıkların başında tifo gelir. Dizanteri ve kolera da su ile geçebilmektedir. Birçok salgın hastalık, sağlıksız sular sebebiyle yayılır.
O halde suyun temiz olması çok önemlidir. Büyük şehirlerde, su ihtiyacını karşılamakta olan göl ve nehir suları, sanayinin gelişmesi ve nüfusun çoğalması sebebiyle, kirlenmiştir. Bu nedenle ancak, arıtıldıktan sona kullanılabilirler. Köy, kasaba gibi daha küçük yerleşim birimlerinde, su ihtiyacı daha çok kaynaklardan karşılanır. Bu sular, hijyen olup olmadıkları araştırılıp, kirli bir su ile karışma ihtimaline karşın tedbirler de alındıktan sonra kullanılabilir.
Yeryüzündeki tatlı su oranı, bütün su kaynaklarının sadece %1.5 ‘i kadardır. Dünyadaki tüm suların sadece % 12si içilebilir nitelik taşır.
Temiz Toprak
Tarım arazileri üzerine kurulan fabrikalar, bu fabrikaların dikkatsiz ve sorumsuz çalışma sistemleri, duman ve atıkları hiç düşünmeden havaya, toprağa ve denize akıtmaları sebebiyle, her geçen gün, toprak da kirlenmektedir. Önceden son derece verimli olan nice arazinin, artık öyle olmadığına şahit oluyoruz. İnsanoğlunun, daha çok kazanmak hırsıyla tarımda kullandığı kimyasallar sebebiyle hem toprak hem de toprakta yetişen bitkiler, ne yazık ki şifâ olmaktan çıkıp, zararlı birer maddeye dönüşmektedir. Bilinçsiz tarım uygulamaları, çarpık kentleşme gibi sebeplerle, toprağın kıymeti ve miktarı azalmakta, en temel ihtiyaçlarımızdan olan toprak, gün be gün tükenmektedir.
Enerji ve sanayi tesislerinin atıkları ile evsel atıklar, sadece kendi çevrelerine değil, rüzgâr, yağmur gibi taşıyıcılarla, uzak beldelerdeki birçok tarım alanına da zarar vermektedir. Bundan seneler önce, Çernobil Nükleer Santrali’nde patlama olmuş ve büyük oranda radyasyon, çok büyük bir alanı etkisi altına almıştı. O senelerde Türkiye’de, özellikle Karadeniz bölgesindeki nice ağacın, uzun yıllar meyve veremediğine hatta birden bire kuruduğuna şahit olmuştuk. İngiliz bilim adamları, İngiltere’nin % 34’ünün radyasyondan olumsuz etkilendiğini, Çernobil faciasının üzerinden seneler geçmesine rağmen, 66 bin kişinin daha bu sebeple kansere yakalanıp ölebileceğini açıkladılar. Sadece insanların değil, hayvanların da zarar gördüğü, İngiltere’deki koyunların ve Almanya’daki yaban domuzlarının bünyelerinde kazadan seneler sonra, yine radyasyon tespit edildiği bildirildi. Almanya Çevre Bakanlığından yapılan açıklamada, Çernobil faciasından sonra ülkeye ulaşan radyasyon bulutları sonucunda, yaban domuzlarının yediği defne yaprakları ve yer mantarlarında radyoaktif Sezyum-137 maddesinin bulunduğu kaydedildi. Kazanın gerçekleştiği Ukrayna’da ise durum içler acısıydı.
Özetle söylemek gerekirse, fabrika ve santrallerden yayılan asitler, çok uzaklardaki topraklara ve göllere de zarar verebilecek kapasitededir. Bacalardan çıkan karbondioksit ve diğer gazlar “sera etkisi” yaratarak, belirgin olarak sıcaklık artışına neden olup, dünya iklimini değiştirmektedir. Aerosol spreyler ve soğutmada kullanılan kloro floro karbonların ozon tabakasını tahrip etmesi sonucu, yeryüzündeki insan, hayvan ve bitki hayatı, onarılması mümkün olmayan zararlar görmektedir.
Gereğinden fazla su verilen, kimyasal gübrelere maruz bırakılan toprak, zamanla çoraklaşıp verimsiz hâle gelmektedir.
Hâlbuki toprak negatif elektriği alan, kokusuyla ve rengiyle huzur veren, hayatî önem arz eden en önemli kaynaklardandır. O halde, toprakla ilgili daha büyük bir hassasiyet taşımak, bu hususta uluslararası tedbirler almak şarttır. Gözünü hırs bürüyen insanoğlu, daha fazla kazanmak adına birçok kaynağı sorumsuzca tükettiğinin farkına vardığında, iş işten geçmiş olmamalıdır.
4-TEMİZ ORTAM
Su, hava ve toprak gibi üç temel kaynağın temizliğinden bahsettikten sonra, insan sağlığı ve mutluluğu için çok önemli olan ortam temizliği konusuna geçebiliriz.
İnsan, içinde bulunduğu ortamdan etkilenen bir varlıktır. Bu sebeple iç ve dış mekânların temiz, düzenli, iç açıcı bir hâlde olması önemlidir.
Ortamın temizliği, içinde barındırdığı unsurların temiz olmasıyla mümkündür. Meselâ bir ev ortamında, odalar ve eşyalar düzenli, renkler uyumlu, görüntüleri huzur verici ve orada bulunan insanların kıyafetleri, sözleri ve niyetleri de temizse, o ev ortamı temiz sayılabilir.
Her türlü zevksiz döşeme, dağınıklık ve özensizlik, ev ortamında nasıl görüntü kirliliğine yol açıyorsa, şehirlerin ve ülkelerin görüntüsünde de öylece kirliliğe sebep olur. Bu nedenle insanlar, sorumlu oldukları ortam için en iyisini ve en güzelini yapmaya çalışmalı, çevrelerine karşı vazifelerini ihmal etmemelidir.
Alanların en çok insan eliyle kirletildiği, ne yazık ki bir gerçektir. Bize tertemiz olarak emanet edilmiş bulunan dünyayı, çarpık yapılaşma ile bir beton çöplüğüne çevirerek, kirlettik.
Gürültü kornalar, arabalara takılan hırsız alarmları, yüksek sesle dinlenen müzikler ve bağırmalar da ortamda ses kirliliğine sebep olmaktadır.
Tabelalar, antenler, direkler, elektrik kabloları, çöpler, bakımsız bina, yol ve kaldırımlar ile estetik anlayışından ve zevkten uzak döşenmiş tüm alanlar, görüntü kirliliğine yol açar.
İnsanın, huzurlu ve mutlu olabilmek için, güzel manzaralara ihtiyacı vardır. O halde, çevreyi güzelleştirmek bir nevi, orada yaşayan insanların ruh dünyasını da güzelleştirmek anlamına gelir. Bu sebeple, çocuklarımızı eğitirken bu bilinci de vermek, zevk sahibi ve temiz insanlar olmaları için gayret etmek, önemli bir hizmet olacaktır.
Kaynak: Sağlik, Temizlik ve İlk Yardim, Erkam Yayınları